NATO 2010’dan sonra ittifakı en kritik dönüşüme taşıyacak zirvede günü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a çaldırdı. Ne kadar böbürlense azdır. Pörsümüş zeminine Ukrayna savaşı sayesinde zift döken NATO, kürenin geleceğini etkileyecek yeni bir aşamaya kolayca geçiyor. Erdoğan’ın çıkardığı gürültü ve Rus lider Putin’in yol açtığı korku iklimi sayesinde. Bu ikiliye bin şükran!
NATO ile 1997’de ortaklık senedi imzalamış Rusya, artık ‘en önemli doğrudan tehdit’ seviyesine terfi ettiriliyor. Putin de arzuladığı değeri buldu nihayet! Tehdit olacak ki yaşlı kıtayı cenderede tutmanın bir felsefesi olsun. Özgür ülkeler için bu yakıştırmalar yakışıksız kaçmaz değil mi? Amerikan sultası Avrupa’daki ayakları üzerinden küreselleşiyor. 40 bin kişilik Acil Yanıt Gücü’ndeki asker sayısı planlandığı gibi 300 bine çıktığında Amerikan postallarının erişmediği yer kalmayacak. Öncelik doğu kemerini Finlandiya ve İsveç’le birlikte kuzeye doğru tamamlamak. Başkan Joe Biden, Madrid’de müjdeyi vermekte gecikmedi: ABD, Polonya’da bir kalıcı askeri karargâh kuracak, Avrupa'nın her yerindeki uzun vadeli askeri varlığını artıracak. Bu minvalde yeni savaş gemileri İspanya'ya, uçak filoları İngiltere'ye, kara birlikleri Romanya'ya, hava savunma birimleri Almanya ve İtalya'ya, farklı askeri varlıklar Baltıklara gidecek. Şimdilik kıtadaki Amerikalı asker sayısı 100 bin civarında seyredecek. İstila vakti! İşte Avrupa’da yeni Amerikan rüyası. AB’nin kimi aktörleri daha dün stratejik bağımsızlıktan söz ederken… Her şey Putin sayesinde.
Rusya’ya vur, Çin hissetsin
Yeni Stratejik Konsept Belgesi Çin’i de hedefe koyuyor. Bu da bir ilk. NATO ortaklarının çıkarları, güvenliği ve değerlerine meydan okuyan güç olarak Çin, gelecek 10 yılın stratejisinde merkeze oturtuluyor. Belgede öne çıkan noktalar özetle şöyle:
- Çin küresel gücünü artırmaya dönük siyasi, ekonomik ve askeri araçlar kullanırken stratejisi, niyetleri ve askeri yapısı hakkındaki belirsizlikleri koruyor.
- Çin hibrid ve siber operasyonlarla ittifakın güvenliğine zarar veriyor.
- Çin temel endüstriyel ve teknolojik sektörleri, önemli altyapıları, stratejik materyalleri ve dağıtım ağlarını kontrol etmeye çalışıyor.
- Ekonomik gücüyle stratejik bağımlılıklar yaratıyor.
- Rusya ile Çin, kurallara dayalı uluslararası düzenin altını oyan stratejik ortaklık girişimlerini güçlendiriyor.
- Suriye, Kuzey Kore ve Rusya kimyasal silah kullanıyor.
ABD küresel liderliğini kimseyle paylaşmak istemiyor. Çin ve Rusya da tek kutuplu dünya tasavvurunu bitirmek istiyor.
Zirveye hariçten Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore’nin katılımı, NATO’yu Trans-Atlantik alanının dışına taşıma ve Asya’ya yoğunlaşma eğilimini teyit ediyor. İstikrar ve güvenlik tehditlerinin kaynağı olarak görülen Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Sahel bölgesi yakın planda tutuluyor. Libya’da uçuşa yasak bölge, Afganistan’da ISAF, Somali’de anti-korsan, Irak’ta eğitim-gözlem, Darfur’da destek misyonlarıyla NATO zaten klasik görev alanının dışına taşmıştı. Yeni Stratejik Konsept misyonu küreselleştiriyor. Amerikan çıkarlarına gardiyanlık bunu gerektiriyor.
