NSU (Nasyonalsosyalist Yeraltı) adlı Neonazi oluşuma karşı yürütülen dava, Almanya hukuk tarihinin en önemli ve aynı zamanda en uzun süren davalarından biridir.
2011 yılında “ortaya çıkan” örgüte karşı 2013 yılında Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde dava açıldı. 5 yıldan fazla süren bu dava, 2018 yılında Almanya’daki en yüksek ceza olan müebbet hapis cezası ile sonuçlanmıştı.
NSU davası sonuçlandıktan yaklaşık iki yıl sonra, ilgili mahkeme yine rekor bir gecikmeyle, geçtiğimiz salı günü (21 Nisan) dava dosyasında yer alan bütün belge ve iddiaları yazılı hale getirdiğini kamuoyuna bildirdi. Dosya, toplam 3025 sayfadan oluşuyor. Bundan sonra bu kapsamlı dosya ilk etapta Federal Savcılığa ve ardından da Karlsruhe’de bulunan en yüksek mahkemeye (Bundesgerichtshof) intikal edecek. Taraflara dosyaya itiraz veya temyiz için 1 aylık bir süre tanınıyor. Bütün bu formalitelerin sonunda en yüksek mahkeme dosyayı bir kez daha inceledikten sonra, bütün sürecin hukuka uygun işleyip işlemediğine karar verecek. Eğer karar olumsuz çıkarsa dava yeniden görüşülebilecek.
10 yılı aşkın faaliyetlerden polisin “haberi” olmadı!
NSU adlı Neonazi oluşum, Almanya’nın özellikle doğu eyaletleri olan Thüringen ve Sachsen eyaletlerinde yaklaşık 14 yıl boyunca faaliyet yürüttü. Bu zaman zarfında, özellikle 2000-2007 yılları arasında 9’u göçmen emekçi (sekizi Türkiye kökenli, biri Yunan) ve biri polis olmak üzere toplam 10 cinayet işledi. Yine onlarca kişinin yaralandığı üç bombalama ve 15 soygun gerçekleştirdi. Yıllarca süren bütün bu faaliyetlerden her ne hikmetse Alman devletinin ve polisinin haberi olmadı. Her türlü sol muhalefeti, her türlü yasadışı yöntemi de kullanarak adım adım izleyen, dünyanın en donanımlı teşkilatlarından biri sayılan Alman polisi bu seri cinayetleri her nasılsa “gözden kaçırdı.”
Nihayet faşist NSU çetesi işi polis vurmaya kadar vardırıp, kendisine çizilen sınırları aşınca, polisin “görüş alanına” girmeye başladı. 4 Kasım 2011’de yaptıkları bir soygun sonrası, çete üyeleri Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos sığındıkları bir mobil karavanda ölü olarak bulundular. Bu olayın ardından bir başka çete üyesi olan Beate Zschäpe, intihar ettikleri söylenen diğer iki çete üyesiyle birlikte yaşadıkları Zwickau’daki evi ateşe verdi. Daha sonra da polise teslim oldu.
Devlet bağlantısı ile ilgili bütün kanıtlar karartıldı
NSU davası 2013 yılının Mayıs ayında delillerin toplanmasının ardından, Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde başladı. Dava beş yılından fazla sürdü. Görülen 438 duruşmada 765 tanık ve 65 uzman dinlendi. Dava boyunca devlete çıkan bütün yollar özenle kapatıldı. İstihbarat elemanlarının bağlantısıyla ilgili onlarca kanıta rağmen, bunların üstü arsızca ve açıktan örtüldü.
Örneğin, bir gizli istihbarat ajanı olan Andreas Temme’nin, NSU’nun son kurbanı olan Halit Yozgat öldürüldüğünde onun dükkanında olduğu kanıtlanmıştı. Temme, uzun uğraşların sonucunda çıktığı mahkemede sorulan bütün soruları cevapsız bıraktı. Ayrıca mahkeme, onun cinayet günü yaptığı görüşmelere 120 yıllığına gizlilik kararı koydu. İşlenen cinayetlerin soruşturma süreçlerinde de polis, ırkçılık dışındaki her türlü motifi gerekçe olarak gösterdi. Katledilenlerin aileleri suçlandı, mafya hesaplaşması dendi, çıkar çatışmaları olabileceği söylendi fakat ırkçılık ile ilgili saikler hep görmezden gelindi.
Fatura tetikçilere çıkarılarak dava kapatıldı
11 Temmuz 2018’de karara bağlanan NSU davasında baş sanık olarak yargılanan Beate Zschäpe’ye ömür boyu hapis cezası verildi. Her duruşmada susan Zschäpe, sadece karar duruşmasında gülümseyerek ailelerden “özür” dilemekle yetindi. Tutuklu bulanan diğer dört sanığa ise 2,5 ile 10 yıl arasında cezalar verildi.
Almanya’daki NSU davası baştan sona skandallarla doludur. Onlarca iddia, rapor, telefon dinlemeleri vb. kanıtlara rağmen, yaşananlardan dolayı sorumlu tutulan hiçbir devlet görevlisi olmamıştır. İntihar ettiği iddia edilen iki kişi, ateşe verilen ev, defalarca kullanılan aynı silahlar, dava sürecindeki tutum ve davranışlar vb., bunların tümü dönen kirli dolaplar ve elbette Alman devletinin bu kirli işlerdeki tartışmasız rolüne birer kanıt niteliğindedir.
NSU davası, birçok açıdan Türkiye’deki Hrant Dink cinayetiyle ciddi benzerlikler taşımaktadır. Dink davasında da son derece planlı ve siyasi bir cinayet 17 yaşındaki bir ırkçı tetikçi ile birkaç piyona yüklenerek kapatılmıştı. NSU davası Alman devletinin “demokrasi ve hukukunun” ne menem bir şey olduğunu bir kez daha açığa çıkarmıştır.
Bu dava, dünyanın neresinde olursa olsun, “devletin yüksek çıkarları” söz konusu olduğunda, sermaye devletlerinin herkese eşit uygulandığını iddia ettikleri demokrasiyi ve hukuku nasıl bir çırpıda rafa kaldırdıklarına iyi bir örnektir. Hiçbir ciddi kanıt olmamasına rağmen, ATİK aktivistlerinin yıllarca Almanya’da tecrit koşullarında hapsedilmesi ve Müslüm Elma adlı devrimcinin yıllardır Münih’te hala tecrit altında tutulması, sermaye hukukunun ikiyüzlü ve çifte standartçı niteliğine başka bir örnek teşkil ediyor. Özcesi yaşananlar, Alman devletinin kirli planları doğrultusunda kullandığı ırkçı-faşist bir çeteyi, gizlenemez şekilde açığa veya kontrol dışına çıktıktan sonra lağvetmesi ve olup biten her şeyi de birkaç tetikçiye yükleyerek, kendini temize çıkarmasından başka bir şey değildir.