Emperyalist kapitalizmin “küreselleşme” efsanesinin çöküşe doğru yol aldığı bir dönemden geçiyoruz. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın ardından, emperyalist tekellerin dünyanın dört bir yanında IMF ve Dünya Bankası politikalarıyla egemenliğini pekiştirdiği, sermayenin önündeki uluslararası çaptaki her türlü engeli kaldırarak dünyada nüfuz edilmedik alan bırakmadığı dönemde, “küreselleşme” kavramı emperyalist kapitalist düzenin allanıp pullanması için kullanıldı. Oysa ki bu kavram özel mülkiyete dayalı düzenin dünya çapındaki hakimiyetine dayanıyordu ve uzun bir geçmişe sahipti.
Burjuva devrimlerinden “küreselleşme” efsanesine
Kapitalizm, 17 ve 19. yüzyıllar arasında gerçekleşen burjuva devrimleri ile dünya çapında egemenliğini kurmuş oldu. Bu devrimlerle hukuki bir niteliğe kavuşan “ticaret özgürlüğü” eşitsizliği ve özel mülkiyetin korunması ise kapitalizmin kağıt üzerinde dayandığı temeller oldu. Buna göre herkes, sözde her şeyi dilediğince alıp satabilme ve kâr edebilme hakkına sahipti ve herkesin mülkü güvence altındaydı.
Kağıt üzerindeki bu yasalar ise esasta özel mülkiyetin korunduğu, piyasa ilişkilerinin ve kapitalizmin hakim olduğu düzenin tüm çarpıklığını açıkça gözler önüne seriyordu. Zira bu, herkesin eşitliği ya da özgürlüğü değil, yalnızca mülk sahiplerinin diledikleri gibi alıp satarak kâr etme özgürlüğü; sömürülen sınıfların ise ancak yeteneklerini, emek güçlerini satarak ücretli köle, yani işçi haline gelmeleri demekti.
19. yüzyılın sonlarına doğru gelindiğinde, sermaye birikimlerini ve siyasal birliklerini erken kuran devletler ve bunların hakimiyetini ellerinde bulunduran emperyalist tekeller, söz konusu eşitsizliğin de ötesinde, kölecilik, barbarlık vb. yöntemlerle yalnızca kendi ülkelerinde değil, fakat dünya çapında egemen hale geliyordu. Sömürgelerde “ticaret özgürlüğü” yoktu, fakat bu tekellerin egemenliklerini her türlü barbarlıkla pekiştirme özgürlüğü vardı. Bu şekilde tüm dünyada paylaşılmadık alan bırakmayan tekeller, bu paylaşımın sınırlarına dayandıkça, esasta da kapitalizmin çıkmazlarıyla karşı karşıya kaldıkça adım adım Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'na doğru yol aldılar. Yatırımlar düşüyor, büyük projeler erteleniyor, dünya ticareti daralıyor ve kapitalizm işlemez hale geliyorken, sermaye, rekabetin de kızıştırdığı bu çıkmazı aşmak için yıkıcı güçlere, savaş aygıtlarına ve militarizme akarak ve kendi önünü Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı ile açarak yoluna devam etti.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'na giden sürecin temelinde yatan çıkmazlara gelmeden önce şunu hatırlatmakta fayda var: Bugün de sermayedarlar, burjuva ekonomistler ya da çeşitli temsilcileri, bu dönemde benzer bir sürecin içerisinden geçildiğine dikkat çekiyor. Onların laflarından da öte, dünya kapitalizminin bunalımı, benzer eğilimlerle görünür hale geliyor. Bu gidişat ise “küreselleşme” efsanesinin çöküşünün yakın olduğunu gözler önüne seriyor.
En basit örnek, dünya ticaretinin 2016’nın ilk 10 ayında yaşadığı yüzde 4’lük daralmadır. Bununla birlikte yatırımlarda düşüşle ve artan rekabetle yaygınlaşan iflaslar; sermayenin daha da merkezileşmesi ve yoğunlaşması ile kızışan rekabet ve son olarak da bu rekabetle birlikte savaş aygıtlarına yapılan yatırımların artması gibi olgular, kapitalizmin karşı karşıya bulunduğu çıkmaza ve “küreselleşme” efsanesinin sonuna gelindiğine işaret etmektedir.
“Küreselleşmenin” krizi
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın ardından dünya çapındaki hegemonyasının sefasını süren ve son dönemde ise bu hegemonyası ağır darbeler alan ABD, tekellerinin çıkarlarını korumak adına rakip olarak gördüğü güçlerin kendi pazarındaki etkinliğini sınırlamayı tartışıyor. Bu açıdan Çin’i hedef gösteren ABD, gerek Asya-Pasifik’teki saldırgan hamlelerini, gerekse de kendi ülkesinde ciddi paya sahip olan Çinli tekelleri, korumacı ve rekabeti kızıştıracak önlemlerle sıkıştırmayı gündeme getirmiş durumda. Asya-Pasifik’e Amerikan sermayesinin nüfuz etmesini amaçlayan Transpasifik Ticaret Ortaklığı’ndan vazgeçileceği dile getirilirken, doların değerinin yükseltilmesine hizmet eden Amerikan Merkez Bankası (FED) kararları ve para politikaları da dolar üzerinden borçlanan “gelişen ülke ekonomileri” kategorisinde yer alan başta Çin’in bulunduğu ülkeler üzerindeki ekonomik kriz baskısını arttırıyor.
