Şili dönüm noktasında mı?

Şili’de faşist cunta artığı anayasanın çöpe atılmasının bir anlamı var elbet. Ancak gerçek haklar ve özgürlükler kağıt üzerindeki yasalardan önce ancak mücadeleyle kazanılabilir ve ancak mücadeleyle korunabilir.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 25 Ekim 2020
  • 21:44

Tagesschau’da yer alan habere göre, Şilililer bugün, yıkımdan 47 yıl sonra, Pinochet diktatörlüğünden kalma anayasanın yerine modern bir anayasa koymayı tartışıyor.

11 Eylül 1973’te gerçekleştirilen askeri darbeden kalma faşist anayasanın, halen avokado plantasyonlarından başkent Santiago’daki hastanelere, üniversitelerden fabrikalara kadar pek çok alanda izleri hissediliyor.

Protesto eylemlerine azgınca saldıran kolluk kuvvetlerini bu diktatörlük anayasası koruyor. Nelson Campos adlı direnişçi, Kasım 2019’da protestolar esnasında gözüne çarpan bir cismi hatırlarken, polislerin sıktığı tazyikli suları, pompalı tüfek kullanmalarını, kitleye plastik mermiler sıkmalarını da unutmadığını söylüyor. O günden bu yana gözlerinin ferini kaybetmiş olan Nelson Campos görme kaybını, Şili polisinin vahşice saldırısına borçlu.

Şili insan hakları örgütü, polisin Pinochet diktatörlüğünden bugüne değin, halka yönelik şiddetinin ve baskısının, hiç değişmediğine dikkat çekiyor.

Öyle görünüyor ki, Şili halkının büyük çoğunluğu, salt anayasanın değiştirilmesinden adil ve demokratik kazanımlar beklemiyor.

Pinochet 30 yıl önce anayasasını devretmişti

Augusto Pinochet 17 yıl iktidarda kalmıştı. 1990’da gelişen kitle hareketinin yarattığı basınçtan dolayı, görevinden çekilmek zorunda kaldı. Diktatör 30 yıl önce kovulmuştu ama anayasası, belli değişimlerden geçse de halen yürürlükte.

‘70’li yılların karanlık baskıları, işkenceleri, toplu cinayetleri askeri diktatörlüğün dönemine damgasını vurmuştu. Tıpkı Türkiye’de 12 Eylül faşist cuntasından sonra kabul ettirilen 1982 anayasası gibi, Şili’deki cunta anayasası da o karanlık zulüm döneminde halka kabul ettirilmişti.

Tüm baskı ve zorbalıklara rağmen Şili’de işçi sınıfı, emekçiler, gençler, kadınlar mücadele ederek, cuntanın koyu karanlığını dağıtmıştı. 1990’da cunta rejimini gerileten kitle hareketi, diktatör Pinochet’yi de son yıllarında sürgünde yaşamaya mahkum etmişti.

Diktatörlük dönemi emekçiler için hayatı zehir ederken, kapitalistler için sömürü cenneti yaratmıştı. Örneğin Şili’nin Petorca bölgesinin kuru bozkırlarında yetişen avokadolar topraklara el koymuş kapitalist şirketlere büyük kârlar sağladı/sağlıyor. Toprak sahipleri Almanya ve ABD’ye ihraç ettikleri avokadolardan büyük kâr elde ediyorlar. Kıraç toprakların 100 metre derinliklerinden çıkarılan sular kapitalistlerin kârları daha da artsın diye kullanılıyor. O bölgenin halkı ise su gibi temel bir ihtiyaçtan bile mahrum bırakılıyor.

“Biz insanlar içecek su bulamazken, avokadolar bol bol suyla yetişiyor, büyüyor” diyerek tepkisini dilen getiren insan hakları savunucusu Rodrigo Mundaca, yıllardır süregelen adaletsiz su dağılımını vurguluyor.

