Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 1 Kasım’da katıldığı bir televizyon programında Rusya ile Çin arasında askeri bir ittifak düşüncesinin olmadığını üstelik bunun sadece Rusya’nın değil, Çin’in de tercihi olduğunu söyledi. Lavrov’un bu açıklaması hem Türkiye’de hem küresel medyada geniş yankı buldu. Bunun en önemli nedeni Rusya’nın dış politikasını özelde Çin ile kurduğu ilişkileri yer yer abartılı yorumlarla ele almaktan kaynaklanıyor. Oysa Rusya cephesinden duruma bakıldığında gerek dış politikaya temel oluşturan ilkeler gerekse zaman zaman iki ülke arasında yaşanan ayrışma, ihtişamına rağmen Rusya ile Çin ilişkilerine dahası Rusya’nın küresel vizyonuna dönük önemli ipuçları sunuyor.
Bu yazıda Rusya’nın dış politikasının getirdiği sınırlandırma içerisinde hareket ettiğini ve ilişkilerini perspektifle yürüttüğünü iddia edeceğim.
Kremlin’in dünyası çok kutuplu
Rusya dış politikasının küresel sisteme bakışı ilişkilerine dönük önemli bir temel sunuyor. Küresel perspektif, Rusya’nın küresel sistemi ele alış şekli, buna dönük eylem ve söylemlerine dayanıyor. Küresel sistem denildiğinde Rusya’nın temel önerisi çok kutupluluk. Nedir peki Rusya için çok kutupluluk?
Dış politika belgeleri, liderlerin söylemleri ve ortaya çıkan tabloya bakıldığında Moskova gözüyle çok kutupluluk, en az üç merkezin küresel sistemde kararların alınmasına ve uygulanacak politikalara etki edebilmesidir. Söz konusu merkezler, bir devletten oluşabileceği gibi birden fazla devletin bir araya gelmesine de dayanabilir. Bu sistemin temel hedefi tek bir devletin küresel sistemi ve politikaya egemen olarak kendi başına kararlar almasına engel olmak, onu dengelemektir.
ABD’nin 2003’te Irak işgaliyle beraber daha görünür biçimde savunulan bu politikanın temeli 1996’da Rusya ile Çin arasında imzalanan bir “çok kutupluluk deklarasyonu” ile atıldı. Ancak bu politikanın en akılda kalan örneği Vladimir Putin’in 2007’deki Münih’te Avrupa Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşma. Bu konuşmasında Putin bir devletin kendi kafasına göre dünyaya şekil vermesinin, ülkeleri işgal etmesinin kabul edilemez olduğunu söyledi. Devamında Rusya olarak tek bir aktörün sisteme egemen olduğu bir yapıyı kabul etmediklerini ve çok kutuplu bir dünya düzenini savunduklarını sert biçimde ifade etti. Nitekim Rusya o günden bu yana da görünür biçimde ‘çok kutupluluk’ diyor ve bunun için çaba harcıyor.
Moskova: İttifak yok, işbirliği var
Rusya dış politikasında 1991’den sonra dönüşüm sadece küresel sistem tasavvurunun değişmesiyle sınırlı kalmadı. Ülkelerle yürüteceği ikili ve çoklu ilişkileri de yeni bir perspektifle tanımladı. Rusya, halefi SSCB’den farklı olarak müttefikler edinmekten uzak durdu, duruyor. Bunun arkasında ittifakların maddi yükü ve aldığı sorumluluğun etkisi var. SSCB, Ortadoğu’dan Asya’ya pek çok ülke ile ittifak kurmuş, modernleşmelerine katkı vermiş, kredi açmıştı. Ancak dağılma sonrasında ödenmeyen borçlar, sırtlanılan sorumluluklar Rusya’da “Benim derdim bana yeter, ekonomim dibe vurmuş, SSCB’nin borçlarını miras almışım bir de üstüne kimseye kol kanat geremem” söylemiyle yeni bir forma kavuşturuldu.
