IŞİD, el Kaide, radikalleşme gibi konular bir süredir sadece Avrupa ülkelerinde bireysel saldırılar olduğunda gündeme geliyor. Ve yine uzunca bir süredir sadece mülteci karşıtlığına odaklanan, nefret söylemlerini körükleyen tartışmalarla sınırlı kalıyor.
Her bir yeni mülteci, o ülkede doğmuş ve vatandaşlık haklarına sahip olmuş olsa da her bir yabancı potansiyel radikal olabilir algısı giderek yaygınlaşıyor.
Bu durum mültecileri ötekileştiren, gettolaşmaya zorlayan, gettolarından çıkmaya korkar hale getiren ve haliyle giderek radikalleşmelerinin önünü açan bir kısır döngüyü derinleştirmekten başka işe de yaramıyor.
Kitlesel korku ve öfke yaratan her bir saldırıya karşılık mültecilerin; farklı ülkelerde belki birkaç kuşaktır yaşayan farklı kökenli insanların ve mültecileri desteklemeye çalışanların sesleri daha az duyulur hale geliyor.
Radikalizmi yaratan, özellikle gençlerin radikalleşme eğilimlerini körükleyen sebeplere ilişkin araştırmalar olsa da bu sebepleri ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar oldukça sınırlı.
Mesela, son birkaç gün içinde Avrupa ülkelerinde yaşanan saldırıları gerçekleştirenlerin ve karışanların büyük kısmının Suriye ve Irak tecrübesi var. Bu insanların Avusturya’dan, Belçika’dan, Almanya’dan Suriye’ye gitmelerine sebep olan faktörler hâlâ derinlemesine tartışılmıyor.
Biz dönelim kendi coğrafyamıza…
Irak ve Suriye başta olmak üzere Arap Ayaklanması döneminde el Kaide ve IŞİD gibi radikal örgütlerin militanı veya destekçisi olan milyonlarca insan buhar oldu, kayboldu. Birkaç on bininin yargılaması sürüyor ancak hâlâ IŞİD’in üst düzey komutanlarının, ideologlarının akıbetlerini bilmiyoruz. Zaten yargılama süreçleri de yeni adaletsizliklerle ve tartışmalarla sürüyor ve büyük ihtimalle en fazla 10-15 yıl sonra bu sürecin sonuçlarını da görmeye başlayacağız. IŞİD’in üst düzey komutanlarının nerede oldukları bilinmezken IŞİD militanı kardeşi yüzünden müebbet hapis cezasına çarptırılan, örgüte mecburen yardım etmek zorunda kaldığı için idamla yargılanan insanlar var.
Bunun yanı sıra, adaletsizlik, sosyoekonomik faktörler, eğitim-öğrenim standartlarının giderek düşmesi, işsizlik, bölge ülkelerinde giderek yaygınlaşan mezhepçi söylemler, her yıkım sonrası yeni çatlaklarla giderek büyüyen toplumsal fay hatları…
Bu sebepler ve daha onlarcası önümüzdeki birkaç yıl içinde yerel veya bölgesel yeni radikal örgütler yaratmaya yetecek kadar etkili ve derin.
Sorun bu kadar ciddiyken ve bütün coğrafyayı tehdit edecek boyutta iken din otoritelerinin IŞİD veya el Kaide gibi örgütlere ilişkin tartışmaları “İslam’a saldırı veya gerçek İslam bu değil. Dini çarpıtıyorlar” gibi tartışanı suçlayan eksenden çıkmamaları sorunu daha da derinleştiriyor. Sonuçta, radikal örgütleri tartışmaya açanlar değil, ideolojilerini dini referanslar üzerine kuranlar hedef alınmalı. Ancak bölgedeki din otoritelerinin hâlâ ne bu ideolojilere ne de milyonlarla insanın günlük yaşamına kadar sirayet etmiş söylemlere-inanışlara müdahale etmeye niyeti var.
Bölge ülkelerindeki yöneticilerin de okul müfredatından siyasi söylemlere, istikrarsızlıktan yolsuzlukla mücadeleye, adaletten vatandaşlık haklarının korunmasına kadar radikalizmi besleyen faktörlere karşı koyacak köklü bir dönüşüm yapma düşüncesi yok.
Velhasıl her saldırı sonrası gündeme gelen radikalleşme meselesi oldukça köklü ve bütün dünyanın sorunu. Her bir savaş geriye sadece yıkılmış binalar bırakmıyor. Çökmüş toplumsal yapılar, dağılmış kültürler, bir şeylere tutunma arayışında milyonlarca insan da o savaşların ve yıkımların eserleri...
El Kaide, IŞİD ve henüz ortaya çıkmamış olan radikal gruplar, akımlar da o savaşların ve yıkımların sonuçları. Önce bölgenin sonra dünyanın geri kalanının bununla yüzleşmesi gerekiyor.
Evrensel / 05.11.20