Lübnan nasıl kurtulacak? – Hediye Levent

İran ne pahasına olursa olsun Lübnan’daki nüfuzundan vazgeçmek istemeyecektir ancak gidişatı Lübnan’ı ekonomik ve siyasi kaostan çıkarabilecek güçte olanlar söyleyecek.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 25 Şubat 2021
  • 08:47

Hepimiz aylardır ABD’nin yeni dış politikasını konuşuyoruz. Türkiye dahil bölge ülkelerinin tamamı da ABD’nin doğrudan veya dolaylı dahil olduğu dosyaları gözden geçirip her bir başlığa ilişkin Yeni Başkan Joe Biden’ın olası yaklaşımlarını kestirmeye çalışıyor.

Bölgeye dair ABD ve Avrupa ülkeleri dahil herkesin dikkat kesildiği en ağır, dallı budaklı, onlarca ülkeyi doğrudan etkileyen dosya elbette İran… Ancak İran’ın yakından izlediği tek cephe ABD ve Biden dönemi ABD dış politikası değil.

Trump’dan çok önce başlayan ve Trump’ın gitmesine günler kala resmi imzalarla ‘meşrulaşan’ bölge ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşme süreci İran’ın mevcut yönetimini huzursuz eden en önemli gelişmelerin başında.

Biden’ın bu normalleşme sürecini baltalamayacağı, aksine destekleyeceği açık. Belirsiz olan sadece bunu Trump’ın açıktan ve göstere göstere yaptığı gibi İsrail yanlısı tutum sergileyerek devam ettirip ettirmeyeceği…

Bilindiği gibi normalleşme süreci Birleşik Arap Emirlikleri’nin başı çekmesi ve bölge ülkelerinin bir kısmını cesaretlendirmesi ile çok kısa süre içinde karşılıklı diplomatik ziyaret tarihlerinin konuşulduğu bir eşiğe geldi. BAE dahil İsrail ile normalleşme sürecini başlatan ülkelerin İran’dan ve İran’ın bölgedeki nüfuzundan hazzetmediği de sır değil. Zaten BAE-İsrail arasındaki anlaşmalara bir göz atmak normalleşme sürecinin temel hedefleri arasında İran karşıtlığının olduğunu anlamaya yetiyor.

Geçtiğimiz günlerde BAE’den yapılan bir açıklama pek gündeme gelmedi ancak oldukça dikkat çekiciydi. Açıklamada, BAE’nin Lübnan ve İsrail arasındaki gerginlikte etkin rol alabileceği ve ara bulucu olarak sürece katılabileceği belirtiliyordu.

Lübnan ve İsrail arasında diplomatik ve ticari ilişkiler olmadığı gibi iki ülke de birbirini düşman olarak tanımlıyor. Lübnan topraklarının küçük bir kısmı İsrail işgali altında ve her an yeni bir çatışmanın patlak vermemesi için iki ülke sınırları arasında oluşturulan tampon bölgede BM Barış Gücü (UNIFIL) görev yapıyor.

Lübnan Hizbullah’ından İsrail başta olmak üzere birçok ülke hazzetmiyor. Hizbullah’ın siyasetten dışlanması, silahsızlandırılması, ülkedeki gücünün törpülenmesi gibi amaçlarla görünüşte sadece Hizbullah’a ancak pratikte bütün Lübnan’a yönelik siyasi, askeri, ekonomik yaptırımların ardı arkası kesilmiyor.

Reklam

Diğer taraftan Lübnan’da on yıllarca öncesine dayanan ve yolsuzluk, kötü ekonomi politikaları, siyasi çekişmelerden dolayı etkili ve en azından halkın temel ihtiyaçları dikkate alınarak hazırlanmış kalkınma projelerinin olmayışı gibi sebeplerle derin bir ekonomik kriz yaşanıyor.

Ekonomik krizin somut bir şekilde kendini gösterdiği 2018 yılında Lübnan da Akdeniz’deki enerji yarışına katılan ülkelerden biri oldu. Lübnan kara suları içinde kalan bölge 10 parsele ayrıldı ve TOTAL, ENI, NOVATEK, EXXON gibi enerji devi şirketlerle ilk görüşmeler de başlamış oldu. Hatta yolsuzluğun devleti ve özel sektörü sardığı Lübnan’da bu şirketlerle yapılan görüşmelerin tutanaklarının ve prensip anlaşmalarının şeffaf biçimde yayınlanması epeyce şaşırtıcıydı.

Ancak Lübnan’ın Suriye ve İsrail ile kara suları sınırlarının hâlâ belirlenmemiş olması bu süreci baltalamaya başladı.