2000’lerde Rusya dış politikasında küresel ekonomi politikteki dönüşüm uyarınca yeni bir kavram sık geçer oldu: “Ortaklık/ stratejik ortaklık (partnership/strategic partnership)”. SSCB’den alışık olunan “dostluk ve kardeşlik anlaşmaları” yerini ortaklığa bıraktı. Rusya kardeşlik veya dostluk değil, yatırım, kredi, ticaret, enerji ihracatı istiyor, gevşek bağları olan soruna göre yan yana gelmelere önem veriyor. Bunu da ancak bir meta/sorun/mekân paylaşımına dayanan bir kavramla yapabilirdi. SSCB 1925’te Türkiye ile Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması imzalamıştı. 2018’de Stratejik Ortaklık Anlaşması ile Rusya’nın ortaklık ağı, Çin, Suudi Arabistan, Katar, BAE, Avrupa Birliği, Latin Amerika, Vietnam’a kadar uzanıyor. Bu esnek kavram olmasa bu kadar farklı ülkeyle nasıl iletişim kurulabilir ki…
İttifakın olduğu tek yer: Eski Sovyetler Birliği coğrafyası
Ortaklık kavramının istisnasının olduğu tek bölge eski Sovyet coğrafyası. Rusya söz konusu bölgeyi 1993’te yayınlandığı Askeri Doktrin ile arka bahçesi ilan etti. Buraya dönük olası bir müdahalede elinden geleni ardına koymayacağını da. Nitekim Gürcistan, Kırgızistan ve Ukrayna müdahaleleri Rusya’nın bu konudaki ciddiyetini ortaya koyuyordu. “Kimse sabrımızı test etmesin” diyen Rusya, “Gerekirse nükleere baş vuran ilk ülke olurum” da demişti. SSCB hep bundan kaçınmıştı. Nitekim 2002’de Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Beyaz Rusya ve Ermenistan’ın bir araya gelmesiyle kurulan ve NATO gibi “Birimize olan saldırı hepimize yapılmıştır” diyen Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü bu hassasiyetin en açık örneği. Rusya bu bölge söz konusu olduğunda sadece savunmada kalmıyor elbette, gerektiğinde pençelerini çıkardığını dünya 2008’de Gürcistan’da ve 2014’te Ukrayna’da yaşananlarla gördü.
Askeri ittifak yerine enerjiden ekonomiye işbirliği
Yazının başında değinilen Lavrov’un sözlerine Rusya’nın özetlenen dış politika dinamikleriyle yaklaşmak gerekiyor. Rusya elbette NATO başta olmak üzere kendisine tehdit olarak gördüğü ülkelere karşı askeri seçeneği dışlamayacak yöntemleri kullanıyor. Ancak küresel ve bölgesel politikasını sadece buna dayandırmıyor. İlk defa yakın temasa geçilen ülkelerle askeri politikaları ikincil kılacak bir yöntem uyguluyor. Putin’in 15 Ekim 2019’da Suudi Arabistan’da “Suudi Arabistan’ın dahil olduğu ittifaklara saygı duyduklarına, amaçlarının ekonomi ve enerji alanında ortaklıklarını pekiştirmek olduğuna” dönük söylemi, Lavrov’un sözlerini tamamlayıcı bir nitelik taşıyor.
Bu bağlamda Rusya açısından Çin gibi dünyanın en büyük ekonomilerinden biriyle Şanghay İş Birliği Örgütü ve ikili tatbikatlar dışında daha kapsayıcı bir şemsiyede hem de askeri bir nitelikte olanda yan yana gelmek, Rusya’nın kendi dış politikasıyla çelişmesi anlamına gelir. Üstelik ittifakların, özellikle askeri ittifakların bağlayıcılığının farkında olan Moskova, Pekin’in Asya Pasifik’te Japonya ve Vietnam gibi ülkelerle yaşadığı toprak anlaşmazlıklarında nötr bir tutum alıyor ki bu ülkeler ve bölgeyle ilişkileri sürsün ve etki alanı genişlesin. Ancak askeri bir ittifak demek, Çin’in sorunlarının da parçası olmak anlamına gelebilir. Dahası Rusya’nın Asya Pasifik’te “Ne ABD ne Çin tarafsız Rusya” söylemi de etkisiz kılınmış olur. Benzer bir durum Çin için de geçerli. Çin de askeri bir ittifak ağıyla Rusya’nın Batı ile yaşadığı gerilimlerden payını düşeni alabilir. Oysa ABD ve AB, Çin’in ticaretinde aslan payına sahip. Böyle bir ittifakın adı dahi Çin’in ekonomisi için olumsuz sonuçlara neden olabilir.
Özetlenen dış politika öncelikleri ve esnekliği içinde taşıyan ortaklık stratejisi sadece Çin açısından değil, kendi ittifak ağlarını ve bağlayıcılığını dikkate almadan Rusya’dan taahhüt etmediklerini bekleyen her aktör için geçerli. Aksi bir beklenti içinde girildiğinde Lavrov “Kusura bakmayın sizi savunmak zorunda değiliz, ekonomik ilişkilerimiz, enerji ilişkilerimiz, stratejik ortaklığımız sürsün isteriz ancak, biz prensip olarak ittifak yapmıyoruz” derse şaşırmamak lazım. Buna örnek için Kasım 2015’te yaşanan uçak krizi ve sonrasında olanlara bakmak yeterli. Unutmayalım ki Lavrov “İttifak yok” derken kendi görüşünü değil, dış politikanın yaslandığı ilkeleri hatırlatıyordu.
Gazete Duvar / 06.11.19