Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Zimbabve’de ordu, 15 Kasım’da ülke yönetimine geçici olarak el koyduğunu ilan etmişti. Tümgeneral Sibusiso Moyo, devlet televizyon kanalından yaptığı açıklamada bunun bir askeri darbe olmadığını söylemiş, amacın “giderek kötüleşen siyasi, sosyal ve ekonomik krizi aşmak” ve Devlet Başkanı Mugabe’nin çevresinde bulunan ve ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısına zarar veren “suç şebekesinin yakalanması” olduğunu ileri sürmüştü.
Bu gelişmenin ardından Robert Mugabe ve eşinin ev hapsinde tutulduğu, aralarında Ekonomi Bakanı Ignatius Chombo’nun da bulunduğu Mugabe’ye yakın bazı kişilerin gözaltına alındığı bildirilmişti. Ülkenin 93 yaşındaki Devlet Başkanı Mugabe’nin güvende olduğunu belirten Moyo, “Görevimiz tamamlanır tamamlanmaz hayatın normale dönmesini bekliyoruz” açıklamasında bulunmuştu.
Ordunun yönetime el koymasının ardından istifaya zorlanan Devlet Başkanı Robert Mugabe’nin “istifa ederek, gerçekleşen askeri darbeyi meşrulaştırmak niyetinde olmadığı”, istifa etmektense ölmeyi yeğleyeceği belirtilmişti. İlerleyen günlerde parlamentoda okunan mektubunda, “Zimbabve halkının refahı için kaygılarımdan ve ülkede yumuşak ve şiddetsiz bir iktidar devir teslimi arzumdan dolayı istifa kararını gönüllü olarak aldım” ifadeleriyle istifası duyurulmuştu. Böylece 37 yıl önce beyaz azınlığın iktidarına karşı gerilla savaşı vererek kuruluşunda büyük rol oynadığı ve bunun için de “devrimci kahraman” kabul edilen Mugabe’nin Zimbabve’deki iktidarı son bulmuş oldu.
Zimbabve ordusu, darbeyi, siyasi istikrarsızlığı ve ekonomik krizi aşmanın yanı sıra Mugabe’nin başkanlık koltuğuna eşi Grace Mugabe’yi oturtmak istemesine ve eski Devlet Başkanı Yardımcısı Emmerson Mnangagwa’yı görevden almasına karşılık olarak gerçekleştirdiğini ileri sürmüştü. Mugabe’den 41 yaş genç olan eşi Grace Mugabe, insanların Robert Mugabe’nin cesedine bile oy vereceklerini söylemiş ve eşinden sonra kendisinin devlet başkanı olarak devam edeceğini açıklamıştı. Zimbabve’de bazı çevreler tarafından “yüzkarası” olarak da nitelenen “first lady”nin başkanlık koltuğuna talip olması ZANU-PF partisini ve orduyu harekete geçiren etkenler arasında sayılıyor.
Bu arada, uzun yıllar boyunca Mugabe’nin en yakınındaki isimlerden ve dava arkadaşından biri olan Mnangagwa, suikast korkusuyla kaçtığı Güney Afrika’dan devlet başkanlığı koltuğuna oturmak amacıyla ülkesine döndü ve başkent Harere’deki stadyumda düzenlenen törende yemin ederek göreve başladı.
Bağımsızlık ve sonrası
Önceleri İngiltere’nin sömürgesi olan bugünkü Zimbabve’nin bağımsızlık süreci, 1965-1979 yılları arasında Rodezya’da Rodezya hükümeti ile Robert Mugabe önderliğindeki Zimbabve Afrika Ulusal Birliği ve Zimbabve Afrika Halk Birliği güçleri arasında süren iç savaşla başladı ve beyaz azınlığın bağımsızlık ilanıyla ve elbette ki beyazların hakimiyetiyle son buldu. Birleşik Krallık tarafından ayrımcı politika izlendiği ve yerel siyahi halkın yeterli düzeyde temsi edilmediği gerekçesiyle ilan edilen bağımsızlık, yasadışı olarak nitelenip reddedildi ve bölgenin Birleşik Krallık’a bağlı olduğu ileri sürüldü.
1980 yılında tam bağımsızlığına kavuşan ve adı Zimbabve olarak değişen ülkede, bağımsızlık mücadelesinin başını çeken Zimbabve Afrika Ulusal Birliği Parti Cephesi bağımsızlık sonrası ilk seçimlerde 80 üyeli parlamentoda 57 sandalye kazanarak iktidar, hareketin önderi olan Mugabe ise başbakan oldu. “Bağımsızlığın babası” olarak nitelenen Mugabe, sonraki tüm seçimleri de kazanarak 37 yıl boyunca iktidarda kaldı.
“Bağımsızlığın babası” mirasını on yıllar boyunca kullanan Mugabe, özellikle de 2000’li yıllardan itibaren ağır bir ekonomik krizle ve bunun tetiklediği siyasi istikrarsızlıkla yüz yüze kaldı. Adeta bir çöküş yaşayan ekonomi, ülkede yüksek bir enflasyon patlamasına yol açmış ve işsizliği %50’nin üzerine taşımıştı. Baş döndürücü yüksekliğe ulaşan enflasyon sonucu ülke kendi para birimini terk ederek yabancı para birimlerini kullanmak zorunda kaldı.
Çin’in parmağı mı?
