Şili’de 4 Eylül Pazar günü yeni Anayasa Taslağı referanduma sunuldu ve yüzde 62’lik bir seçmen çoğunluğu tarafından reddedildi. Böylece, 1980 tarihli Pinochet Anayasası da (en azından şimdilik) yürürlükte kaldı. Şili’de son yıllarda sol siyasetin yükselmesi ile uyum göstermeyen bir gelişme…
Nedenlerini sorgulamak, kavramak önem taşıyor. Anayasa değişikliğini gündeme getiren yakın geçmişi hatırlatarak başlayalım.
Anayasa taslağı nasıl hazırlandı?
İki yıl önce bir başka referandum, askerî darbenin ürünü olan Pinochet Anayasası’na son veren yeni bir anayasanın hazırlanmasını, katılanların ezici (%79’luk) çoğunluğuyla kabul etmişti.
O aşamaya, 2019-2020’de neoliberalizm-karşıtı, geniş kapsamlı bir halk kalkışması yol açmıştı. Sol muhalefet, kırk yıllık neoliberal düzenlemelerin Pinochet Anayasası ile bağlantılı olduğunu Şili kamuoyuna aktarabilmiş; “yeni bir anayasa” talebi gündeme böyle gelmişti.
Yeni anayasanın hazırlanmasında, bugünkü Türkiye’ye de örnek olabilecek bir yöntem kararlaştırıldı. Tüm partilerin, örgütlerin, toplulukların, belli bir imza eşiğine ulaşabilecek yerel toplulukların katılabildiği barajsız, nispî bir seçim sonunda 155 üyeden oluşan bir Anayasa Meclisi… Mayıs 2021’de toplanan Anayasa Meclisi’nde Şili parlamentosuna göre sol eğilimlerin ve bağımsızların ağırlığı artmıştı.
Sol ivme devam etti; Aralık 2021’de de sosyalist eğilimli Gabriel Boric, faşist bir adaya karşı yüzde 56 oy alarak Başkanlık seçimini kazandı.
Kuzey’de Meksika ile başlayıp Güney’de Şili’ye uzanan Latin Amerika’nın on ülkesinde solcular bugün iktidardadır. Ekim’de Lula’nın öngörülen başkanlığı kesinleştiğinde Brezilya kervana katılacak; ikinci Pembe Dalga, Kıta nüfusunun ezici çoğunluğunu kapsamış olacaktır.
Şili’de referandum yenilgisi, bu dalganın kırılganlığına, erkenden tükenmesine mi işaret ediyor? Önümüzde günlerde bu soruyu tartışan, yanıtlayan katkılar artacaktır.
Bugün ilk yorumlardan ikisini aktarmak, değerlendirmek istedim.
David Adler: Referandumun “sınıfsal” dökümü
Türkiye dışından bir arkadaşım, David Adler’in referandum sonuçlarını “tazesi tazesine” değerlendiren bir iletisini aktardı.
David Adler’in 2018’de kurulan Progressive International veya İlerici Enternasyonal’in Genel Koordinatörü olduğunu öğreniyoruz. Bu kuruluş kendisini, “ilericileri, solcu aktivistleri ve örgütleri birleştirip harekete geçirmek amacı ile oluşturulan uluslararası bir örgüt” olarak tanımlıyor.
Adler, iletisini, Şili başkenti Santiago’dan 5 Eylül’de dağıtmış. Önemli bölümlerini aktarıyorum:
“Dün gece Şili seçmenlerinin %62’si yeni anayasa taslağını reddetti. Sonuç değil, ama ‘hayır’ oylarının yüksekliği şaşırtıcıydı. Nasıl oldu? Kentsel toplum hareketi Ukamau, geç saatlerde aşağıdaki tabloyu içeren bir bildiri yayımladı. Şili halkının yoksul katmanlarında red oylarının ağır basmasına ve ‘emekçi çoğunlukla bağları yeniden kurmanın acilliğine’ dikkat çekti.”
Sözü geçen tablo aşağıdadır. Anayasa Taslağı’na ilişkin “evet” ve “hayır” oylarının Şili seçmenlerinin “gelir gruplarına göre” dağılımını veriyor.
*
Tablo açıkça ortaya koyuyor ki, yeni anayasa taslağına muhalif oylar (sütun 2), yoksul Şili seçmenlerinde yoğunlaşmıştır. Seçmenlerin ortalama gelir düzeyleri arttıkça yeni anayasayı destekleyenlerin payı (sütun 1) da artıyor: “En yoksul grup” seçmenin yüzde 25’i, en zengin grubun ise yüzde 40’ı yeni anayasayı desteklemiştir.
Adler, iletisinde Pinochet Anayasası’nı, “Şili’yi neoliberalizme kilitleyen bir belge” olduğunu hatırlatıyor; yeni anayasa taslağının ise sosyal hakları güvenceye aldığını vurguluyor. Bu ikilemi, yukarıdaki tabloyu oluşturan Ukamau örgütü, “Pinochet Anayasası’nı fikirler ve sağduyu alanında yenilgiye uğratamadık” diye açıklamış. Adler de bu teşhisi geliştiriyor:
“Anayasa Meclisi, seçmen ortalamasının bir hayli solundaydı. Feminist, çevreci, çok-uluslu yeni bir cumhuriyete ufuk açan bir vizyonu bu sayede oluşturabilmişti. Ne var ki, taslağın sayfalarındaki bu vizyonu, sıradan insanların hayatına taşıyamamıştı.”
