Özdemir: NSU cinayetlerinde Alman polisi neonazi ihtimalini yok saydı, göçmenleri suçladı - Ayşegül Karakülhancı

Almanya'da NSU ırkçı örgütün varlığı,10 yıl önce bugün ortaya çıktı. Ancak hala bağlantıları yüzde yüz aydınlatılamadı. Gazateci Yücel Özdemir, 'beklenen adalet gerçekleşmedi' diyor.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 04 Kasım 2021
  • 13:41

Almanya'da Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) ırkçı örgütün varlığı, 10 yıl önce 4 Kasım 2011'de Eisenach kentinde düzenlenen bir banka soygunuyla ortaya çıktı. Soygundan sonra NSU örgütü üyeleri Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt bir karavanda ölü bulundu. Bu olayın ardından Doğu Almanya'daki Zwickau'da bulunan evlerinde yangın çıkmış ve bu yangından kurtarılan belge, fotoğraf ve videoda örgüte ait bilgiler de gün yüzüne çıktı. Çizgi film karakteri Pembe Panter'in yer aldığı bir videoda NSU adlı bir örgütten ve 2000-2007'de işlenen cinayetlerden bahsediliyor, öldürülen kişilerin kurşunlanmış fotoğrafları görülüyordu.

NSU örgütü Almanya’nın farklı kentlerinde 8'i Türkiye kökenli biri Yunan, biri Alman polis 10 kişiyi öldürdü. Seri cinayetler işleyen, Köln gibi büyük bir şehirde iki büyük bombalı saldırı düzenleyebilen bu örgütün sadece üç üyesi biliniyor. 10 cinayetin yanı sıra en az 15 banka soygunu yaptıkları da tespit edildi. Nürnberg'te 23 Haziran 1999 tarihinde Türkiye kökenli bir vatandaşın işlettiği birahaneye el fenerine yerleştirilmiş bomba koyanların da yine onlar olduğu ortaya çıktı. Irkçı örgüt cinayet ve bombalı saldırılarla insanların ölümüne sebep olmaya devam ederken, Alman emniyet birimleri failleri de göçmenler arasında aramaya odaklandı. NSU örgütü ortaya çıktı ama hala bağlantıları yüzde yüz aydınlatılamadı. Öldürülenlerin yakınları ağır suçlamalarla karşılaştılar. Ama onlardan doğru dürüst, içten bir özür dilenmedi. Türkiye hükümetleri öldürülenlerin ailelerini yalnız bıraktı. Tam bir yüzleşme yaşanmadı.
NSU örgütü üyelerinin  yargılandığı davayı başından itibaren takip eden, ölüdürlenlerin yakınlarıyla birebir görüşerek "Neonazi-İstihbarat-Emniyet üçgeninde NSU Cinayetleri" kitabının da yazarı olan gazeteci Yücel Özdemir ile NSU'nun ortaya çıkmasının 10. yılında örgütü, dava sürecini ve Almanya'daki kurumsal ırkçılığı konuştuk:

NSU ırkçı örgütünün varlığı 4 Kasım 2011'de Eisenach kentinde düzenlenen bir banka soygunuyla ortaya çıkmıştı. Sonrasında elde edilen döküman ve fotoğraflardan bu örgütün varlığı tespit edildi. Gerçekten o güne kadar devletin böylesi bir yer altı örgütünden haberinin olmaması nasıl mümkün oldu?

Devletin istihbarat örgütlerinin, seri cinayetler işleyen bir örgütün varlığından haberdar olmadığı şeklindeki iddialar başından itibaren inandırıcı değil. Çünkü, örgütün kurucuları olarak gösterilen Uwe Mundlos, Uwe Böhnhardt ve Beate Zschäpe doğup büyüdükleri Jena'da tanınan neonazi militanlardı. Asıl olarak da bir istihbarat örgütü Thüringen Anayasayı Koruma Örgütü hesabına çalışan Tino Brandt'ın başkanlığını yaptığı Thüringen Anavatanı Koruma (THS) adlı neonazi örgütün içindeydiler. Sadece Brandt değil pek çok değişik istihbarat örgütünün elemanı da THS'nin aktif militanıydı. Bu nedenle devletin en azından bir bölümünün cinayetlerin kimler tarafından işlendiğinden haberi olduğu kesin. Ancak NSU'nun üçlünün yeraltına çekildiği Ocak 1998'den sonra mı kurulduğu, yoksa gerçekten böylesine bir örgüt var mıydı yok muydu onu tam olarak bilmiyoruz. Çünkü, Alman kamuoyu bu örgütün varlığından ilk olarak 4 Kasım 2011'de Eisenach'taki intihar olayından bir hafta sonra Federal Savcılık tarafından yapılan açıklamayla öğrendi. Daha önce bu isim altında bir örgütün varlığı bilinmiyordu.

