Alman sermaye devletinin en karanlık kurumları olan Federal Dış İstihbarat Servisi (BND), Federal Anayasayı Koruma Dairesi (BfV) ve Askeri İstihbarat Servisi (MAD) periyodik raporlar hazırlayıp hükümete sunuyorlar. Bu kurumların raporları esas alınarak hazırlanan “polis devleti yasaları” Alman parlamentosunda onaylanarak yürürlüğe girdi. Özellikle iç istihbarat örgütü olan Anayasayı Koruma Dairesi’nin 2020 yılı için hazırladığı rapor dikkat çekicidir. BfV’nin şefi Haldenwang ile İçişleri Bakanı Seehofer tarafından 2021 Haziran ayının başında basına tanıtılan 417 sayfalık rapor, “toplumsal olaylara” karşı alınması gereken önlemlere odaklanıyor.
Anayasayı Koruma Dairesi’nin hazırladığı raporda Almanya’daki ırkçı faşist örgütler ve bunların hızla artan üye sayıları, yerli ve göçmen kurumlara yönelik saldırıları, işledikleri cinayetler sıralanmaktadır. Ama aynı raporda, onlarca belge ile ispatlanmış olmasına rağmen, adı geçen faşist cinayet çetelerini finansa eden, örgütleyen ve her türlü karanlık işlerinde kullanan Alman istihbarat kurumları hakkında tek bir kelime edilmiyor. Bu faşist çeteler yıllardır aktif olmalarına ve aşırı ırkçı duruşları sayısız kez belgelenmesine rağmen BfV onları genellikle görmezden geldi. Halen de onlara sadece “şüpheli vaka” muamelesi yapıyor. Raporda “aşırı sağ tehdidi”ne değinilmesi, demokrasiyi koruma kaygısından kaynaklanmıyor. Tersine, bu tehdit gerekçe gösterilerek, polis devleti yasaları onaylanıyor.
Raporda, “aşırı sol ve şiddet eylemleri” başlığı altında yerli ve göçmen devrimci parti ve örgütlere yönelik kapsamlı saldırıların yol haritası çiziliyor. Öyle ki, bu kurumlar tarafından düzenlenen ve her seferinde polisin provokatif tutumu ile karşı karşıya kalan bütün etkinlikler “yasadışı sol radikal eylemler” ilan ediliyor. Rapora göre; doğanın korunması, ırkçı faşist saldırganlığı protesto etmek, 1 Mayıs yürüyüşleri ve her türlü hak arama mücadeleleri, “anayasal düzeni yıkmayı amaçlayan sol radikal eylemler” kategorisindedir. Yaklaşık üçte ikisi devrimci ilerici örgütler hakkında istihbarat örgütleri tarafından toplanan bilgilere ayrılan raporda; Almanya’da yasal faaliyet yürüten DKP, MLPD gibi partiler bile “yasadışı, tehlikeli radikal sol partiler” diye anılıyor.
Cihatçı çetelerin ve yabancı ülkelerin istihbarat örgütlerinin Almanya’da yürüttükleri faaliyetlere de yer verilen rapora önsöz yazan Alman İçişleri Bakanı Horst Seehofer, Alman devletinin hedeflerini ve kabul edilen yeni polis devleti yasalarının hazırlıklarını şu sözlerle dile getiriyor:
“Radikal gruplar ve terörle etkin mücadele ancak dengeli ve güncel bir yasal çerçeve ile mümkündür. Bunun için gerekli yasal önlemleri ileri sürdüm ve özellikle Federal Anayasa Koruma Yasası’na uyum sağlamak için Ekim 2020’de Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilen hükümet taslağı ile acilen ihtiyaç duyulan revizyonları başlattım.”
İçişleri Bakanı Seehofer’in talimatını verdiği bu süreç, 2020’nin Kasım ayından itibaren bütün temel hak ve özgürlükleri kısıtlamayı hedefleyen ilk adımların atılmasıyla başladı. Alman sermaye devleti tarafından bu dönemin seçilmesi tesadüf değildi. Dünyayı saran korona pandemisi nedeniyle Almanya’da da yürüyüşlerin, etkinliklerin, neredeyse sokağa çıkmanın yasaklandığı bir dönemde bu adımların atılması bilinçli bir tercihti. Böyle bir dönemde kabul edilen yeni polis devleti yasaları, iki Almanya’nın birleştiği 1990’dan bu yana hayata geçirilen en kapsamlı saldırılara tekabül ediyor.
Polis devleti uygulamaları için yeni yasal değişikler
Alman parlamentosunda polis devleti yasalarının görüşülüp kabul edildiği süreç devam ediyor. 2020 Kasım ayında temel hak ve özgürlükleri hedef alan yasal değişikler yapılmaya başlandı. İlk adımda, Hitler faşizminin Gestapo deneyiminden esinlenilerek, polis ve gizli servislerin birlikte çalışmasının önündeki engeller kaldırıldı, Federal Polis teşkilatı da istihbarat örgütlerinin sahip olduğu yetkilerle donatıldı.
