Lübnan’da geçtiğimiz yıl bu zamanlarda birbirinden renkli ve sarkastik gösteriler yapılıyordu. Aylar süren gösteriler dünya basınının da çok ilgisini çekti; hem bölge dışındakilerin Lübnan algısı bölgenin birçok ülkesine nispeten farklıydı, hem de Lübnanlıların protesto yöntemleri 2011’de bölgede başlayan gösterilerden çok farklı bir profil çiziyordu.
Dışarıdan bakanlar için Lübnan’ın kurtuluş reçetesi çok basit görünüyordu; ülke yönetimini birkaç siyasi harekete ve bloka esir eden mezhep esaslı sistem değişmeli ve halkın beklentilerini karşılayan yeni bir yönetim oluşmalı.
Bu arada Lübnan’ın çok derin bir ekonomik kriz yaşadığı, köklü değişiklikler yerine kemer sıkma yöntemine başvurulduğu, insanların WhatsApp görüşmelerine 6 dolarlık vergi getirilmesi gibi bir cin fikirlilik sebebiyle sokaklara döküldüğü gibi tetikleyici sebepler renkli gösterilerin gölgesinde kaldı.
Her yeri sarmış yolsuzluğun ortadan kalkmayacağı, tam anlamıyla taşıma suyla dönen ekonominin birkaç günde düze çıkmayacağı, günlük hayatın normalleri haline gelmiş elektrik-su-eğitim-sağlık hizmetlerindeki aksaklıkların kısa sürede halledilemeyeceği de açıktı. Zaten on yıllardır bu şartlar altında yaşayan Lübnanlıların ülkede gerçek bir değişim olabileceğine dair ümitleri de oldukça zayıftı.
Yine de gösteriler, Lübnan tarihinde -özellikle de iç savaş sonrası dönemde- pek görülmemiş bir kenetlenmeyi de sağladı. Ancak bir süreliğine…
5-6 milyonluk ülkede 1.5-2 milyon insan sokağa dökülünce önce mezhep esaslı anayasaya göre Sünni Müslüman olması gereken Başbakan Saad Hariri istifa etti. Zaten göstericiler de hükümetin istifasını istiyordu. Sonra “Ülkeyi siyasetçiler bu hale getirdi ama her biri işinin uzmanı teknokrat hükümeti toparlayabilir” inancıyla/söylemiyle yeni bir hükümet kuruldu. Gerçi teknokrat hükümet daha göreve başlamadan hükümetin her bir üyesi hakkında “Hizbullah’a yakın. Hayır, Suudi Arabistan ile yakın ilişkileri varmış. Bu bakan hangi kriterlere göre bu kabinede yer aldı” gibi söylentiler, haberler ve açık suçlamalar dolaşıma girmişti. Söylentilerin bir kısmında haklılık payı olduğu da gerçek.
O arada ekonomisinin önemli gelir kaynaklarından biri turizm ve hizmet sektörü olan Lübnan da Kovid-19 salgınından nasibini aldı. Sınırlar kapatıldı, uçuşlar iptal edildi, oteller-restoranlar-kafeler geçici de olsa binlerce çalışanı ile birlikte kapanmaya başladı. Öğrencilerin, turistlerin, araştırmacıların, gazetecilerin akın ettiği Lübnan’da BM’nin çeşitli ajansları ile yabancı elçiliklerin ve yabancı basın kuruluşlarının çalışanları kaldı.
Neredeyse her şeyin ithal olduğu ülkede kısa sürede sağlık malzemeleri başta olmak üzere her kalemde tedarik sıkıntıları başladı. Buna paralel olarak fiyatlar da hızla tırmanışa geçti. 2019 yılının ağustos ayında 100 doların 150 bin lira olduğu Lübnan’da birkaç ayda 100 dolar 500-600 bin liraya fırladı. Bankalar “Alarm zilleri çalıyor” açıklamaları yapmaya başladı art arda.
Bu da yetmezmiş gibi ağustos ayında Beyrut limanında ülkedeki sistemin ne kadar çürümüş olduğunu ortaya seren büyük bir patlama gerçekleşti.
Orman yangınları, küçük çaplı da olsa yerel çatışmalar, iç savaş senaryolarının bir kez daha dolaşıma girdiği huzursuzluklar, radikalleşen göstericiler ve her bir gösteride daha da sertleşen güvenlik birimleri… Bazı kamu binalarının göstericiler tarafından işgal edildiği, göstericilere eski askerlerin de destek verdiği günler yaşanır oldu.
Kriz üstüne kriz…
Çözüm belli; Lübnan’ı kaosa sürükleyen ve oradan çıkışını imkansız hale getiren mezhep esaslı sistemin kaldırılması…
Özellikle limandaki patlamadan sonra Lübnan’ı ziyaret eden veya Lübnan’a dair açıklama yapan herkes söyledi. Sanki dahice bir fikirmiş de Lübnan’da kimsenin aklına gelmemiş gibi.