“Şili oligarşisi, referandum döneminde bu ortama uyan araç ve stratejileri oluşturdu. Paranın gücüyle, büyük medya üzerindeki denetim sayesinde anayasa taslağını yalanlarla kötüledi. Derinlerde yatan korkuya, milliyetçilik gibi duygulara hitap etti.”
Ariel Dorfman matemdedir ve sonucu tartışıyor
Romancı Ariel Dorfman 1970-1973 döneminde Salvador Allende’nin Kültür Danışmanı olarak görev yapmış. Referandum sonuçlarını Guardian’da değerlendiriyor (5 Eylül 2022):
“İtiraf ediyorum ki matemdeyim: Ülkem Şili’de seçmenlerin %62’si, yeni ve ilerici bir Magna Carta’yı reddetti. 1980’de diktatör Pinochet’nin getirdiği, vazgeçilmez reformları engelleyen bir deli gömleği de olan düzmece anayasa şimdilik korunmaktadır.”
Ariel Dorfman, yeni anayasanın “üç yıl önceki halk ayaklanması” sayesinde hazırlandığını hatırlatıyor. O kalkışmanın ana talepleri, yani “kuşaklar boyunca Şili halkının mücadele ettiği, herkes için sağlık, eğitim, emeklilik, suya ulaşım hakları; yeraltı kaynakları üzerinde hükümranlık, çocukların, hayvanların gözetilmesi” yeni anayasa taslağında yer almıştı.
Dorfman, reddedilen anayasa taslağının, üç yıl önce gündemde olmayan, ilerici öğeler, yenilikler de içerdiğini vurguluyor:
“Dünya tarihinin en çevre-dostu kurucu sözleşmesi oluşturulmuştu. Doğaya kişilik [hakları] tanınıyor; dereler, hava ve ormanlar korunuyordu. Demokrasi genişletiliyor; cinsiyet eşitliği, halk katılımı sağlanıyordu. Yüzyıllarca reddedilen özgün [“azınlık”] halkların varlıkları tanınıyordu.”
Romancı Dorfman, kimlik ve kültür alanlarındaki bu ilerici öğeleri tümüyle onaylamaktadır; ama “ölçü kaçırıldı mı?” diye de sorgulamaktadır:
“388 madde ile dünyanın en uzun [anayasal] belgesi oluşturulmuştu. Buzullara tanınan yasal statüyü, kültürel açıdan uygun yiyeceklerin korunmasını abartılı bulanlar var.”
“Sayısız Şilili, Avrupalı mirasından, kimliğinden gurur duyar. Bizlere ilkokulda, ülkemizde Hintli [“kızılderili”] kalmadığı, hepsinin asimile olduğu öğretilmişti. Ülkelerinin bütünlüğünden onur duyan yurttaşlarımın pek çoğu, anayasa desteklemesi taslağındaki çok-ulusluluktan, özgün [“yerli”] haklara özerklikten tedirgin oldu.”
İkilem Şili’ye özgü değil
"Yoksulların Pinochet Anayasası’nı sineye çekmesi” ile ortaya çıkan ikilemin Şili’ye özgü olmadığını düşünüyorum. Bu görüşümü, David Adler’in iletisini yollayan arkadaşıma, iyi bildiği iki ülkeyi örnek gösteren şu mesajla açıkladım:
"Kültür savaşları, sınıf mücadelesine baskın çıkıyor: Kırk yıllık neoliberalizm halk sınıflarında tutucu değerleri beslediği için, bu değerleri sahiplenen Trump ve Johnson seçim kazanıyorlar. Göçmenlere karşı Meksika sınırına duvar çekiyor; Brexit'ten çıkıyorlar. Bu arada büyük sermaye/büyük medya, Trump'ı yenme olasılığı yüksek olan Sanders'ı başkan adaylığından eliyor; Corbyn'i de Yahudi-karşıtlığı suçlamasıyla İşçi Partisi liderliğinden uzaklaştırıyor.”
Türkiye’den de örnekler verebilirdim. Kırk küsur yıl öncesinde neoliberal dönüşümü Türkiye’ye yerleştiren 12 Eylül rejiminin din derslerini zorunlu kılması… Bugünkü iktidarın da cemaat-tarikat gruplarıyla birlikte “İslâmî değerleri koruma” adına yoğun bir ideolojik, idarî, yasal saldırı başlatması…
Gericilik geçmişte ve bugün, egemen sınıfların öncülüğü veya farklı katmanlarının açık, örtülü destekleri, en azından bilinçli suskunlukları ile sürdürülmüştür; sürdürülmektedir. Kültürel alanda gerici değerlerin egemenliği, sermayenin gaddar tahakkümünü payidar kılmak için gereklidir.
soL / 09.09.22