Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, son günlerde salgının kontrol altına alındığını söylüyor. Sizin TTB olarak gözlemleriniz neler? Sizce Türkiye’de salgın kontrol altına alındı mı?
Biz de sahada çalışıyoruz ve gözlemlediğimiz kadarıyla yatan hasta sayısında son bir hafta içerisinde önemli düşüşler var. Bu bir gerçeklik. Ama salgının bilimsel olarak değerlendirilebilmesi için gerçek verilere ihtiyaç var. Bunu Sağlık Bakanlığı’na da çok kez sorduk fakat karşılığını ne yazık ki alamadık. Verileri tam olarak öğrenemeden salgının nereye gittiğine dair tam olarak değerlendirme şansına sahip değiliz. Örneğin illere göre hastaların, ölümlerin dağılımına, ölen kişilerin testlerinin sonuçlarına, ölen kişilerin tedavi olup olmadıklarına ve ölen kişilerin başka hastalıklarının olup olmadığı gibi soruların net yanıtlarına ihtiyaç var. Şu an İstanbul’da salgın belli boyutlarıyla kısmen kontrol altına alınmış olabilir. Ama başka illerde bu salgının yükselmeyeceği anlamına gelmez. Bize de başka illerdeki tabip odalarımızdan sürece yönelik değişik bilgiler geliyor ama net olmadığı için paylaşamıyoruz. Bunların bakanlık tarafından kamuoyu ile paylaşılması gerekiyor ki, biz gerçekten salgının nereye gittiğini görebilelim.
Türkiye açısından salgının ne zaman kontrol altına alınacağını öngörmek şu an için mümkün mü? Tedbir amaçlı alınan kısıtlamaların önümüzdeki ay gevşetilmesi söz konusu olabilir mi?
Sağlık Bakanlığı ve devlet anlaşılan o ki bayram sonrasındaki süreçte hızla bir normalleşme programı açıklamak istiyor. Ama bence bu konuda çok esnek davranmamak gerekiyor. Programı net bir şekilde toplumla paylaşmak ve koruyuculuğu elden bırakmamak gerekiyor. Çünkü biliyoruz ki salgının tekrarlama riski çok fazla. Şu anda kontrol altına alındığı net söylenemeyen bir süreçten söz ederken, bence sürecin böyle bir gevşemeye tahammülü yok. İstenilmeyen boyutlara tekrar ulaşabilir. Bu nedenle bilimsel kriterlerin uygulanması gerekiyor. Hala aşısı, tedavisi olmayan bir hastalıkla, bir salgınla karşı karşıya olduğumuzu bilmek ve programı da ona göre yürütmek zorundayız. Toplumun yüzde 60-70’inin temas etmediği, bağışıklığın gelişmediği bir ortamda alınan tedbirlerde bir gevşemeye gidilmesinin sıkıntı yaratacağını düşünüyor ve erken buluyorum.
TTB, Sağlık Bakanlığı'nın Kovid-19 ölümlerini raporlarken, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) önerdiği uluslararası kodları kullanmadığını belirledi. Bu durum salgının seyrinin değerlendirilmesi açısından nelere yol açıyor?
En azından hastaların seyrini takip etmek açısından açıkçası tüm veriler çok değerli. Bugün 3 bine yakın insan ölmüş durumda ve biliyoruz ki Kovid pozitif olarak değerlendirilmeyen birçok hastanın da bu ölenler arasında sayılmadığını biliyoruz. Bu nedenle sayıları net değerlendiremiyoruz. Kovid pozitif olarak değerlendirilmeyen kaç kişinin olduğuna dair net sayıyı bilmemiz mümkün değil. Ama şunu biliyoruz ki; kuşkulu ve olası vakalar bugüne kadar bu ölümlerin içerisinde Kovid ölümü olarak kabul edilmedi.
Sürekli gündeme gelen sağlık çalışanlarının kişisel koruyucu ekipmanlara ulaşımda yaşadığı ve çalışanlara yeterli sayıda test yapılmaması sorunları hala devam ediyor mu?
Kişisel koruyucu ekipmanlar konusunda özellikle salgının ilk dönemlerinde büyük eksiklikler yaşandı. Fakat biz bu konu üzerine çok yoğunlaştık. Yeterli sayıda ve bir an önce dağıtılması üzerine mücadele ettik, Sağlık Bakanlığı’na istatistikler sunduk. O süreçten sonra daha çok kamu hastanelerinde bir ilerleme kaydedildi. Ama birinci basamak sağlık sisteminde, özel sağlık kurumlarında ve iş yeri hekimliği yapılan yerlerde gerçekten hala arkadaşlarımız kişisel koruyucu ekipmanlara ulaşımda sıkıntı yaşıyorlar. Bakanlığın ve devletin bütün bu alanları sahiplenmesi ve sorumluluğu üzerine alması gerekiyor. Diğer yandan son dönemde kişisel koruyucu ekipmanların niteliği ile ilgili sıkıntılar baş göstermeye başladı. Sağlık çalışanları açısından niteliksiz ürünlerin tehlikesi çok fazla, koruyuculuğu neredeyse hiç yok.
