- Sevgili Roland, öncelikle kendini okuyucularımıza kısaca tanıtır mısın?
68 yaşındayım, işçi bir aileden geliyorum ve Essen’de yaşıyorum. Eşim, Dersim’den, Türkiye-Kürdistan’ından geliyor. 5 yetişkin çocuğumuz var. 41 yıldır iltica/göçmen hukuku, sosyal hukuk, gösteri ve dernekler hukuku ile siyasi ceza hukuku alanlarında uzman avukat olarak çalışıyorum. 16 yaşımdan beri (1969) devrimci işçi hareketi içerisinde ve Marksist-Leninist parti inşasında aktifim. Komünist olmam nedeniyle meslekten men edildim ve doktora yapmam yasaklandı, ayrıca sendikadan da ihraç edildim. Uzun yıllar MLPD [Almanya Marksist Leninist Partisi] Merkez Komitesi üyesiydim. Devrimci düşüncem ve faaliyetlerim nedeniyle son yıllarda şahsıma karşı bir dizi ceza davaları açıldı. Gösterilen tepki ve dayanışmalardan dolayı söz konusu davalar kapatıldı veya beraat ettim. Federal seçimlerde MLPD-Enternasyonalist Liste içinde adayım.
- On yıllardır siyasi mültecilerin davalarını takip etmekte ve bu konuda büyük bir çaba sarf etmektesin. Devrimci kamuoyu da bu konudaki çabalarını büyük bir taktirle karşılamaktadır. Devrimci bir avukat olarak özellikle son yıllarda Alman devletinin siyasi mülteciler hakkındaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsun?
Kırk yılı aşkın bir süredir iltica ve göç hukuku konusunda komünist bir avukat ve devrimci bir politikacı olarak çalışıyorum. Bu süre zarfında tabii ki çok şey yaşadım. 1980 Eylül askeri darbesinden sonra sığınma hakkı mücadelesi, PKK’nin yasaklanması ve kriminalize edilmesiyle bağlantılı siyasi baskılara karşı ve daha sonra da DHKP-C ve Türkiye’den ve diğer ülkelerden gelen diğer devrimci ve anti-emperyalist güçlerin davalarını avukat olarak takip etmek gibi. Ancak son yıllarda İltica ve Göç Hukuku’na da yansıyan ve giderek sağcılaşan bir sürece tanık oluyoruz. Özellikle Sinem Mut ve Anıl Kaya’nın sığınma taleplerinin reddinde, aynı zamanda davasını üstlenmiş olduğumuz Avrupa Kürt çatı örgütü KCDK-E’nin kongresinin yasaklanmasında veya mülteci örgütünün tanınmış bir sözcüsü ve temsilcisi olan Alassa Mfouapon’a yönelik sınır dışı edilme tehditlerinden de görmüş olduğumuz gibi. Anti-faşist bir temelde siyasi sığınma hakkı mücadelesi şu anki tartışmaların ana konusunu teşkil etmektedir ve emperyalist sistemin gittikçe derinleşen çok yönlü bunalımlarından dolayı gelecekte de teşkil etmeye devam edecektir. Burada ise önemli olan, sadece Avrupa’ya bakmakla kalmayıp Amerika, Afrika ve Asya’daki gelişmeleri de görmek zorundayız.
- Yakın dönemde Münih’teki TKP/ML davası ile ilgili olarak büyük bir özveriyle çalıştığını yakından biliyoruz. Özellikle de Kürt hareketinin temsilcilerine karşı yürütülen kovuşturmaya karşı da hep sahiplenici bir duruş sergiledin ve sergiliyorsun. Siyasi mültecilerin hukuksal işlemleri son yıllarda daha da zorlaştırıldı. Bunu nasıl anlamak gerekiyor? Hukuk büronuz, 2019 yılında siyasi nedenlerle Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan akademisyenler Sinem Mut ve Anıl Kaya’nın savunmasını üstlenmiş bulunuyor. Onlar “terör örgütüne” üye olmak suçundan altı yıl üç aydan fazla hapis cezasına çarptırıldılar. Ancak Federal Göç ve Mülteciler Dairesi (BAMF) sığınma başvurularını reddetti ve Augsburg İdare Mahkemesi’ndeki dava da reddedildi. İdare mahkemesi ret kararını nasıl gerekçelendiriyor?
Horst Seehofer ve Federal Göç ve Mülteciler Dairesi’nin (BAMF) bağlı olduğu Federal İçişleri Bakanlığı’ndan (BMI) da güç alan Bavyera İdare Mahkemesi (BayVGH), iltica başvurularının reddedildiğini ve faşist Erdoğan rejiminin işkencehanelerine geri gönderilmelerini onayladı. İki tanınmış ilerici muhalif olan Sinem Mut ve Anıl Kaya’nın iltica hakları ellerinden alınmıştır, zira BAMF ve mahkemelerin görüşüne göre, demokratik bir dernek (DHF) için yasal siyasi faaliyetlerde bulunmak “terörizm” teşkil etmektedir ve [bu faaliyetlerinden dolayı] 6 yıldan fazla hapis cezasına çarptırılmaları (meşhur F-tipi cezaevine kapatılmaları) doğrudur ve ayrıca Türkiye’de artık işkence uygulanmamaktadır.