Amerikan tekellerinin hegemonyasını tehdit eden Çin’e karşı “korumacı önlemler”, Trump’ın kişisel politikaları ya da çılgınca önerileri değil. Zira Trump, Wall Street’in bir kuklası olduğunu, yeni hükümetin bakanlığına önerdiği sermayedarlarla bir kez daha göstermiş oldu.
“Küreselleşmenin” çöküşünün bir diğer temel göstergesi de AB’nin dağılması tartışmalarını gündeme getiren Brexit oldu. Brexit referandumundan çıkan AB’den ayrılma kararının ardından, Yunanistan, İtalya, İspanya başta olmak üzere pek çok AB ülkesinde birlikten çıkış tartışmaları temel bir gündem haline geldi. Aynı zamanda AB’den çıkış çağrıları, son dönemde yükselişe geçen, ırkçı-şoven gericiliği kışkırtan partilerin popülist politikalarının da temel bir başlığını oluşturdu.
AB’nin bu krizi 2000’li yılların başından bu yana Yunanistan’daki krizle görünür olurken, İspanya, İtalya ve hatta Fransa’ya da krizin yayılması, AB içerisinde kârlarını katlayan Alman tekellerine ve dolayısıyla da birliğe karşı diğer ülke burjuvazilerini “çıkış” tartışmalarına sürüklüyor. Kısacası sermayenin hareketlerinde ve ticarette engellerin tamamen ortadan kalktığı AB’nin yaşadığı bu kriz “küreselleşme” mitinin çöküşünü açıkça ortaya sermiş bulunuyor.
“Küreselleşmenin” son dönemi: Savaş ve saldırganlık
Bu tabloda hegemonyalarının zayıfladığı gerçeğiyle yüzleşen Avrupa ve Amerikan tekelleri, ekonomik alanda rekabeti kızıştıran, kendi pazar paylarını korumaya dönük hamlelerinin yanı sıra savaş ve saldırganlığı tırmandırarak, bu alandaki yatırımlarını arttırarak da “çözüm” arıyorlar. “Küreselleşme” efsanesini yayarak bu dönemde etkinliklerini arttıran emperyalistler, yeni paylaşım savaşlarına hazırlık yapıyor.
Suriye’de, Ukrayna’da, Yemen’de, Afrika ülkelerinde “terör” bahanesiyle devam eden emperyalist kuşatmalar ve savaşların yanı sıra, bu savaşlarda üstünlük sağlayabilmek için daha fazla savaş ve saldırganlık kusan sermaye devletlerinin şefleri, bir kez daha dünya çapında bir emperyalist paylaşım savaşının yolunu düzlüyor.
AB, “kemer sıkma” politikalarıyla işçi ve emekçilerin haklarını sonuna kadar tırpanlamayı krizine “çözüm” olarak sunarken, diğer yandan da siyasi ve askeri birliğini pekiştirmeye dönük kararlar alıyor. Son örnekler arasında “mülteci krizi” bahanesiyle arttırılan baskı uygulamaları ve Avrupa Ordusu oluşturulması kararı yer alırken, ırkçı-şoven partiler de buna paralel, Avrupa çapında etkinliklerini arttırıyor.
ABD Ortadoğu’nun yanı sıra Asya-Pasifik’e, Avrupa’ya, Afrika’ya ve Latin Amerika’ya da saldırgan hamlelerle müdahale etmeye çalışıyor. Bir süredir Asya-Pasifik’e yönelen ABD, savaş aygıtlarıyla Çin’i kuşatmaya çalışırken, Rusya’ya karşı Avrupa ülkelerindeki NATO yığınağını organize ediyor. Dünyada ABD askerlerinin konuşlandırıldığı bölgeler arasında Afrika’nın payı son yıllarda önemli oranda yükselirken, ABD Latin Amerika ülkelerine yönelik hem kuşatma hem de teslim alma politikalarını hayata geçiriyor. ABD bunlara ek olarak işbirlikçisi devletlerin de kendi ülkelerinde uyguladığı baskı ve devlet terörüne destek sunuyor.
Kısacası emperyalist kapitalizmin “barış” ve “demokrasi” yalanlarıyla, öve öve bitiremediği sözde “küreselleşme”, dünya çapındaki eşitsizlikleri, sosyal ve ekonomik bunalımları pekiştirerek çöküşe doğru adım adım ilerlerken “terör” demagojisiyle de savaş ve saldırganlık göz göre göre tırmandırılıyor.
(Devam edecek)