ABD başkanlarının işledikleri cinayetlerle övünmek gibi bir hastalığı var. Son 20 yılda bunu yapmayan Amerikan başkanı yoktur. Cinayetler bazen toplu bazen de tekil olabiliyor. 2000’li yıllardan bu yana ise, Amerikan imalatı olan cihat terör örgütlerinden birinin liderini öldürmek, başkanların medarı iftiharı oluyor. Bu cinayetlerle güya teröre karşı verdikleri mücadelenin büyüklüğü kanıtlanmış oluyor.
New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin 11 Eylül 2001’da şaibeli bir şekilde vurulmasından sonra işbaşına gelen her ABD başkanı, özellikle seçimler öncesine denk gelen zamanlarda, havadan bir yerleri bombalayıp cihatçı çete şeflerinden birilerini öldürmek adet oldu.
ABD, 11 Eylül saldırıları bahanesiyle Afganistan’ı yakıp yıkarak işgal etti. İşbaşına getirdiği Taliban yönetimini yıkmak savaş gerekçesi ilan edildi. Bush yönetimi güya El Kaide şefi Usame Bin Ladin’i arıyordu. Oysa Bin Ladin, Afganistan’da Sovyetler Birliği’ne karşı savaşta ABD’nin önemli aparatlarından biriydi. Taliban güçlerini ise eğitip-silahlandıran ve iktidarı ele geçirmelerini sağlayan da CIA ile Pakistan istihbaratıydı. Cihatçıların Sovyetler Birliği’ne karşı savaştırılması, ABD emperyalizminin akıl hocalarının övünç kaynaklarından biri oldu her zaman.
Afganistan’ı işgal edip Taliban yönetimini yıkmak, Irak’ı işgal edip Saddam Hüseyin’i idam etmek oğul Bush’un hanesine yazıldı. Bin Ladin’i öldürüp cesedini okyanusa atarak ‘zafer’ ilan etmek Barack Obama’ya nasip oldu. Donald Tump ise IŞİD şefi Ebubekir Bağdadi’yi öldürdüğünde ‘büyük bir şey’ yaptığını ilan etmişti. Geçen aylarda IŞİD şefini Türkiye sınırının dibinde öldüren Biden’a gelince, o asıl sükseyi 31 Temmuz günü yaptı. El Kaide’nin şefi Eymen El-Zevahiri, 31 Temmuz günü CIA’in Afganistan’da insansız hava aracı ile düzenlediği saldırıda öldürüldü. Adet olduğu üzere, ‘zafer’ haberini yine başkan duyurdu. Joe Biden, televizyonlardan canlı yayımlanan konuşmasında, “Adalet yerini buldu ve bu terörist lider artık yok” dedi.
***
Cihatçı terör ve bu tür örgütlerin şeflerini, çağımız emperyalizminin en iğrenç suretlerinden biri saymak mümkün. Zira bunlar vahşette sınır tanımayan bir tür katiller sürüsüdür. Dikkat çekici olan bütün cihatçı çetelerin oluşum süreçlerinde emperyalistlerin rolünün olmasıdır. Bu gizli bir şey de değil. Örneğin Hillary Clinton, “IŞİD’i biz yarattık” diye açıklama yapmıştı. Bu örgütlerden hiçbirinin doğrudan Amerika ya da Siyonist İsrail rejimine karşı tutum almaması bir tesadüf değil elbet. ABD, onları hem imal edip kullanıyor hem onlara karşı savaş gerekçesini ortaya atarak ülkeleri işgal ediyor.
Ne ABD’nin ne diğer emperyalistlerin El Kaide, IŞİD ya da bir başka cihatçı örgütle gerçek anlamda mücadele ettikleri görülmemiştir. Ancak çizgi dışına çıkan bir grup olduğunda, tekrar hizaya getirmek için ABD tarafından hedef alınıyor. Şeflerin öldürülmesi ise, zamanlamalara bakıldığında tümünün seçimlere hazırlık bağlamında tasarlandığı görülür. Başkanlar, seçimlerde prim yapmak adına ‘cinayetle seremoni’ yapmayı marifet sayıyorlar. El Kaide şefinin Kabil’de öldürülmesi de bu zincire eklenen yeni bir halka oldu. ‘Demokrasinin, demokratik değerlerin temsilcisi’ diye pazarlanan ABD başkanları, ancak cinayet işledikleri zaman rüştlerini ispatlamış sayılıyorlar. Bu çağda ‘burjuva demokratlığı’ bu kadar oluyor…