Daha dört yıl önce Suriye'deki iç savaştan kaçan ailesiyle Yunanistan'a geçmeye çalışırken bindiği botun batması sonucu cansız bedeni Bodrum'da kıyıya vuran 3 yaşındaki Alan için hep birlikte ağlamıştık. Sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın göçmenlere bakışını değiştirmişti o günlerde Alan bebek. Günlerce Suriyeli mültecilerin yaşadığı dramları konuşup, ölümlerin önüne nasıl geçilirin yanıtını aramaya çalışmıştık.
Çok değil dört yıl sonra bugün her yandan yükselen bir Suriyeli nefreti yaşıyoruz.
İki hafta önce Ankara’da yine bir bebek öldü. O da Alan gibi Suriyeliydi. Onun da ailesi dört yıl önce Suriye’deki savaştan kaçarak Türkiye’ye gelmişti. Kim bilir nasıl zorluklarla yaşıyorlardı ki ancak pazar bittikten sonra dökülen sebze ve meyveleri toplayarak karınlarını doyuruyorlardı. 10 Temmuz’da da öyle yaptılar. Ankara Mamak’taki semt pazarına gittiler. Atık sebze ve meyveleri toplamak için dolaşıyorlardı ki bir anda 6 yaşındaki Salih’in kaybolduğunu fark ettiler. Salih ortada yoktu. Anne Hayat ve baba Hasan Alşeyhhüseyin, Salih’in en son durduğu yere gittiler. Sebze kasalarının hemen yanında kapağı açık bulunan bir kanalizasyon gördüler. Salih’in oraya düştüğünü düşündüler. Düşündüler ama dillendiremediler. Türkçe bilmiyorlardı. Sonra Türkçe bilen bir yakınlarına haber verdiler. İşte ondan sonra Salih aranmaya başlandı. Ancak çok geçti. Salih’in cansız bedeni kanalizasyon suyunun döküldüğü çayda bulundu.
Salih’in ya da ailesinin dramı işte bu Suriyeli nefreti arasında yok olup gitti.
Dedim ya ikiyüzlüyüz diye. Alan’ı unutup, Salih’i görmezden gelip Suriyelilere yönelik ırkçı ve nefret saçan söylemleri yükseltirken göçmenleri kurtaran bir kadını ise göklere çıkarıyorduk.
Salih’in ölümünden kısa bir süre önce Carola Racekete adlı 31 yaşındaki Alman bir kadın Akdeniz’de 42 göçmeni kurtarıp İtalyan ordusunun emirlerini hiçe sayarak Lampedusa Adası’na çıkarmıştı. Racekete sadece Türkiye’de değil tüm dünyada gündem olmuş ve geniş bir kesim tarafından “kahraman” ilan edilmişti.
O bir kahramandı göçmenleri kurtarmıştı. Ama biz Türkiye’deki Suriyelilerin plajlara girmesini, mahallemizde oturmasını, üç kuruşa güvencesiz çalışmasını istemiyorduk.
‘Aydın’larımız sinemada bile rahatsız oluyordu artık Suriyelilerden!
Hayır sanki Suriyeliler yokken mükemmel bir ülkemiz vardı. Suç oranı sıfırdı. Ekonomi tıkırındaydı. Sokaklarda dilenen insanlar yoktu. Karnını pazar artıklarıyla doyuranlara rastlanmıyordu.
Her şey onlar geldikten sonra bozuldu öyle mi?
İyi de onlar çok mu gönüllü ayrıldılar ülkelerinden. Ne çabuk unuttunuz? Yoksa unutmak mı istediniz?
15 göçmen bindikleri minibüs şarampolden düşsün de ölsünler diye mi geldiler Türkiye’ye? Ya da hiçbir güvenlik önlemi olmadığı için çalıştığı inşaatın dördüncü katından zemine düşerek ölen Suriyeli işçi…
Kaptan Carola Racekete, neden göçmenleri kurtarmaya karar verdiğini şöyle anlatmıştı:
"Benim hayatım kolay oldu. 3 üniversiteye gittim, 23 yaşında mezun oldum. Beyazım, Alman'ım, zengin bir ülkede ve doğru pasaportla doğdum. Bunu fark ettiğimde, benimle aynı fırsatlara sahip olmayanlara yardım etmenin ahlaki zorunluluğunu hissettim."
Belki Racekete’nin ruhuna sahip değilsiniz ama hiç değilse nefret kusan dilinize sahip çıkın.
Suriyelileri linç edeceğinize Suriye’yi, Irak’ı ya da Afganistan’ı kana bulayan güçleri linç edin.
Artı Gerçek / 24.07.19