Lübnan’ın lisans duyurusu yaptığı 8 numaralı parselin tamamında, 9 numaralı parselin bir kısmında İsrail de hak iddia ediyordu. Üstelik bu tartışmalarda Lübnan’ın elini zayıflatan başka bir faktör daha vardı; Lübnan’daki Hizbullah varlığı sebebiyle tartışmalı kara suları konusunda İsrail’in siyasi platformda daha fazla dostunun olması…

Velhasıl, kapalı kapılar ardından yaklaşık 1.5 yıl devam eden girişimlerin ardından 2020 yılının ekim ayında Lübnan ve İsrail heyetleri tartışmalı kara suları sınırları konusunda uzlaşma hedefiyle ilk görüşmesini yaptı. UNIFIL ara buluculuğunda gerçekleşen bu süreci Hizbullah blokundaki siyasi hareketler de destekledi. Lübnan’ın paraya ihtiyacı vardı ve Hizbullah dahil hiçbir hareket/şahıs “Ülke ekonomisini ayağa kaldırabilecek bir kaynağı engellemek” suçlamasına hedef olmak istemiyordu.

Görüşmenin gerçekleştiği süreç ile BAE-İsrail normalleşme süreci paralel ilerledi. Her ne kadar bu görüşmenin tek amacı uluslararası kara suları sorunu olarak görünse de bölge ülkelerinin İsrail ile diplomatik ilişkilerini başlattığı yeni dönemde Lübnan elbette süreç dışı kalamayacak veya bırakılmayacak kadar önemli bir ülke.

Lübnan-İsrail heyetleri kara suları konusunda bir uzlaşmaya varamadı ancak dolaylı görüşmeleri sağlayan bu süreç henüz çökmedi.

Bu süreç Lübnan-İsrail arasında siyasi konuları ve hatta İsrail işgali altındaki Şeba Çiftlikleri’ni de içerecek şekilde genişletilip Lübnan-İsrail dolaylı barış görüşmelerine evrilir mi?

Dönelim kısa süre önce BAE’den yapılan açıklamaya…

Lübnan biri İran’a, diğeri Körfez ülkelerine yakın olmak üzere iki kutuplu siyasetle idare ediliyor.

Lübnan iç siyasetinde ve ekonomisinde, İran kadar Suudi Arabistan ve BAE gibi Körfez ülkeleri de oldukça etkili.

BAE’nin İsrail ile diplomatik ilişkilerini başlattığı anlaşma bir dizi ticari anlaşmayı da içeriyor. Bu anlaşmaların en dikkat çekici olanlarından biri BAE ham petrolünün Hayfa limanı üzerinden Avrupa’ya naklinin sağlanması… Anlaşma İsrail tarafının inşa edeceği boru hattı ile OPEC’in en fazla petrol üreten ülkelerinden biri olan BAE petrolünü taşımasını öngörüyor.

Bunun yanı sıra, BAE’nin Lübnan kara suları içinde kalan bölgede petrol/doğal gaz aramayı düşünen konsorsiyumlara katılmaya niyeti olduğu açık.

Gerçi Lübnan açıklarında ilk sondaj çalışmalarına geçtiğimiz yıl başlayan TOTAL şimdilik umduğunu bulamadı ancak Akdeniz’deki enerji yarışının birçok ülkeye yeni ittifaklar kazandırdığı, eski düşmanlıkları bitirme fırsatları sunduğu, özellikle de İsrail ile normalleşme sürecinin diplomaside yeni kulvarlar açtığı göz önüne alındığında BAE’nin Lübnan üzerinden yeni sahalara açılmaya niyetlenmesi gayet anlaşılabilir.

Peki Lübnan içinde buna mukavemet olur mu?

Biden dönemi İran politikasına bağlı olarak İran’ın Lübnan’daki nüfuz alanını korumak için neler yapacağını şimdiden kestirmek güç ancak nihayetinde Lübnan Hizbullah’ı Lübnan siyasetinin bir parçası. İsrail ile UNIFIL ara buluculuğunda da olsa görüşmelere itiraz etmeyen hatta destekleyen Hizbullah’ın Lübnan’ın çökmekte olduğu gerçeğini göz ardı etmesi mümkün değil.

Bu arada Lübnan’da teknokrat hükümet geçtiğimiz yıl eylül ayında istifa etmişti ve o tarihten beri hâlâ hükümet kurulamadı.

Geçtiğimiz günlerde Lübnan Doğu Kilisesi Maruni Patriği Beşara Butros El Rai, Lübnan krizinin uluslararası platforma taşınması gerektiğini belirten bir açıklama yaptı. Bu açıklamaya destek verenlere göre, ülke çöküyor ve uluslararası toplumun müdahalesi kurtuluş için son fırsat. Hizbullah dahil karşı çıkanlar ise, Lübnan krizini uluslararası platforma taşımak için savaş, iç çatışmalar gibi gerekli şartlar yokken meseleyi BM Güvenlik Konseyine taşımak ülkeyi siyasi ve askeri saldırılara açmak demek…

Velhasıl İran ne pahasına olursa olsun Lübnan’daki nüfuzundan vazgeçmek istemeyecektir ancak gidişatı Lübnan’ı ekonomik ve siyasi kaostan çıkarabilecek güçte olanlar söyleyecek.

Gerçi bu sadece Lübnan için geçerli değil. Biden dönemi ve İsrail ile normalleşme süreci bölgeyi yeni ve oldukça farklı bir eşiğe taşıyacak gibi görünüyor…

Evrensel / 25.02.21