Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 5 Ağustos’ta Soçi’de Rusya lideri Vladimir Putin’le görüşmesinden sonra biraz daha netleşen tablo, Türkiye’nin ambargo altındaki Rus sermayesi için giderek “güvenli bir liman” olduğunu teyit ediyor.
Rosatom'un Akkuyu Nükleer AŞ’ye sermaye aktarımı adı altında topladığı fonları Merkez Bankası’nın rezerv havuzuna park etmesi, Soçi zirvesinde Rusya’dan ithal edilen doğalgaz bedelinin bir kısmının ruble olarak ödenmesi kararı, Visa ve Mastercard kullanamayan Ruslar için geliştirilen MİR kartının Türkiye’de yaygınlık kazanması yönünde yürütülen çalışmalar entegre bir mekanizmayı tamamlıyor.
Rus sermaye hareketliliğini izleyen uzmanlar Ukrayna savaşını takip eden aylarda Türkiye’ye yönelimin arttığını aktarıyor. Özellikle Rus şirketleri Avrupa’dan temin edilen malları Türkiye üzerinden Rusya’ya aktarma yoluna gidiyor. Türkiye’de ruble kullanımına dair bavul ticaretinin revaçta olduğu 1990’lardan bugüne oluşmuş tecrübe de bu tür operasyonları kolaylaştırıyor.
İlk mühim gelişme Akkuyu Nükleer Santrali’nin dördüncü reaktörünün temel atma töreninden beş gün sonra 26 Temmuz’da Rosatom’un inşaatta altyüklenici Türk şirketi IC İçtaş’la sözleşmeyi feshedip sermaye aktarımına başlamasıydı. Rosatom’un 15 milyar dolarlık yatırım çerçevesinde parçalar hâlinde Türkiye'ye para transferine başladığı yönündeki haberler geldi.
Ardından 28 Temmuz’da Rosatom’un Türk devlet tahvillerine yatırım yapmak ve sonrasında santrale ekipman almak üzere yedi yıla kadar vadede 6,1 milyar dolarlık kredi hattı aradığı belirtildi. Şirketin basın ofisi, “Kredi anlaşması, fonun projede kullanılmasına kadar Türk devlet tahvilleri ve mevduatlarına geçici olarak yatırımı kapsayabilir” dedi. Rosatom kendi iştiraki Atomenergoprom’u kredinin garantörü olarak kullanmayı, bulunacak krediye teminat olarak da dolar cinsi Türk tahvilleri vermeyi planlıyor.
Türkiye’ye 5 milyar dolar civarında bir transferden bahsedilse de Al-Monitor’un bankacılık sektörüne yakın bir kaynaktan edindiği bilgiye göre Ziraat Bankası aracılığıyla 2.6 milyar dolar civarında gönderildi.
İkinci gelişme Soçi’de doğalgazda kısmen ödemenin ruble ile yapılması uzlaşması ve parasal düzenlemeleri içeren Ekonomik İşbirliği Mutabakat Zaptı’nın imzalanmasıydı. Aslında Erdoğan’ın istediği karşılıklı ulusal paraların ticarette kullanılmasıydı. Al- Monitor’un edindiği bilgilere göre Erdoğan doğalgaz ödemelerinin ötelenmesi ya da hazine kâğıtlarıyla ödenmesini de önerdi. Bu teklife yanaşmayan Putin, döviz krizi yaşayan Erdoğan’ı rahatlatmak için sadece doğalgazda ödemenin kısmen ruble ile yapılmasını kabul etti.
Erdoğan mali işbirliğindeki gelişmeyi “Bir de Rusya'nın MİR kartı var. Beş bankamız üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Çok ciddi gelişmeler var” sözleriyle aktardı. İki ülkenin merkez bankası başkanları da Soçi’de görüştü. MİR’in Türkiye’ye taşınması 2016’da gündeme gelmiş, 2019’da bir Rus bakan ATM’den MİR kartı ile 100 TL çekerek bunun reklamını yapmıştı. Maliye Bakanı Nureddin Nebati’ye göre nisan itibariyle MİR kartının geçerli olduğu işletmelerin oranı yüzde 15’i buldu. Bu oranın arttığı tahmin ediliyor.
Bu süreçte birkaç önemli soru beliriyor: Rosatom’un kararları gerçekten de Türkiye’yi Rus sermayesi için güvenli limana dönüştürüyor mu? Yaptırımları atlatma mekanizmaları mı geliştiriliyor? Bu durum Türkiye’ye ikincil yaptırımları tetikler mi? Mevcut ruble stoku doğalgaz bedeli için gereken miktarı karşılar mı?
Eski Merkez Bankası uzmanı, ekonomist ve yazar Uğur Gürses, Rosatom-Akkuyu-dolar tahvili üçgenini Türkiye’de Rusya rezervlerine park alanı açma mekanizması olarak görüyor. Gürses, 26 Temmuz’da 98.9 milyar dolar olan Merkez Bankası’nın döviz ve altın rezervlerinin 4 Ağustos itibariyle 108.1 milyar dolara çıktığını belirtip bu artışı sisteme giren Rus parasına bağlıyor.