Anı mahvet; anı yaşa
Böylesine mühim bir transformasyonda Erdoğan gündemin birinci maddesi. Dünya liderine bu yakışır! Madrid efeler meydanında Boris Johnson, Erdoğan’a “Çok güzelsin” diyor; Joe Biden hınzır hınzır gülüyor.
Erdoğan ne kazandı sorusunun peşi sıra koştuğumuzdan bu fasla dair bir iki şey yazmak icap ediyor:
Erdoğan ittifakın Rusya’ya karşı yakaladığı tarihi anı mahvedebileceğini hissettirdiğinde ABD’nin buna izin vereceği öngörülüyordu. Biden yine de NATO’daki insicamın kritik önemine atfen, sorunu Finlandiya, İsveç ve Türkiye arasında sınırlamayı yeğledi. Halbuki PKK, PYD, YPG ve FETÖ bağlantılı tartışmanın asıl muhatabı ABD. Biden “Bizim sorunumuz değil” diyerek Erdoğan’ın Washington’la öteki sorunları araya sıkıştırmasına izin vermedi. Biden, Erdoğan’ın vetoda ısrar etmenin karşılıklarını göze alamayacağını biliyordu. Kim bilir son ana sakladığı yıkıcı sözlere gerek bile kalmadı. Aktarılan o ki anı mahveden Erdoğan’a “Anı yaşa” telkininde bulundu; böylece İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya kapaklanmasına mani olan veto rafa uçtu. Taraflar artık uzlaşmaya hazırdı. NATO Genel Sekreteri’nin dikkatli operatörlüğünde 5-6 saat süren müzakereler, itibarlı sonuç hissi yaratacak bir formül içindi. Diplomasi böyle zamanlar için var.
Zoru görünce Erdoğan’ın geri adım atma, bir de bunu zafer olarak sunma yeteneği dünya aleme malum. Yani sadece Putin değildi Erdoğan’ın "NATO’nun terör kulübü olmasına izin vermeyeceğiz" çıkışının üç-beş nefeslik ömrü olduğuna inanan. Tabii mahallede şimdi Türk’ün gücü adına mehteran gürlüyor. Şartlar kabul edilmiş, Stockholm ve Helsinki yola gelmiş!
Gelenek ince eleyip sık dokumak lazım der. Sızdırmaz bir işçilik. Diplomaside tersidir; ince elenir ki sızsın! İsveç ve Finlandiya ile üçlü mutabakat zaptı da su sızdırmak için. Alanı da vereni de kurtaran işçilik.
Erdoğan suçlamayı da talepleri de çok yüksek perdeden başlatmıştı; PKK-FETÖ’ye kucak açma, YPG-PYD’yi destekleme, iadesi istenen kişileri vermeme vs. Ve kendisi yaşadıkça bu iki ülke zinhar NATO üyesi olamazdı.
Başarı bunun neresinde?
Koşullar biraz muğlaklaştırılarak karşı tarafın taahhütlerine dönüştürüldü. Mutabakatta PYD ve YPG’nin adının geçmesi İsveç ve Finlandiya açısından taviz olarak görülebilir. Fakat metnin ilgili maddesinde bunlar için “terör örgütü” tanımı yapılmadı. PKK’nin geçtiği maddelerde bağlantılı yapılara atıf var. Bu dikkatli dil, Erdoğan açısından geri adım sayılır. Pratik sonuçlar için önemli olan tanımlamalardan kaçınılması pazarlığın sonucu. Muğlaklıklar İsveç ve Finlandiya’ya kaçabilecekleri koridorlar bırakıyor. PYD ve YPG’ye desteği kesme taahhüdü de fiiliyatta karşılığı olmayan bir şey. Bu taahhüt açıkça Suriye’nin kuzeydoğusundaki kurumlarla iştigalden ya da insani yardımı kesmekten söz etmiyor. Ki İsveç yetkilileri bunun Suriye’nin kuzeyine insani yardımla ilgisinin olmadığını da söyledi. Avrupa’da temaslar genelde Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Demokratik Özerk Meclisi ve bunlara bağlı sivil organlar üzerinden geliştiriliyor. Belki Nesrin Abdullah gibi bazı bilinen isimler buralarda artık alenen ağırlanmayabilir. Brüksel ve Paris gibi başkentlerin kapıları açık. İsveç ve