Bu adımlarla birlikte polis ve gizli servislerin; bilgisayarları, mobil cihazları ve diğer elektronik sistemleri izlemesi ve kayıtlı belgelere ulaşması önündeki yasal engeller kaldırılmaktadır. Kişilere yönelik istihbarat toplama çalışmaları için elde somut şüphe, veri ve delillerin olması şartı kaldırılırken, elde edilen kişisel veriler, merkezi bir elde toplanarak bütün devlet kurumlarının erişimine açık hale getirilmektedir. Federal Polise, sınır dışı etmek için gözaltına alma vb. yeni yetkiler verilirken yargı devre dışı bırakılarak göçmenlerin özgürlüğü de kısıtlanmaktadır.
BND “süper gizli servis” haline getiriliyor
25 Mart 2021’de kabul edilen yeni yasa ile, Nazi geçmişi olan Federal Dış İstihbarat Servisi’nin (BND) milyonlarca insanın iletişimini izlemesi, bilgisayarlarındaki, cep telefonlarındaki, sunuculardaki veri akışını kontrol etmesi yasal hale getirilmektedir. Google, Apple, Facebook, Amazon, Microsoft veya Vodafone gibi iletişim sağlayıcılarının yanı sıra yabancı şirket ve yetkililerin bilgi iletişim sistemlerini BND’nin “hacklemesine” izin verilmektedir. Bu operasyonlar için, BND’nin Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) gibi yabancı gizli servislerle işbirliği yapmasına ve veri alışverişinde bulunmasına, dolayısıyla Utah (ABD) gibi devasa gizli veri depolama merkezlerini kullanmasına izin verilmektedir. Bu yasa değişikliği ile BND, artık yabancı ülkelere ve kendi halkına karşı kullanmak üzere bir tür “süper gizli servis”e dönüştürülmektedir.
Devlet kişisel verilere sınırsız erişecek
Polis devletini tahkim etme adımlarına, kişisel veri bilgileri kanununda 26 Mart 2021 tarihinde yapılan yeni düzenlemelerle devam edilmiştir. Böylece; WhatsApp, eBay, Facebook, Google veya Youtube gibi sosyal medya kurumları ve internet servis sağlayıcı kuruluşlar, kullanıcılarının kişisel verilerini polise ve istihbarat servislerine açıklamakla yükümlü kılınmaktadır. Bu kişisel veriler; parolaları, PIN’leri, PUK’ları, IP adreslerini, ayrıca ziyaret edilen web sitelerine ilişkin verileri, ziyaretlerin sıklığını vb. bilgileri içermektedir.
Bir diğer önemli adım ise, 10 Haziran 2021’de büyük koalisyonun oylarıyla, Alman istihbarat örgütleri için 6 milyon avro karşılığında hazırlatılan Staatstrojaner (Devletin Truva Atı) isimli casusluk programının kullanılmasının yasallaştırılması olmuştur. Bu casusluk programı ile Federal İstihbarat Servisi (BND), Federal Anayasayı Koruma Dairesi (BfV), Askeri istihbarat servisi (MAD), Federal Polis ve Almanya’daki 19 istihbarat servisinin tamamına “şüphelilerin” bilgisayarlarını ve telefonlarını “hackleme” izni verilmektedir. Böylece mahkeme izni olmaksızın, insanların günlük ve daha önce kaydedilmiş bütün iletişimlerine devletin ve söz konusu kurumların erişmesine yasal dayanak sağlanmıştır.
Söz konusu yasayla birlikte telefon operatörleri, e-posta, internet, sosyal medya vb. iletişim hizmetleri sağlayan kurum ve kuruluşlar da “Devletin Truva Atı” isimli casusluk programını sistemlerine dahil etmeye mecbur kılınmak istenmektedir. Yasa; internet servis sağlayıcılarını, bu programın kurulumunu desteklemeye zorlamakta; Google, Facebook gibi yaygın kullanılan sosyal medya ve iletişim şirketlerine, bankalara hizmetlerini kullanan kişilerin verilerini ifşa etme zorunluluğu getirilmektedir. Yani Alman devleti, söz konusu yasayla, bu kuruluşların kullanıcısı olan milyarlarca kişiyi “yasal” biçimde izleyebilmenin önünü açmaktadır.
10 Haziran 2021’de parlamentoda kabul edilen “Anayasayı Koruma Kanunu’na Uyum Yasası” ile Federal Polis de süper yetkilerle donatılmıştır. Federal polise de casusluk programı “Devletin Truva Atı”nı kullanma izni verilmiştir. Ayrıca bu yasa ile cep telefonu kartlarının ve cihazlarının tanımlanmasına ve yerelleştirilmesine izin verilmektedir. Yasa, Federal Polisin ulaştığı bütün bilgileri AB ülkelerinin polis ve istihbarat servislerine aktarmasına da olanak tanımaktadır.