Bu sorunların yanı sıra özel sağlık kurumlarında sağlık çalışanları ücretli izne çıkarıldı. Yasaklama kararına rağmen bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arkadaşlarımızın yanında olduğumuzu sürekli yineliyoruz. Bakanlıktan, işten çıkartılmaların yasaklanmasına yönelik taleplerimiz var. Aslında pandemi hastaneleri genelgesinde tüm özel hastaneler ve kamu hastaneleri birleştirmişlerdi. Fakat devlet bunu uygulamadı. Çok sayıda hekim arkadaşımız ve görünmeyen çok sayıda sağlık çalışanı işsizlikle karşı karşıya kaldı. 3 ay boyunca bütün sağlık çalışanlarının izne ayrılmaları, emekliye ayrılmaları yasak, dolayısıyla izne çıkarılmaları da yasak. Ama özel sağlık kuruluşları buna uymadılar ve ücretsiz izne çıkarmayı hükümetin yayınladığı genelgeye dayandırıyorlar. İktidar yayınladığı genelgeyle, patronlara günlük 39 TL karşılığında ücretsiz olarak işçilerini izne ayırma hakkı verdi.
Salgın sürecinde devam eden sıkıntılardan biri de şiddet. “Sağlıkta Şiddet Yasası” Meclis’ten geçti ama birçok doktor ve sağlık çalışanı şiddete uğramaya devam ediyor. Şiddetin engellenmesi için neler yapılmalı?
Birbirini anlamayan, ötekileyen ve demokratik kuralları tanımayan sistemler, ne yazık ki şiddeti besliyorlar. Sağlık sistemi de aslında böyle bir durumda. Ücretli, çok kalabalık kurumların olduğu, hastaneye ayak basandan para isteyen, 15 farklı kalemde farklı katkı paylarının olduğu bir sağlık sisteminin, aslında şiddet üretmesi kadar doğal bir şey yok. Toplumla sağlık çalışanlarını karşı karşıya getiren bir sağlık sistemi var. Ama salgın sürecinin aslında hekimler ile halk arasındaki açılan mesafeyi daralttığını görüyorum. Fakat daha iki gün önce bir hekim arkadaşımıza vahşice bir saldırı gerçekleşti. Bizim bunların deşifre etmemiz ve bunlara müdahale etmemiz gerekiyor. Şu an gerçekten canla başla çalışan, yardım etmek isteyen, düşene el uzatan bir sağlık grubu ile karşı karşıyayız. Siyasal iktidar tarafından çok uzun süreden beri görmezden gelinen, zaman zaman aşağılanan bir grup olan hekimler ve sağlık çalışanları, bu sürecin en önemli başarı hikayelerinin yazıcılarıdır. Sağlık sistemi aslında sınıfta kalmıştır. Fakat sınıfı geçen sağlık çalışanlarının kolektif anlayışı ve dayanışma gücü olmuştur. Dayanışmayı kıran ise yine sistemin ücretlendirme mekanizmaları, rekabetçi piyasacı yanı.
Yarın 1 Mayıs İşçi Bayramı ve sokağa çıkmak yasak. İşçilerin hiç durmadan çalışmaya devam ettiği bu salgın sürecinde 1 Mayıs’ta sokağa çıkma yasağının uygulanmasını nasıl okumak gerekiyor? Ve buradan 1 Mayıs’a ilişkin neler söylemek istersiniz?
Sokağa çıkma yasağı siyasi bir karar. Bunu sık sık dile getiriyoruz. Sokağa çıkma yasağı salgın yönetim mekanizması değildir. 1 Mayıs’ta sokağa çıkma yasağının gelmesi kuşku uyandırdı. Çünkü Türkiye’nin dört bir yanında işçiler, koşulları hiç değiştirilmeden çalıştırılıyorlar. Ama bu koşullarda çalışan işçilerin bir bakıma 1 Mayıs’ını kutlanmasının önüne geçiliyor. Ne yazık ki 2020 Mayıs’ına giderken, gerçekten sınıfsal eşitsizliklerin çok görünür olduğu ve bunun siyasal iktidar tarafından da aslında uygulanan yöntemlerle açığa çıktığı bir dönemden geçiyoruz. Sınıfsal eşitsizlik demek, aslında direk sağlıktaki eşitsizlikler, yaşamdaki eşitsizlikler demek. Bu salgın döneminde de işçilerin hastalanmasına zemin hazırlamak demek. Var olan kapitalist üretim ilişkileri açıkçası insanlığa umut getirmemiştir. İşçi sınıfının giderek yaşam koşullarını zorlaştırmıştır. Salgın döneminde bile onların insafsızca çalıştırılmasının önünün açan bir sistem ile karşı karşıyayız. Buna karşı 1 Mayıs’ta sokağa çıkma yasağı olsun olmasın, bütün işçi sınıfının, ‘bu salgın sürecinde de bize reva görünen iyi yaşam koşulları değildir’ deyip, düşüncelerini paylaşmaları gerekiyor. Onların örgütlerinin sürece daha fazla sahip çıkmaları gerekiyor.
Zemo Ağgöz – Mezopotamya Ajansı / 30.04.20