Finlandiya PKK'yi evvelden terör örgütü olarak kabul ettiği için bu konuda işbirliğinin altını çizen maddeler de durumu çok fazla değiştirmiyor. İade dosyalarının üzerinde çok durulmuştu. Mutabakatta “Finlandiya ve İsveç sınır dışı veya iade taleplerini ivedilikle işleme koyacak” deniliyor. Ama Avrupa İade Sözleşmesi'yle uyumlu biçimde. Finlandiya'dan 12, İsveç'ten 21 kişi isteniyor. Tanımlamalar ve yaklaşımlarda çatışma var. O yüzden terörizm ve örgütlü suçlar konusunda yerel mevzuatın güçlendirilmesi öngörülüyor. Bunlar zaman alacak süreçler. Nihayetinde AB’ye üyelik süreci donsa da uyum taahhüdü baki olan bir ülke, İsveç ve Finlandiya’ya “Ankara kriterlerine göre kendini gözden geçir” deniliyor. Olacak şey değil. Taahhütler siyasi, asıl sözü söyleyecek makam yargıdır. Arama ve yakalama taleplerine INTERPOL bile şüpheyle yaklaşırken İsveç ve Finlandiya yargısının siyasi etkiye teslim olması büyük gürültü koparır. Ya köprüden geçinceye kadar durumu idare edecekler ya iç hukuk ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne atıfla oyalama yoluna gidecekler ya da iç siyaset bu voltajı kaldıramayacağı için Ankara’yla tersleşecekler.
Diğer önemli koşul, Suriye’deki askeri harekâtlar nedeniyle Türk savunma sanayine getirilmiş kısıtlamaların kaldırılmasıydı. Karşılık buldu. Fakat Türkiye’ye bir şey satmak durumunda değiller. Bürokratik engellerle talepleri bekletebilirler. Ayrıca AB içinde silah ambargosuna eşlik eden bir düzine ülke var. İsveç ve Finlandiya’nın taahhüdü ötekileri ilgilendirmiyor. Bir de taahhütlerle ilgili ortak mekanizmaların kurulmasından söz ediliyor. Genelde kısa sürede tavsayan girişimler bunlar.
Bütün bunlar gürültü koparmadan sessiz bir diplomasiyle taahhüde dönüştürülebilir miydi? Evet. Fakat o vakit Erdoğan’ın içeriye üfleyeceği bir hikâye çıkmazdı. Bir de burada başarı var mı yok mu tartışmasının yanıltıcı bir tarafı var: Bu pazarlığın Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine, bölgenin barışına, halkların ortak geleceğine faydası nedir? Hiç.
Nordik ülkesinin yeni sorunu: Türkiye
Bu mutabakattan sonra her şeyin eskisi gibi süreceğini söylemek de yanıltıcı olabilir. Mutabakat bağlayıcı bir anlaşma olmasa da Ankara'ya baskı yapma şansı veriyor. İsveç ve Finlandiya siyasetinin bünyesine her zaman sancı yayacak bir taş bırakıldı. Metinle ilgili yorum farklılıklarına rağmen Ankara bu mutabakatı Demokles’in Kılıcı gibi tepelerinde sallandırabilir. Talepler bu ülkelerin iç kurumlarını birbirine düşürebilir. NATO zemininde de atılacak her adımda veto kartı yeniden devreye girebilir. İsveç’te bağımsız Kürt vekil Amineh Kakabaveh’in oyu sayesinde güvenoyu alabilen hükümet şimdi Parlamento Dış ilişkiler Komitesi’ne mutabakata açıklık getirmeye davet ediliyor. İlk oylamada hükümet düşebilir. Bu ülkelerin artık bir Türkiye sorunu oldu. Ülkenin dış politikası Erdoğan’ın ellerine mi bırakıldı? Girişte veto atlatıldı, peki her adımda veto kartı gösterilirse ne olacak? Hangi muhalifler sınır dışı edilecek? Erdoğan’ın Suriye’ye karşı askeri harekâtına silah mı verilecek? Ülkenin değerlerine ne oldu? Siyaseti etkileme kapasitesi olan sorular. Nihayetinde bu gündem sandığı da şekillendirecek.
Gazete Duvar / 30.06.22