Bu mahkeme kararları ve Federal İçişleri Bakanlığı-Federal Göç ve Mülteciler Dairesi’nin tutumu son derece gericidir ve Cenevre Mülteci Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Almanya Anayasası’nda belirtilen mülteci hakkını ihlal etmektedir. Bu tutum, sadece somut davaları kapsamamaktadır, bilhassa Alman hükümeti ve yargısının özellikle demokratik, anti-faşist ve devrimci muhalefete ve Kürt özgürlük hareketine karşı olan düşmanca tavrını içermektedir. Erdoğan rejimi son derece antidemokratik, diktatör ve faşist bir rejim, yargı bağımsız değil ve tutuklu ve sanıkların hakları ayaklar altına alınıyor. Yani, Türkiye’deki durum ciddi bir şekilde çarpıtılıyor. Şimdi ikisi [Sinem ve Anıl] için çeşitli yeni kanıtlarla birlikte bir sığınma başvurusunda bulunduk. Kısa sürede de geniş bir dayanışma oluştu.
Alman emperyalizmi ile faşist Erdoğan rejimi arasında, özellikle demokratik, anti-faşist, ilerici ve devrimci güçlere karşı ortak eylem konusunda yakın işbirliği vardır. Bunu, PKK davasında bayrakların yasaklanmasıyla veya en son olarak da Avrupa Demokratik Kürt Toplum Kongresi’nin (KCDK-E) yasaklanması ve kriminalize edilmesiyle demokratik hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alınmasında gördük. Nihai sebep, bu işbirliklerine yol açan biricik neden anti-komünizm. Bunun sonucu olarak Sinem Mut gibi kadın haklarını savunan birisi, Alman mahkemesi tarafından “terörist” olarak damgalanıyor ve Erdoğan rejimine iade edilmek isteniyor. Kanaatimce, işleyiş ve kararlar uluslararası hukuk (Cenevre Sözleşmesi ve AİHS) ile güvence altına alınan iltica hukukunu ve Alman anayasasını ihlal etmektedir. Sinem Mut ve Anıl Kaya siyasi kovuşturmaya maruz kalmış kişilerdir ve mahkemeler ve BMI-BAMF tarafından tasvir edildiği gibi, kriminal değillerdir.
Kırk yılı aşkın bir süredir iltica hukuku ile ilgili avukat ve politikacı olarak faaliyette bulunuyorum. Ağırlıklı olarak Türkiye ve Kürdistan ile ilgili. Egemenler tarafından yapılmak istenen, Erdoğan rejimini aklamak ve bunun sonucu olarak da Türkiye’den siyasi olarak zulme uğrayanlara artık sığınma ve koruma hakkı verilmemesidir. Bu aynı zamanda, -ICOR’da veya Enternasyonalist İttifak’ta olduğu gibi- ilerici ve devrimci güçlerin enternasyonal işbirliğine de yönelik bir tutumdur. Bu denli kararlar nihayetinde insanlar üzerinde dramatik etkiler yaratıyor. Türkiye’de muhalif güçlere işkence yapıldığını ve F tipi cezaevlerinde koşulların feci olduğunu biliyoruz. Bu iki kişinin bu gerçekler bilinerek işkencehanelere gönderilmesi aynı zamanda, sürekli insan haklarının korunmasından bahseden Alman hükümetinin gerçek tavrını da bütün açıklığıyla ifade ediyor.
- Alman yargısı Türkiye’nin terör kavramına katılıyor mu? Ve Federal Dışişleri Bakanlığı Türkiye ve Kürdistan’daki durumu nasıl değerlendiriyor? Federal Dışişleri Bakanlığı ve insan hakları kuruluşlarının raporları dikkate alınmıyor mu?
BAMF ve mahkemeler, özellikle Sinem ve Anıl’ın iltica davalarında, Türkiye’de “terörle mücadele” bahanesiyle kriminalize edilen ilerici güçlere karşı tutumu onayladılar. Türkiye’de faaliyet gösteren TKP/ML adına “terörist faaliyet” iddiasıyla yürütülen Münih komünistler davasına açıkça atıfta bulunuluyor. Şimdiki Dışişleri Bakanı Maas, zamanında Adalet Bakanı olarak TKP/ML’ye (ve ayrıca PKK’ye) karşı kovuşturma yetkisini imzaladı. Şimdi ise yerine geçen Christine Lambrecht (Maas gibi SPD’li) Federal hükümet ile koordineli bir şekilde bu yetkiyi veriyor. İkiyüzlü bir şekilde Türkiye çok açık insan hakları ihlalleri nedeniyle eleştiriliyor, fakat aslında güvenlik güçleri ve gizli servisler arasında karşı-devrimci ve anti-komünist bir temelde yakın işbirliği var. Gerçek durum hakkında bilgi veren insan hakları örgütlerinin raporları, sığınma hakkı mücadelesinde kuşkusuz ki önemlidirler. Ne kadar ciddiye alındığı ise tartışmalıdır.
