Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde geçen hafta termik santrallerin baca filtresi ve arıtma tesisi kurmadan 2.5 yıl daha çevreyi kirletmesine izin veren yasa tasarısı AK Parti ve MHP’li vekillerinin oylarıyla kabul edildi.
İktidar, 2013’te termik santralleri özelleştirdi ve 2019’da arıtma tesisi/filtre sistemi kurulması gerektiğini kanun haline getirdi. Yani Çanakkale/Çan 18 Mart Termik Santrali, Şırnak/Silopi Termik Santrali, Maraş/Afşin Elbistan A Termik Santrali, Maraş/Afşin Elbistan B Termik Santrali, Kütahya/Tunçbilek Termik Santrali, Kütahya/Seyitömer Termik Santrali, Manisa/Soma A Termik Santrali, Manisa/Soma B Termik Santrali, Sivas/Kangal Termik Santrali (1. ve 2. üniteler), Zonguldak/Çatalağzı Termik Santrali, Ankara/Çayırhan Termik Santrali, Muğla/Yeniköy Termik Santrali, Muğla/Kemerköy Termik Santrali, Bursa/Orhaneli Termik Santrali, Karabük/Kardemir Termik Santrali işletmecileri 2013’ten beri filtre takmak için 6 yılları olduğunu biliyordu. Ancak sermaye açısından “ek masraf, ne gerek var” vurdum duymazlığı cezalandırılmak şöyle dursun, bir nevi ödüllendirildi, çünkü aynı anlayışla 2.5 yıl daha kanser yaymalarına izin verildi.
Termik santral sevdası ve kanser
Enerji Bakanlığı son iki yıldır kömür üretimi ve termik santraller için teşvik veriyor. Yenilenebilir kaynaklar için de çaba harcanıyor, bunu pek çok bakanlık raporundan gördük. Ancak adını sıkça duyduğumuz yeni sermaye grupları da, yeni olmayanları da kömüre koşuyor. Üstelik ‘akın’ bununla da sınırlı değil. Daha önce doğal gaz santrali olan ve buradan elektrik üreten firmalar, iki nedenle kömüre kaydı. Birincisi 2018’de santrallerde kullanılan gaza gelen yüzde 50’lik zam. İkincisi kömür işletmeleri ve termik santrallere verilen teşvikler.
Türkiye’nin kömür odaklı elektrik üretim politikası hız kazanmadan önce, 2013’te termik santraller özelleştirildi. Ardından bu santrallerin çevre yatırımlarını tamamlamaları için 2019 yılının sonuna kadar süre tanındı. Üstelik süre tanınmakla da yetinilmedi, gerekli ekipmanlar ve düzenek kurulsun diye bu santral sahiplerine maddi teşvik verildi. Ancak yeterli denetim ve baskı oluşturulmadı. Şimdi 2.5 yıl daha “tamam bu sefer takın yoksa kızarım” dendi. 2.5 yıl sonra bir erteleme daha gelmeyeceği ne malum?
Yasaya konu olan 15 santral 6 yıl boyunca, çok yüksek miktarlarda kükürt dioksit (SO2), azot oksitler (NOx), karbonmonoksit (CO), ozon (O3), hidrokarbonlar, partiküler madde (PM) ve kül oluşturmaya devam etti. Bu santraller, üretim sırasında azotoksit, kükürtdioksit ve pek çok küçük yapılı partikül saldı. Bu kısaltmalar ve maddelerin ne anlama geldiğine bakalım.
Adları sayılan bu maddeler, doğa için asit yağmuru, çoraklaşan tarım arazileri, mikro organizma ve canlı tabakanın telafisi zor hasarlar görmesi demek. İnsan özelinde duruma bakarsak, bu maddeler yöre insanının sinir sisteminde olumsuz etkilere yol açıyor. Yani astım, solunum güçlüğü, akciğer enfeksiyonları demek.
Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) de bileşeni olduğu Temiz Hava Hakkı Platformu’nun yayımladığı Kara Rapor’a göre Türkiye’de 2018 yılında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ait hava ölçüm istasyonlarından, hesaplamalar için yeterli sayıda ölçüm yapılan 73 ilin 72’sinde hava kirliliği var. Üstelik bu bazı illerde olması gerekenin birkaç katı.
Genel resme bakarsak TTB’nin yaptığı açıklamaya göre dünyada her yıl toplam 8 milyon insan hava kirliliği nedeniyle erken ölüyor. Bilimsel çalışmalar, kirli hava solumanın, solunum ve dolaşım sistemi başta olmak üzere tüm sistemleri etkilediğini vurgulamakta, yol açtığı çok sayıda sağlık sorunu nedeniyle hastalık yükünü artırdığını ve erken ölümlere yol açtığını gösteriyor. Bu hava en çok da bebek ve çocukların sağlığını, büyümesini ve gelişmesini olumsuz etkiliyor. Elbette bu havayı sadece insanlar solumuyor, hayvanlar ve bitkiler de bundan etkileniyor
Termik santrallerde yüksek sıcaklıklarda elde edilen buharı soğutmak için yer altı suları veya akarsular kullanılır. Yerin altından çekilen ya da akarsudan alınan suyla sıcak su-soğuk su değişimi yapılır, ortam soğutulur. Peki bu su değişimiyle açığa çıkan sıcak su ne yapılıyor? Doğaya salınıyor. Çekilen suyun yerine bırakılan bu sıcak su, belli bir su sıcaklığında yaşayabilen canlıların ölümüne neden oluyor. Dahası bu süreç, kaynakların kirletmesine ve yeşilin geri dönülmez biçimde tahrip edilmesine neden oluyor.