Al-Monitor’a konuşan Gürses, “Parayı Türkiye’ye park etmek için nükleer santral öne çıkarılıyor. IC İçtaş ile inşaat sözleşmesinin iptali de muhtemelen bu yolu açmak bir girizgâh oldu. Geçici olarak fonun gönderilmesi, devamında Türkiye hazinesinin dolar tahviline yatırılması, bunun da kreditörlere teminat diye verileceğinin anlatılması tüm bu kurgunun bir parçası” diyor. Gürses, “Bankaları tehlikeye atmaktan kaçınıp, Hazine’yi yani devleti öne çıkarıyorlar. Belli ki Hazine’ye yaptırım getirilmesini uzak ihtimal olarak görüyorlar. Bana kalırsa da yaptırım getirilmesi zor” diye ekliyor. Yani Rus şirketlerinin doğrudan Türk bankalarına fon akıtması yerine Rosatom üzerinden Hazine tahvilleri alarak sermaye aktarımı söz konusu. Nükleer santral inşası bu operasyonun görünen yüzü.
Ancak Gürses’in bu mekanizmanın uzun vadeli olup olmayacağı ve ruble kullanımının hedeflenen seviyeye ulaşıp ulaşmayacağı konusunda kuşkuları var. Gürses ikincil yaptırımlara maruz kalma korkusunun şirket ve bankaları Ruslarla iş yapma konusunda frenleyeceğini, MİR kartıyla biriken meblağın sınırlı kalacağını, bu kapasiteyle Türkiye’nin Rusya ile 38 milyar dolarlık dış ticaret açığından kaynaklanan baskıyı azaltamayacağını öngörüyor. Gürses’e göre Rusya TL ile ödemeyi kabul etseydi durum çok değişirdi. Fakat yüksek enflasyon ve kurdaki istikrarsızlık bu tür bir mekanizmaya izin vermiyor.
Eski Moskova Büyükelçiliği Ticaret Müşaviri Aydın Sezer de yaptırımların Türkiye’yi Rus işadamları için üs haline getirdiğini not ediyor. Al-Monitor’a konuşan Sezer, Rosatom’un kredi çağrısının Rus sermayesinin Türk sistemine gireceğine dair büyük bir işaret olduğunu belirterek “Akkuyu burada kılıf. Rosatom kamu kuruluşu olarak bu işareti verdiyse bunun arkası gelir” diyor. Sezer, Rusya’daki tüm bankaların SWIFT kapsamında olmamasının işleri kolaylaştırdığını, Ziraat Bankası gibi Rusya’daki Türk bankalarının rolünün öne çıktığını ve özel bankaların ikincil yaptırımlar karşısında risk almaktan kaçınması nedeniyle operasyonların kamu bankaları üzerinden yapıldığını belirtiyor.
İki ülke arasındaki mutabakatları “mali işbirliği operasyonu” olarak niteleyen Sezer, “Bunun iki veçhesi var: Buna en fazla ihtiyacı olan Erdoğan. Putin onu kırmıyor, jest yapıyor. Buna mukabil Türkiye de ambargoya uymayarak sermaye çıkışını sağlayıp Rusya’ya mal akışı konusunda önemli bir pencere görevi sunuyor. İki taraf için de Türkiye’nin biraz daha avantajlı olduğu kazan kazan pozisyonunu var” ifadesini kullanıyor. Türkiye’nin Akkuyu Nükleer AŞ’de kendisine ayrılan yüzde 49’luk hisseyi dolduracak sermayeyi bugüne kadar koymadığını hatırlatan Sezer, “Ruslar 12 yıldır Akkuyu’da Türkiye’den sermaye istiyor. Şimdi bunu Rusya kendisi karşılıyor. Bu büyük bir jest. Bir sene sonra iktidar değiştiğinde batak parasının miktarı ikiye katlanacak. Rusya bunun politik riskini önlemek için Türkiye’nin ortak olmasını istiyordu. Putin, Erdoğan’ın 2023’de kazanması için doğalgaz ödemelerinin ötelenmesi ya da tahville ödenmesi gibi başka jestler de yapabilir” diyor.
Sezer ruble stoku açısından Türkiye’nin sorun yaşamayacağını düşünüyor: “Ukrayna kriziyle birlikte inanılmaz boyutlarda ruble girişi başladı. Ruble Türkiye’de de değer kazanan bir para birimi. Bu MİR ya da turizm gelirleriyle izah edilecek bir miktar değil. Tabii bavul ticareti olarak başlayan bir uygulama da var: İnsanlar rubleyle gelip mal alıp dönüyor. Bunun ötesinde büyük Rus ithalatçıları, özellikle Batılı ülkelerden yaptıkları operasyonlarda Türkiye’yi üs olarak kullanmaya başladı. Türkiye’nin dış ticaret hacmi de bu nedenle artıyor. Dövizle Türkiye’ye getirdikleri malları, kendi şirketleri aracılığıyla Rusya’ya rubleyle ihraç ediyorlar. Bu açıdan da ilave ruble girişi oldu. Ambargolar devam ederse ileride en büyük ruble kaynağı bu olacak. Çünkü büyük miktarlarda ithalat söz konusu olacak. Bunun yanı sıra Türk işadamları Rusya’da kısmen ruble ile ödeme alıyor. Ruble ödeme şu açıdan yararlı olacak: Türkiye’nin dövize talebini düşürecek. Ruble stoku doğalgaz ödemelerinde işe yarayacak. Doğalgazın ne kadarının ruble ile ödeneceği önemli değil. Ruble ile ödeme nakdi katkının ötesinde yeni bir yol açıyor. Başka pazarlıklara emsal teşkil edecek bir yol.”
Açılan bu yolun Erdoğan’ın 2023 seçiminden sonra da iktidarda kalmasının Rusya için önem kazandığı kanaatini güçlendiriyor. Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığını artırması ise yaygın bir endişe kaynağı.
Al-Monitor / 10.07.22