Zimbabve’deki darbe öncesi Çin’i ziyaret eden ve General Li Zuoçeng dahil üst düzey askeri yetkililerin yanı sıra Çin Savunma Bakanı Çeng Vankuan’la da görüşen Zimbabve Genelkurmay Başkanı Chiwenga, kendilerine uzun süredir bir karşılık beklemeden yaptıkları yardımlar için Pekin’e teşekkür etmiş, ülkesine geri döndüğünde de tanklar harekete geçmişti. Dolayısıyla bunun bir Çin darbesi olabileceği ileri sürülmüş, Çin ise iddiayı reddetmişti. Çin Sosyal Bilimler Akademisi’ndeki Afrika uzmanlarından Şen Şialoi, South China Morning Post gazetesine verdiği demeçte Pekin’in Zimbabve’de olanlara saygı duyacağını söylemişti.
Çin hükümetinin Afrika’nın iç meselelerine karışmama politikasına sahip olduğunu hatırlatan Şialoi, Chiwenga’nın ziyaretinin çok önceden planlanmış olduğuna işaret etti. Çin Dışişleri Bakanlığı da yaptığı açıklamada bunun “normal bir ziyaret” olduğunu vurgulamıştı. Pekin, soğuk savaş yıllarına kadar uzanan dostluğuna rağmen Mugabe’nin göreve iadesini talep etmemiş, Zimbabve’nin iç sorunuyla başa çıkmasını umduğunu belirterek, barışçıl ve istikrarlı bir gelişmenin sağlanmasını beklediklerini kaydetmişti. Pekin yönetimi, ayrıca ülkede yaşananları dikkatle izlediğini açıklamış ve Devlet Başkanı Robert Mugabe’nin görevden uzaklaştırılmasını kınamamıştı.
Zimbabve’nin en büyük ticari ortağı olan Çin, iletişim, inşaat, enerji ve tarım alanlarında yüzlerce projeye yüzmilyonlarca dolar yatırımda bulunuyor. Çin özel şirketlerinin, elmas yataklarını da işlettiği Zimbabve, Çin’in en büyük yatırım yaptığı üçüncü Afrika ülkesi konumunda bulunuyor. Ancak 2008’de Mugabe hükümeti tarafından çıkartılan “yerlileşme yasası” ile bütün şirketlerin sermayesinin %51’inin yerli sermayeye devredilmesini öngören yasayla, Çinli yatırımcıları olumsuz yönde etkileyen ve sermayesini zora sokan adımlar atılıyordu. Elmas sahalarındaki Çin şirketlerini de kapsamak üzere tüm sözleşmeleri elmas zenginliğini yağmaladığı gerekçesiyle iptal etme kararı alan Mugabe hükümetinin bu adımlarını Çin, 2014’te ve 2015’te imzalanan milyarlarca dolarlık enerji ve altyapı anlaşmalarını finanse etme planlarını yeniden gözden geçirdiği açıklamasıyla yanıtlamıştı.
Tüm bunların yanı sıra öteki başka nedenler, darbenin arkasında Çin’in parmağı olduğu genel fikrine neden olmuştu.
Afrika’da emperyalist kapışma
Emperyalist yağma savaşlarının ve egemenlik kapışmasının alanlarından biridir Afrika. On yıllar boyunca kanlı sömürgeciliğin pençesinde kıvranan, köleleştirilip aşağılanan, olmadık dehşetli acılar yaşayan bu acılı kıta, bağımsızlık savaşlarından sonra da aynı kaderi “modern” kapitalist sistem altında yaşamaya devam etmektedir. Büyük çoğunluğu İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından “bağımsızlığını” elde eden dünün sömürgesi kıta halkları, yazık ki bağımsızlık ve özgürlüğü tadamadılar. Klasik sömürgecilikten kurtulmanın, insafsız kapitalist sömürü çarkları arasında ezilmekten, yoksulluktan, açlıktan ve emperyalist kölelikten kurtulmak anlamına gelmediğini acı deneyim olarak yaşadılar, yaşamaya devam ediyorlar.
Başta ABD ve Çin olmak üzere tüm büyük emperyalist güçlerin kapışma alanı olan Afrika, bu durumun yol açtığı bütün acı ve yıkıcı sonuçlarla yüz yüze bulunuyor. Emperyalistler bu acılı kıtada birbirlerinin etkisini kırmak, kıtanın petrol, doğalgaz ve maden kaynaklarını kendi kontrolleri altında tutmaya çalışmak ve mallarına yeni pazarlar bulmak için denenmedik yol ve yöntem bırakmıyorlar. Yakın bir döneme kadar daha çok ABD ve batılı emperyalist güçlerin etki alanı olan Afrika, artık Çin’in de önemli oranda etkisi altındadır ve dahası Çin kara kıtada giderek güçlenmektedir. Bu da emperyalist kapışmayı kızıştırmaktadır. Dolayısıyla kara kıtanın iç savaşlar, etnik ve dinsel çatışmalar, on yılları bulan diktatörlük rejimleri, insafsız bir sömürü yoluyla yağma ve emperyalist müdahaleler içinde tüketilmesi tesadüf değildir.
Zimbabve’deki ordu darbesi ve sonraki gelişmeler de yukarıda özetlenen gerçeklerin doğrudan bir sonucu olarak yaşanmaktadır.