NSU Köln’de ilk olarak 2001’de sonra 2004’de bombalı saldırılar düzenledi. Özellikle 2004’deki saldırılardan sonra halk bu eylemleri Neonazilerin yapmış olduğunu düşündüklerini ifade etmiş buna rağmen polis ısrarla araştırmasında mafya, Kürt-Türk çatışması gibi konulara odaklandı. Bu bakış açısıyla hareket etmek, bir Neonazi örgütünün var olabileceği ihtimali üzerinde durmamak polisin bilinçli bir tercihi miydi?

Bugüne kadar ortaya çıkanlara baktığımızda bunun bir tercih olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle 9 Haziran 2004'te Keup Caddesi'ndeki patlamadan sonra dönemin Federal İçişleri Bakanı Otto Schily, patlamanın Türk-Kürt çatışması sonucu olduğunu söylemişti. Hem de bir kaç saat sonra. Bu, Köln'den Berlin'e birileri tarafından bilinçli olarak yanlış bir bilginin servis edildiği anlamına geliyor. Bu yanlış bilgiyi veren güvenlik birimleri bilinçli olarak soruşturmanın Türkler ve Kürtler arası bir çatışma yönünde derinleştirilmesini, saldırganların gizlenmesini hedefliyordu. Schily sonradan kendisinin yanıltıldığını kabul etti ve özür diledi. Ancak onu yanıltanlar bugüne kadar ortaya çıkıp özür dilemediler. Patlamadan sonra çok sayıda Kürdün evine baskınlar düzenlendi, insanlar suçsuz yere mağdur edildi. İfadeye çağrıldı. Evleri sudan gerekçelerle arandı. Bütün bunlardan ötürü dönülüp özür dilenmedi.

Üstelik bu sadece Köln'de de yapılmadı. Her cinayet sonrasında kurban yakınları suçlu ilan edildi, ifadeleri alındı. Üzerlerinde baskı kuruldu, bu baskı sonucu hastalanan kurban yakınları oldu. Her cinayetten ve patlamadan sonra polisin cinayetin arkasında neonazilerin olabileceği ihtimalini yok sayıp göçmenleri suçlu ilan etmesi kesinlikle normal değil. Güvenlik teşkilatı içinde bunun böyle olmasını isteyen bir gücün olduğu güçlü bir olasılık. Son yıllarda polis teşkilatı içinde ortaya çıkan neonazi grupların varlığı da bu olasılığı güçlendiriyor.

NSU davasını baştan sona takip eden sayılı gazetecilerden birisiniz. Dava boyunca gerek örgütün üyelerini gerek cinayetlerde hayatını kaybedenlerin aile ve yakınlarını gerek devletin savcısını dinlerken neler hissettiniz?

Örgütün üyelerini Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi'nde dinlerken, biri hariç, diğerlerinin ciddi bir pişmanlık duymadıklarını hep birlikte gördük. Baş sanık Beate Zschaepe uzun süre zaten konuşmadı, ifade vermedi. Açık ve içten kurban ailelerinden özür dilemedi. Dava sona doğru yaklaşırken sözde bir özür diledi. Silahı temin eden Rolf Wohlleben ile her türlü yardımı yapan Andre Eminger kararlı birer neonazi olduklarını gizlemediler. Yaptıklarından pişmanlık duyduklarını da açıklamadılar. En acısı da şimdi ellerini kollarını sallayarak Almanya'da dolaşmaya devam ediyorlar.

Aileler bu sürecin en büyük mağdurları. Eşlerinin, babalarının kriminal olaylara karıştığı için öldürüldüğü suçlamasıyla yıllarca yaşamak zorunda kaldılar. Tabii buna yaşamak denirse. Komşuları, tanıdıkları polisin yaydığı kriminal suçlamasına inananlar da oldu. Kurbanların çocuklar neredeyse insan içine çıkamaz oldu. Bu nedenle öfkeliydiler. 6 Mayıs 2013'te “yüzyılın davası” olarak adlandırılan NSU davası Münih'te başladığında ise çok umutluydular. Almanya'da adaletin yerini bulacağına çok inanmışlardı. Ancak 11 Temmuz 2018'de dava bittiğinde bütün umutları suya düştü. Çünkü bekledikleri adalet gelmemişti.

Devletin savcısı başından itibaren cinayetlerin sadece üç kişi tarafından işlendiği tezini savundu. Bunun tersini kanıtlayacak her şeye kapıları kapattı. Sonunda istediği de oldu. İstihbarat örgütlerinin, güvenlik birimlerinin rolü sorgulanmadan, yeni sanıklar sürece dahil edilmeden beş yıllık dava süreci tamamlandı.

Devletin yaptığı yargılama yeterli değildi. Ancak sizce bu dava ve verilen cezalar ırkçılığı caydırıcı nitelikte oldu mu?

Yargılama üçlü tezini aşamadığı için yeterli olmadı. Zira hem kurban aileleri hem de kamuoyunun asıl beklentisi, 2000-2007 yılları arasında 10 insanın katledilmesine göz yumanların açığa çıkarılmasıydı. Bu olmadığı gibi, mahkeme karşısında çıkarılan sanıklardan biri hariç diğerleri dava bittikten sonra serbest bırakıldı. Bu elbette sadece aileleri değil bütün herkesi derinden yaraladı. Cezaların caydırıcı olmadığı aslında dava bittikten yaklaşık üç hafta sonra görüldü. 2 Ağustos 2018'de Frankfurt'ta yaşayan NSU Davası müdahil avukatı Seda Başay-Yıldız'a gönderilen “NSU 2.0” imzalı tehdit mektubu bunun kanıtı. Başay-Yıldız'ın özel bilgilerine Frankfurt'taki bir karakoldan ulaşılması de emniyetle bağlantıyı açısından oldukça anlamlı.