- Sinem’in verdiği bilgiye göre, Türkiye’de beraber suçlanıp hüküm giyen yoldaşlarının Almanya’da siyasi iltica talepleri kabul edildi. Bu bağlantıda Bavyera yargısının kararları nasıl açıklanabilir?
Türk rejimi tarafından “MKP’nin örtülü örgütü” olarak görülen DHF’ye yönelik Türkiye çapında düzenlenen operasyonla 2012 yılında Ankara’da da tutuklamalar yapılmış ve Ankara’da 16 DHF aktivisti hakkında suçlamada bulunulmuştur. Daha sonra hepsi mahkum edildi. Sinem ve Anıl dışında 8 kişi Almanya ve İsviçre’ye sığınmak zorunda kaldı. Onlardan ikisinin dosyasına da hukuk büromuz baktı. İkisi hariç hepsi kısa sürede siyasi mülteci olarak tanındı. Sinem ve Anıl başlangıçta yalnızca sunulan belgelerin sahte olduğu iddiasıyla reddedildi –ki BAMF’ın bariz bir hatası! Bu gerekçenin mahkeme tarafından artık kullanılamaması üzerine BAMF, mahkemede bulunan hukuk departmanı aracılığıyla her ikisinin de artık “terörist ve suç faaliyetleri” nedeniyle reddedilmesini talep etti. Buna daha sonra İdare Mahkemesi’nin 4. Dairesi de katıldı.
- Türkiye’de Kürtlere yönelik ırkçı saldırılar artıyor. 38 yaşındaki Deniz Poyraz bir ay önce HDP’nin İzmir’deki genel merkezine düzenlenen saldırıda öldürüldü. Temmuz ayı sonunda Konya’da Kürt bir ailenin 7 ferdi katledildi. Bunun üstüne bir de HDP’yi kapatma davasının Anayasa Mahkemesi’nde işleyen bir süreci var. Federal hükümetin Türkiye’deki bu gelişmelere ilişkin resmi tutumu nedir ve bu tutum iltica davalarına nasıl yansıyor?
Türkiye’deki demokratik ve Kürt hareketiyle Almanya’da açıkça artış gösteren bir dayanışma var. Alman hükümeti bunu dikkate almalıdır. Belirli konularda Türk hükümetiyle çelişkileri olduğunu da ifade ediyorlar. Lakin burada büyük bir ikiyüzlülük rol oynamaktadır. Ancak asıl belirleyici olan, Türkiye’deki faşist rejimle yakın askeri, polisiye ve gizli servisler aracılığıyla yaşanan işbirliğidir. Bu bağlamda iltica hukukunu da gerici bir anlamda gittikçe sertleştirmeye çalışıyorlar.
- Özel bir sohbet esnasında yaşım itibariyle emekli oldum, ama bu haksızlıklar karşısında yine de bazı özel davalarla ilgilenmek durumunda kalıyorum demiştin. Bu, bu tür davalara bakabilecek avukatların olmadığı anlamına mı geliyor, yoksa var olanların da önceliklerinin farklı olduğu anlamına mı geliyor? Nihayetinde senin bu mesleği, özellikle de maddi kaygıları bir kenara bırakarak yaptığını çok iyi biliyoruz.
Gelişmeler, hepimiz için becerilerimizi ortaya koyma zorunluluğu dayatıyor. Bu gelişmeleri göz önünde bulundurarak boş boş evde beklemek kendim ile çelişmem anlamına gelir. Siyasi davalarda –ister ceza hukuku veya iltica hukuku olsun– savunma yapan ve güzel dayanışma ve işbirliğinde bulunduğumuz çok genç avukatlar var. Elbette, daha ilerici, kararlı, omurgası olan ve polise, gizli servise ve yargı aygıtlarına karşı koymaya hazır meslektaşlarımıza ihtiyacımız daha fazla var. Ancak, bu denli davalarla büyük servetler edinmek çok da mümkün değil. Ama Che Guevara’nın dediği gibi, dayanışma halkların şefkatidir. Bu anlamda, sömürü ve baskıdan kurtulma mücadelesini komünist bir avukat olarak vermek oldukça tatmin edici ve ödüllendiriciydi. Ve bunu da hiçbir şeye değiştirmek istemem.
- Sevgili Roland zaman ayırdığın için teşekkür ederiz.
Ben de siz yoldaşlara ve Kızıl Bayrak’a çok teşekkür ederim.
Kızıl Bayrak / Essen