Macron Türkiye’yi tarihsel ve cezai sorumlulukla suçladı

Libya’daki yıkımın sorumluluğunu taşıyan bu gerici güçlerin birbirlerini suçlamaları sadece yeni bir yüzsüzlük örneğidir. Başta bölge halkları olmak üzere dünya genelinde işçi ve emekçiler emperyalist hesaplara ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltmedikçe, Libya, Suriye, Yemen vb. ülkelerdeki halkların savaşın acısını yaşamaları daha uzun süre engellenemeyecektir.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 01 Temmuz 2020
  • 17:47

NATO’da yer alan ülkelerin kurduğu koalisyonun başlattığı savaşla, Libya’daki Kaddafi hükümeti 2011 yılında yıkılmıştı. AKP-Erdoğan yönetimindeki Türk sermaye devleti, hava sahasını açarak ve İzmir’in harekatın merkez karargahı olmasına onay vererek, Libya’nın yıkımında önemli bir rol oynamıştı. O zamanki savaş, 20 Ekim 2011’de Kaddafi’nin linç edilerek öldürülmesiyle sonuçlandı. NATO koalisyonunun saldırıları geride enkaz halinde, paramparça bir ülke bıraktı. O günden bu yana çatışmaların ve yıkımın kol gezdiği Libya’daki savaş, son yıllarda sırtını farklı emperyalistlere ve bölgesel işbirlikçi devletlere dayayan iki kukla üzerinden, Fayiz es-Serrac’ın Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Halife Hafter komutasındaki Libya Ulusal Ordusu arasında sürüyor.

Libya, dünyanın en büyük petrol rezervine sahip 10 ülkesi arasında yer alıyor. Düşük sülfür oranına sahip, dünyanın en kaliteli ham petrolü Libya’da. Fakat Libya özellikle Akdeniz tabanındaki doğalgaz ve petrol rezervlerinin kontrolü konusunda yaşanan kapışma üzerinden stratejik önemde bir coğrafyaya dönüştü. Son yıllarda kapitalist-emperyalist sistemin krize girmesi, Covid-19’un sermaye düzenini ciddi anlamda etkilemesi ve Afrika’nın yeniden paylaşılmak istenmesi gibi gelişmeler bunu güçlendiren ek faktörler oldu. 

Akdeniz havzasındaki enerji kaynakları yağmasında yalnızlığa itilen AKP-Erdoğan yönetimindeki Türk sermaye devleti, çareyi Fayiz es-Serrac hükümeti ile deniz yetki alanları anlaşması yapmakta bulmuştu. Kukla hükümetin ayakta kalması için de önce örtülü, giderek de açık bir şekilde savaşa dahil olmuştu. Askeri araç gereç takviyesi, uçak ve SİHA’ların kullanılması gibi desteklerin yanı sıra Suriye’den cihatçı gruplar da Libya’ya sevk edilmişti. 

Bir süredir Libya’da NATO’yu devreye sokmak isteyen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’si (Ocak ayında düzenlenen) Berlin Konferansı’ndaki hiçbir taahhüdüne saygı göstermiyor, Libya’daki askeri varlığını artırdı ve Suriye’den cihatçı savaşçıları yeniden toplu olarak getirdi” diyerek, Türkiye’ye yönelik suçlamalara bir yenisini ekledi. 

Euronews’in haberine göre, Almanya ziyaretinde Başbakan Angela Merkel’le görüşmesinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Macron, “NATO üyesi olduğunu iddia eden bir ülke olarak Türkiye’nin, Libya’daki iç savaşta tarihsel ve cezai sorumluluğu var” açıklaması yaptı. Devamında, “Şu anda bizim açımızdan Türkiye’nin kabul edilebilir olmayan Libya politikasının açıklığa kavuşturulması gereken bir noktadayız” diyerek, bir kez daha NATO’ya çağrıda bulundu.

2011’de başlatılan savaşta uçaklarıyla en ön sırada yer alan, Libya’nın yıkımında birinci dereceden rol oynayan Fransa bugün Türkiye’yi “ilk dış müdahaleci” ülke olarak tanımlıyor. Türkiye’yi verdiği taahhütlerin hiçbirine riayet etmemekle suçlayan Macron, “Fransa, Ankara’yı savaşın yaşandığı ülkede ateşkesin sağlanmasının önündeki bir engel olarak görüyor” diyor. 

Fransa gibi emperyalist ülkelerin ve Türk devleti gibi bölgesel güçlerin Libya’daki etkinlikleri tümüyle gerici paylaşım ve yağma hesaplarına dayanıyor. Libya’daki yıkımın sorumluluğunu taşıyan bu gerici güçlerin birbirlerini suçlamaları sadece yeni bir yüzsüzlük örneğidir. Başta bölge halkları olmak üzere dünya genelinde işçi ve emekçiler emperyalist hesaplara ve saldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltmedikçe, Libya, Suriye, Yemen vb. ülkelerdeki halkların savaşın acısını yaşamaları daha uzun süre engellenemeyecektir.