Toplantı, gösteri, ifade özgürlüğü hedefte
Yapılan yasal değişikliklerle gösteri, yürüyüş ve düşünce özgürlüğü sınırlanmak, hatta ortadan kaldırmak istenmektedir. Bu bağlamda Kuzey Ren-Vestfalya (NRW) eyalet hükümeti, toplanma özgürlüğü hakkını büyük ölçüde sınırlamayı hedefleyen bir yasa önerisini eyalet parlamentosunda tartışmaya açtı. Bu yasa ile toplantı, gösteri ve etkinlikler için en az 48 saat önceden izin alınması şartı getirilmek isteniyor. Mevcut yasalarda mahkeme kararı şartına bağlı olan yürüyüşlerin yasaklanması yetkisi polise verilmek isteniyor. Yürüyüş ve gösteriler “kamu güvenliği riski” gerekçesiyle mahkeme kararı olmadan polis tarafından yasaklanabilecek. Yasa onaylanırsa video çekimleri için drone’lar kullanılabilecek, polis kişisel bilgileri kaydetmek için kontrol noktaları kurup kimlik kontrolü yapabilecek.
Ayrıca “militanlık yasağı” adı altında, etkinliklerde “tek tip elbise” giyilmesi yasaklanacak. Örneğin, anti-faşistlerin siyah bloğu veya “Ende Terrain” isimli radikal çevre gruplarının giydiği beyaz tulumlar, etkinlik yasaklarına gerekçe sayılabilecek.
Yürüyüşlerde atılan “Kahrolsun kapitalizm!”, “Bankaları ve tekelleri kamulaştırın!”, “Almanya’da yaşamayı kamulaştırın” gibi sloganlar bahane edilerek “agresif, kışkırtıcı, şiddet kullanma isteğini ifade ediyor” gerekçesiyle etkinlikler yasaklanabilecek.
Devletin attığı bu adımlar, sınıf çatışmalarının sertleşeceği öngörüsüne dayanıyor. Burjuva devlet ilerici-devrimci güçlerin, işçi sınıfı ve emekçilerin hareket alanını daraltmak için hazırlık yapıyor.
Rüzgar ekenler, fırtına biçecekler
On yıllardır kapitalist sistemi saran kriz, korona pandemisi nedeniyle daha da derinleşti. Bu krizden çıkış için sermaye devletleri, “kurtarma paketleri” adı altında on milyarlarla ifade edilen meblağları tekellere peşkeş çektiler. Sermayeye sunulan teşvik ve hibeler, sosyal kasaların boşaltılması ve tarihin gördüğü en kapsamlı borçlanmalar pahasına yapılıyor. Bir yandan sermayeye her türlü hizmet sunulurken, diğer yandan işsizlik artıyor, emekçilerin geliri azalıyor, buna bağlı olarak yaşam standardı düşüyor. Bu ise sınıflar arasındaki uçurumu derinleştiriyor ve sınıf çatışmalarının şiddetlenmesinin nesnel koşullarını hazırlıyor.
Almanya’da da giderek etkisini gösteren bu koşullarda sermaye sınıfı ve onun iktidarı, en koyu polis devleti yasalarıyla toplumu baskıyla kontrol altında tutmaya çabalıyor. Ancak Alman sermaye devleti bu saldırılarla rüzgar ekmektedir. Toplumsal mücadele tarihinin gösterdiği gibi rüzgar ekenler kaçınılmaz olarak fırtına da biçeceklerdir.
“(...) On yıllardır etkili bir ideolojik silah ve pratik dayanak olarak iş gören ‘refah toplumu’nun ve ‘sosyal devlet’in temelleri çatırdamakta, dolayısıyla bunun olanaklı kıldığı ‘sosyal barış’ da geride kalmaktadır. Ve bu, tam da burjuvazi cephesinde sonu gelmez bir biçimde gündeme getirilen sosyal saldırılar nedeniyle böyle olmaktadır. Burjuvazi kendi düzeninin on yılları bulan istikrarını adete kendi eliyle yıkmaktadır.
“Elbette bu nedensiz değildir. Burjuvazinin budalalığının ürünü hiç değildir. Kapitalist dünyada işlerin bugünkü seyri, sermayenin emeğe karşı bu haçlı seferini adeta bir zorunluluk olarak dayatmaktadır. Kapitalist ekonominin ve rekabetin bugünkü durumu, emekçilerin sosyal haklarını sistem için (bizzat sistem sözcülerinin ifadesiyle) artık bir ‘ayak bağı’, bir ‘taşınmaz yük’ haline getirmiş bulunmaktadır. (…)
“Aynı tarih dersinden önümüzde yeni bir devrimci sınıf mücadeleleri dönemi uzanmakta olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Sınıf ilişkileri ve mücadelelerinin tarihsel diyalektiği buna işaret etmektedir, olayların mantığı bunu hazırlamaktadır. Bizzat sermayenin karşı saldırısıyla ‘sosyal devlet’ geride bırakıldığına göre, bunun geçici olarak sağladığı sosyal barış da geride kalacaktır. Buna kesin gözüyle bakabiliriz.” (“Sosyal devlet”in ve sosyal barışın sonu, EKİM, Sayı: 241, Mart 2005)