Şili’de su özel mülkiyet

1980 12 Eylül askeri darbesinin temel hedeflerinden biri 24 Ocak “İstikrar Programı”nın uygulanmasını sağlamaktı. Çünkü işçi sınıfı hareketi dönemin Süleyman Demirel hükümetinin bu neoliberal saldırısına geçit vermiyordu. Şili’deki faşist cunta da, neoliberal politikaların en vahşisini uygulamıştı. Emperyalistler, bu konuda Şili’yi örnek gösteriyorlardı. O kadar vahşi ve acımasızdı ki, suyu bile özelleştirdi. Dünyanın hiçbir yerinde bir örneği yok ama Şili’de tamamen yasal ve olağan. Çünkü su, cunta anayasasına göre özel mülkiyettir.

Diktatörlük yıllarında suların mülkiyeti Pinochet yakını şirketlere peşkeş çekilmişti. Bu şirketler ihtiyaç duydukları zaman halkın suyunu kesebiliyorlar.

Kuraklık dönemlerinde, halk isyanları ve protestolar yoğunlaşıyor. Çünkü halk en doğal olanı, suyu kullanma hakkını talep ediyor. İnsan hakları örgütünün öncülüğünü yaptığı bu eylemlere Ekim 2019’a kadar yeterli toplumsal destek sunulmadı.

Daha sonra üniversite öğrencilerin desteğiyle başlayan protestolar, bir buçuk milyon Şililinin sokaklara dökülmesiyle görkemli bir boyuta ulaştı. Emeklilik sigortasının özelleştirilmesine karşı çıkan emeklikler ile sağlık sektöründeki özelleştirmenin sonuçlarından bunalan emekçi aileler de bu eylemlerde etkin bir rol oynadılar.

“Chicago Boys”ların neoliberal dönüm noktası

Şili’de özelleştirilmiş sağlık hizmetine ulaşmak parası olmayan insanlar için çok zor. Doktor randevusu alabilmek için bile aylarca sırada beklemek zorundalar.

Eğitimde de benzer bir durum var. Yoksul ailelerin çocuklarının üniversite okuması neredeyse imkansız. ‘Orta sınıf’ sayılan aileler bile, çocuklarını üniversitede okutmak için geri ödemesi yıllar süren kredi borçları almak zorunda kalıyor. Çünkü Şili’de eğitim de özelleştirilmiştir.

Toplumsal alandaki birçok özelleştirme de diktatörlük anayasasında zeminini buluyor.

Kendilerine “Chicago Boys” adını veren Şilili iktisatçılar tarafından yazılan faşist cunta anayasası, neoliberal dönüşüm için ‘hukuksal’ zemin hazırladı.

Cuntanın açtığı alanda istedikleri gibi at koşturan “Chicago Boys” takımı prensiplerini ise şöyle dile getirdiler: “Devlet elini ekonomik konulardan çekmeli, piyasaların kendisi bunu halleder.” Onlara göre devlet, vahşi sömürünün zorba bekçisi olmakla yetinmelidir.

Ülke zenginliğinden hiçbir fayda görmeyen halkın büyük çoğunluğu artık bu Chicago Boys takımının neoliberal yalanlarına inanmıyor. Tersine, bunun yarattığı yıkıcı sorunlara karşı döne döne isyan ediyor.

Halihazırdaki Şili Devlet başkanı Sebastian Pinera da özelleştirme yağmasından büyük pay alanlardan biridir. Bundan dolayı emekçilerin isyanı karşısında iktidarını koruma telaşında. Bu telaş onu polis şiddetini, geç de olsa eleştirmeye mecbur etti. Yeni bir anayasayla, daha güçlü bir kamu sektörü kurmayı vadediyor. Almanya modeline benzeyen yeni bir ‘sosyal devlet’ kurmak için çaba harcayacağını iddia ediyor.

İster demokrasi, ister sosyal devlet denilsin adına. Bu bir kandırmacadır. Kapitalizmde sömürü, ismini değiştirir ancak. Şili örneği bunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Kapitalist devletlerin anayasaları her daim şirketlerin ve tekellerin çıkarlarını savunur. Türkiye ve Şili gibi ülkelerde görüldüğü gibi, diktatörlükle neoliberalizm bir bütünün iki parçasını oluşturuyorlar.

Şili’de faşist cunta artığı anayasanın çöpe atılmasının bir anlamı var elbet. Ancak gerçek haklar ve özgürlükler kağıt üzerindeki yasalardan önce ancak mücadeleyle kazanılabilir ve ancak mücadeleyle korunabilir.