Halbuki Lübnan’da bizzat mezhep esaslı sistem sayesinde on yıllardır siyasi ve ekonomik gücü ellerinde tutan isimler bile “Mezhep esaslı sistem kalkmalı” diyor.
Sorun da tam olarak burada başlıyor; sistemi kim/nasıl kaldıracak?
Bu soru hâlâ cevapsız.
Bu çalkantılı 1 uzun yılın ardından Lübnan’da bir kez daha Saad Hariri başbakan olarak yeni hükümeti kurmak için görevlendirildi. Siyasi boşluktan kaynaklanan belirsizliğin kötüleştirdiği ekonomi çevresinin bu kararı olumlu karşıladığını yazıyor Lübnan gazeteleri…
Aylar süren gösteriler yeni liderler, hareketler çıkaramadı. Hatta dinlere, dinler içinde de mezheplere göre ayrışmış olan Lübnanlıları tek ses olarak sokağa indiren o ruh da pek kalıcı olamadı. Lübnan’da herkes değişim istiyor ancak işsizliğin tırmandığı, açlık sınırının altında kalan aile sayısının hızla arttığı ülkede insanların önceliği bir süredir istikrarın sağlanması. Dört başı mamur istikrar beklentisinde olan da yok; mevcut şartlarda ne kadar mümkünse o kadarı yeterli şimdilik…
Hariri’nin tekrar başbakanlık koltuğuna oturması istikrarı sağlayabilir mi?
Pek olası görünmüyor. Hariri’nin bir kez daha dönüşünü hem ABD-Suudi Arabistan cephesi hem de özellikle Beyrut Limanı patlamasından sonra daha da görünür olan Fransa destekliyor. Ancak iki tarafın da Hariri’den beklentisi farklı. Fransa, Hariri’den kendilerinin başını çektiği girişimler-inisiyatifler doğrultusunda ilerlemesini istiyor ki, bu da Lübnan’ı bir kez daha Fransa’nın Akdeniz’deki merkez üssü haline getirebilir. Bu arada Fransa’nın Hizbullah ile pek derdi yok. Şimdilik Lübnan-İsrail meselesine de doğrudan ve İsrail lehine dahil olma çabasında değil.
ABD-Suudi Arabistan cephesinin ise önceliği Lübnan içinde Hizbullah’ın yalnızlaştırılması, İran’ın tamamen, ve mümkünse biraz da Rusya’nın önünün alınması… Ancak Hizbullah, Lübnan içindeki iki temel siyasi dinamikten biri. Yalnızlaştırılması kolay değil, üstelik bunun Lübnan içinde ekonomik ve siyasi depremler yaşanmadan gerçekleştirilmesi imkansız.
Hariri’yi bıçak sırtı bir dönem bekliyor gibi görünüyor.
Bu arada üst düzey bir Rus heyetin Lübnan ziyareti devam ediyor. Açıklanan programa göre, görüşmelerin gündeminde Lübnan’daki Suriyelilerin geri gönderilmesi ve Lübnan-Rusya ilişkileri var. Ancak Lübnanlı bazı kaynaklar ülkedeki krizlerin gölgesinde kalan çok önemli bir gelişme ile Rus heyetin ziyaretinin ilişkili olduğunu iddia ediyor.
Malum, Lübnan ve İsrail arasında diplomatik ilişki yok. Ayrıca kara ve deniz sınırları da belirsiz hâlâ. Beyrut’taki ABD elçiliğinin girişimleri ve UNIFIL’in aktif ara buluculuğu ile Lübnan-İsrail kara suları sınırlarının belirlenmesi için görüşmeler yapılıyor.
Görüşmelerin yapılması için çabalar uzun süredir var ancak hem Lübnan hem de İsrail kıyılarında kalan bazı bölgelerde gaz aranması için anlaşmalar imzalanalı çok oldu. Tartışmalı bölgeler enerji şirketlerinin çalışmalarını sekteye uğratıyor.
Lübnan kara suları içinde kalan parsellerin önemli bir kısmı için Rus enerji şirketleri ile ya prensip anlaşmaları yapıldı ya da görüşmeler sürüyor.
Velhasıl Lübnan’ın IMF kapılarını aşındırmak zorunda kalacağı ekonomik krizden çıkış için şimdilik tek ümidi Akdeniz’deki gaz arama çalışmalarının bir an önce başlaması. Ancak hem ülke içindeki siyasi ve ekonomik durum hem de ülkenin bir kez daha açıktan mücadele sahasına dönüşmeye başlaması Lübnan’ın huzura kavuşmasının hâlâ çok zor olduğunu gösteriyor.
Evrensel / 29.10.20