“Dünya ve ülkemiz, milyarlarca insanın geçimini, sosyal hayatını ve hepsinden önemlisi sağlığını bedenen ve ruhen sarsan bir pandemi döneminden geçiyor.
Covid-19 salgını insandan insana olan bulaşıcılığı ve ölümcül etkisi nedeniyle bilimsel verilere dayanan yaygın, kapsamlı ve koordineli tedbirlerin alınmasını zorunlu kılıyor. Salgın tedbirlerinde büyük küçük, yetkili yetkisiz herkese önemli görevler düşüyor. Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının özverili çalışmalarının yanı sıra ülkeyi yönetme yetkisine sahip olanlardan, herhangi bir yetkisi olmayan milyonlarca yurttaşımıza kadar herkesin Pandemi karşısında yapması gereken ödevler var. Yurttaşların fizik mesafeye dikkat etmeleri, bulabilirlerse gerekli yerlerde maske kullanmaları, hijyen kurallarına riayet etmeye devam etmeleri zorunlu.
Dün itibariyle “Baroların ve Tabip odalarının seçim sistemlerini değiştirmenin zamanı geldi” açıklamasını yapanlara; yasa çıkarma, genelge yayınlama ve ülkeyi bütün kurum ve kuruluşları ile yönetme yetkisini elinde bulunduranlara düşen tarihsel görev ve sorumluluklar ise bunlardan çok daha fazlasını oluşturuyor.
Kamu ve özel sağlık kurumlarında kişisel koruyucu ekipmanlara yeterince ve kalitesini düşürmeden erişilmesini sağlamak; hekimlerin ücretsiz izin, maaş kesintisi, işten atılma gibi gerekçelerle mağdur edilmelerini engellemek, hastalık ve vefatları salgın bağlantılı olunca “iş kazası-meslek hastalığı” tespitinde zorluk çıkarmamak hükümetin öncelikli görevleri arasında sayılabilir. Bununla beraber maske takma zorunluluğu getirilen milyonlarca yurttaşımıza maske teminin kaosa neden olmamak ama hepsinden önemlisi milyonlarca işsizin olduğu ülkemizde eklenen yeni işsizlerle birlikte herkesin geçim ve gelecek kaygılarına çare bulmak, mevcut hükümetin temel gündemi olmak zorundadır.
Ülkemiz ve dünyamızda tablo bu biçimde berrak olduğuna göre herkes üzerine düşen görevleri bilmeli, sorumluluklarını yerine getirmeye odaklanmalıdır. Peki, o zaman “tabip odalarının ve baroların seçim sistemlerini değiştireceğiz” açıklamasının mevcut gündemde ve ülkemiz gerçekliğinde karşılığı nedir?
Öncelikle söylememiz gerekir ki TTB olarak, 81 ili temsil eden 65 tabip odamızla birlikte, 2 yılda bir tabip odasına üye her hekimin doğrudan oy kullanarak yönetimleri belirlediği, hiçbir yöneticisinin ömür boyu yönetici kalmaya yeltenmediği ve yasal olarak da 2 dönem ard arda toplam 4 yıldan fazla yöneticilik yapamadığı ülkemizin ve belki dünyanın en demokratik seçim ve temsil sistemine sahip kurumlarıyız.
Meslek odalarının seçim yöntemleri, eğer “suni gündem olarak yaratılmıyor ya da ülkemiz demokrasisi içinden çıkamayacağı bir karanlığa doğru itilmek istenmiyorsa” ancak ülkemizdeki kötü seçimlere karşı iyi bir örnek olarak gündeme getirilebilir.
Belediye seçimlerinin tekrar ettirilmesinden, kayyum atanmasına, iktidarın kendi belediye başkanlarını istifa ettirmesinden, sonucu beğenilmeyen genel seçimlerin 5 ay sonra yenilenmesine kadar seçimlere ve sonuçlarına müdahalelerin ülkemiz demokrasisine verdiği zararlar ortadadır. Bu kötü girişimlere, yönetenlere yanlışlarını söylemekten ve iktidarı sorgulamaktan imtina etmedikleri için tabip odalarına, TMMOB ve baroların seçim süreçlerine müdahaleyi eklemeye yeltenmek ülkemizi beşinci sınıf demokrasiler grubuna dâhil etme çabasından öte bir anlam ifade etmez.
Bilinmelidir ki, Türk Tabipleri Birliği on yıllardır bedeller ödeyerek “örgütlü emek sağlıklı toplum” şiarıyla ülkemiz sağlık ve demokrasi mücadelesinde önemli görevler yapıyor. Hiç kimsenin ne TTB ve meslek odalarının emeğini ne de ülkemiz demokrasi birikimini yok saymaya hakkı yoktur.
İktidarın “makbul” ve her uygulamasına alkış tutacak TTB, TMMOB ve Baro yönetimi arzusunu anlıyoruz. Ancak bizlerin gerek meslektaşlarımıza ve gerekse de seslerini duyuramayan milyonlarca yurttaşımıza verilmiş sözümüz, hekimliği toplumdan yana ve hiçbir baskı altında kalmadan yapacağımıza dair yeminimiz var. Bunun için de bilimsel bilgiye dayalı olarak yanlışa yanlış eksiğe eksik demeyi sürdürüp, toplum yararına yapılması gerekenleri açıklamaya, talep ve takip etmeye devam edeceğiz.
Belki TBMM’deki çoğunluğa güvenilerek Anayasaya ve Uluslararası Sözleşmelere aykırı düzenlemeler yapılabilir. Belki de kağıt üzerinde bu antidemokratik girişimlerin kanunlaşması gerçekleştirilebilir.
Ancak, ne halkın sağlığını koruma ve hekimlerin ve sağlık çalışanlarının taleplerini dillendirme kararlılığımızı engellemeye ne de ülkemizdeki demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesindeki sesimizi kısmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.”