Bu örgütün varlığının açığa çıkmış olmasının üzerinden koca bir 10 yıl geçti. Ama 10 yıl sonra her şey hala netleşmedi. Sizce Anayasayı Koruma Dairesi tam bir soruşturma yapılmasına engel mi oluyor? Neden örgütün tüm bağlantılarının açığa çıkması istenmiyor?

İç istihbarat örgütü olan Anayasayı Koruma Teşkilatının süreci engellediği Federal Parlamento'da kurulan iki komisyonun raporunda yer alıyor. Genel olarak güvenlik birimlerinin başarısız olduğu kabul ediliyor. Ancak, Anayasayı Koruma Teşkilatı sadece başarısız olmadı aynı zamanda cinayetlerle ilgili olduğu tahmin edilen pek çok belgeyi de imha etti. Sonradan imhaya gerekçe olarak zaman aşımı gösterildi. Zaman aşımının cinayetlerin neonaziler tarafından işlenmesinin ortaya çıkmasından sonra “hatırlanması” elbette tesadüf edil. Demek ki gizlenmesi ve gizlenmesi gereken birşeyler varmış. Keza bir çok dosyaya 30 yıl boyunca “devlet güvenliği” gerekçesiyle ulaşma yasağı konulması da bunu doğruluyor.

Cinayetlerin işlendiği dönemin ve daha sonraki Türk hükümetlerinin NSU cinayetleri ve davası hakkındaki tutumları nasıl oldu? Türk hükümetleri öldürülen vatandaşlarının aileleriyle doğru bir iletişim kurdu mu? Bildiğim kadarıyla NSU davası devam ederken veya sonuçlandığında Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan herhangi bir açıklama yapılmadı. Konunun takipçisi olmadılar.

Cinayetlerin daha NSU tarafından işlendiği ortaya çıkmadığı dönemde, Türk güvenlik birimleri Türkiye'ye giden Alman güvenlik birimlerine yardımcı oluyor. Sonrasında ise bu cinayetler Almanya'ya karşı politik olarak kullanılmaya başlandı. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bir Almanya ziyareti sırasında ailelere hukuki yardımın yapılacağı vaadinde bulunmuştu. Dava sırasında ise Türkiye'nin mahkeme salonunda daimi bir koltuğa sahip olması geniş tartışmalara yol açmıştı. Dava ilk başladığı dönem gelen siyasetçiler oldu. Ancak sonradan unutup gittiler. Bu nedenle takipte bir süreklilik yaşanmadı.

Halle sinagog saldırısı, Hanau saldırısı, Kassel valisi Walter Lübcke’nin öldürülmesi gibi ırkçı motifli şiddet devam etti. Ayrıca hala birçok siyasetçi, gazeteci, NSU cinayetini takip eden avukatlar, göçmen kökenli sanatçılar tehdit ediliyorlar. Ancak devletin içindeki aşırı sağcı yapılanmalar tamamen açığa çıkartılmıyor. Bunun temel nedeni nedir?

Temeli İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar uzanıyor. Zira, Hitler faşizminden sonra ABD, İngiltere ve Fransa himayesinde kurulan yeni Federal Almanya'nın asıl kurucu unsurları Hitler döneminin faşist devlet yöneticileriydi. Sosyalistler, sosyal demokratlar ve antifaşitler bir tarafa itilerek faşistlerin temel dayanak yapıldığı bir ülke kuruldu. İstihbarat, güvenlik teşkilatı, yargı başta olmak üzere devletin ana kurumlarında anti-komünist naziler görevlendirildi. Bu süreç Soğuk Savaş yıllarında güçlenerek devam etti. Sola, sosyalistlere karşı neonaziler istihbarat örgütleri tarafından örgütlenerek kullanıldı. Bunu en iyi faşist NPD'nin yasaklanması için Anayasa Mahkemesi'nde görülen davada gördük. Devletin üç önemli kurumu tarafından NPD'nin yasaklanması için 2000 yılında yapılan başvuru, Anayasa Mahkemesi tarafından bu partinin bir çok yöneticisinin aynı zamanda istihbarat elemanı olması nedeniyle reddedilmişti.

NSU cinayetleri ve davası, istihbarat ve güvenlik birimleriyle neonaziler arasındaki işbirliğine son verilmesi için Almanya için bir şanstı. Bu şans kullanılmadı. Bu nedenle istihbarat ve güvenlik birimleri içinde neonaziler, neonazi örgütler içinde ise istihbarat elemanları varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Almanya'da bu bağın koparılması için güçlü bir antifaşist mücadeleye ihtiyaç var.

Artı Gerçek / 04.11.21