Enerji analizi ve analistin vicdanı
Enerji Bakanlığı’na göre Türkiye geçtiğimiz yıl 303,9 milyar kWh elektrik üretti. Bu üretimin yüzde 37.3’ü kömürden sağlandı. Bir önceki yıl, doğal gazdan üretilen elektrik kömürün çok üzerindeydi. Ancak 2018’de doğal gaz santrallerinin kullandığı gaza yapılan yüzde 50’lik zam pek çok santrali işlemez hale getirdi. Bu hamle 2015’te yayınlanan Enerji Strateji Belgesi dikkate alındığında anlaşılırdı, zira o belgede dünyada bir yandan kömür kullanımını azaltmaya dönük çareler aranırken “kömüre hücum” politikasının altı çizilmişti. Bakanlık yayınlandığı stratejide şöyle deniyordu: Türkiye doğal gaz ve petrolde dışa bağımlı bir ülkeydi. Milli ve yerli enerji politikası, Türkiye’nin kömüre yönelmesiyle sağlanacaktı.
Enerji analizlerinde güvenlik eksenli tavsiyelerin olmazsa olmazları, kaynak çeşitliliği, mümkünse ithalatı aza indirme, değilse alternatif üreticilere yönelerek tedarikte çeşitliliğe gitme. Ancak bu ‘reçete’ bir hastalığa yakalanmış insana verilen ilaç tedavisidir. Oysa sağlıklı yaşam ve çevresel koşullardan kaynaklanan, bunların tetiklediği hastalıklardan kurtulmak için ilaç değil, çevre düzenlemesi, kaynakların verimli kullanımı, ‘milli’ diyerek insan yaşamı ile vatan sevgisinin karşı karşıya getirilmemesi gerekir. Bu yaklaşım son birkaç yıldır enerji analizleri çalışmalarında iklim, canlı yaşamı, enerji kaynaklarının kullanımına karşı zararı yok etmek/en aza indirmek gayretlerinde karşılık buluyor. Bu analiz boyutuna ‘enerji kaynaklarının çevresel ve canlı maliyeti’ deniyor.
Yani aklı başında bir enerji uzmanı, “haydi kömüre koşun, termik santral kuralım” demez. Önce bu kaynağın etkisini, verimliliğini, -diyelim ki dünyanın en verimli kaynağını buldunuz- bunun insani maliyetini, çevresel etkisini, örneğin madenler ve tarım alanları, maden işçilerinin yaşam güvenliği, santral bölgelerindeki bitki, hayvan, mikroorganizmalar ve insan üzerinde olası etkilerini inceler. Gerektiğinde, “evet bu kaynak günü kurtarır, ancak gelecek on yıllara kanser, kuraklık, ithalata bağımlı bir tarım, kimyasal ve ilaç bazlı hayvancılık ve tarımsal üretim bırakır. Bunun sağlık, ekonomik, istihdam maliyeti kaynağın verimiyle mukayese edilemez” der. Demiyorsa önce vicdanından sonra uzmanlık alanından şüphe etmek gerekir.
Özetle adında ‘milli ve yerli’ geçen enerji strateji belgesiyle termik santrallere daha fazla alan açıldı. Buraya kadar olan süreç, “dışa bağımlı mı kalalım” ve “doğal gaz lobisi iş başında” düzeyindeki açıklamalara neden oldu. Türkiye elektriği ne için üretiyor, ekonomik büyüme ne içindir? Türkiye’nin elektrik ihtiyacı için alternatif yollarla mevcutken ‘kömür de kömür’ denmesi başlı başına sorun. Haydi şimdilik onu ikincilleştirelim.
Peki, sermaye grupları zarar görmesin diye, 2.5 yıl daha yöre halkının, hayvanların, nehirlerin, kuşların, mikro organizmaların zehirlenmesine, hastalıklardan hastalık beğenilmesine neden olacak bu düzenleme ne içindir? Türkiye’nin yerli ve milli enerji politikası insan hayatını, doğayı, hayvanları, bitkileri bu büyük ve iddialı söyleme dahil etmemekte midir? Afşin Elbistan’daki, Manisa Soma’daki halk ve doğa, vicdani ve hukuki sorumluluk alanının sınırlarına dahil değil midir? Hep mi halka, doğaya, canlılara karşı sermayenin yanında yer alınır? Bu soruları öncelikle bu yasaya ‘evet’ oyu veren vekillere, ardından ‘hayır’ oyu vermek için meclise bile gitmeyen vekillere sormak gerekiyor.
Gazete Duvar / 26.11.19