Fehim Taştekin: Suriye’ye vekalet savaşı ile müdahale eden aktörler başarılı olamadı

Suriye’deki gelişmeleri yakından takip eden Gazeteci Fehim Taştekin ile 10 yılda yaşananları ve gelinen noktayı anlattı: "Suriye’ye vekalet savaşı ile müdahale eden aktörler başarılı olamadı"

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 17 Mart 2021
  • 09:20

Suriye’de iç çatışmaların başlamasının üzerinden 10 yıl geçti. Savaşta milyonlarca Suriyeli toprağından göç etmek zorunda kalırken, binlercesi de yaşamını yitirdi. Suriye’deki gelişmeleri yakından takip eden Gazeteci Fehim Taştekin ile bugüne kadar yaşananları ve gelinen noktayı konuştuk. Başta ABD, Rusya olmak üzere uluslararası egemen güçler ile Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerin Suriye toprakları üzerinde verdiği vekalet savaşını hatırlatan Taştekin, “Suriye’ye vekalet savaşı ile müdahale eden aktörler başarılı olamadı” dedi.

Erdoğan yönetiminin Suriye politikasını “Amerikan-İsrail çıkarlarına muhteşem bir hizmet” olarak nitelendiren Taştekin, “Irak’tan sonra Suriye felç edildi. Halkı insanlıktan çıkartıldı. Bu siyasetin ana operasyon hattı Türkiye oldu. Tezgah Türkiye sınırlarında kuruldu. 5-6 milyon insanın sürgün halinden, ölümlerden ve yıkılmış şehirlerden bu siyasetin mimarları da sorumludur” ifadelerini kullandı.

Taştekin’in sorularımıza yanıtları şöyle:

10 yılı geride bırakan Suriye iç savaşını değerlendirecek olursanız, günümüzde nasıl bir tablo ile karşı karşıyayız?

Ortadoğu halklarının haklı değişim talepleri ülkelerin iç dinamikleri, geçirdikleri tarihsel süreçleri ve en önemlisi jeopolitik gerçeklikleri göz ardı eden bir boyutta yükseldi. O yüzden bu taleplerin çalınması, yolundan çıkartılması ve bastırılması çok zor olmadı. Suriye meselesinin başından beri basitçe muhalifler ile rejim arasında bir sorun olarak çerçevelenmesi asıl belirleyici faktörlerin görmezden gelinmesine neden oldu. Suriye’nin Arap dünyasındaki yeri, Amerikan hegemonyasının şekillendirdiği Ortadoğu düzenindeki ayrıksılığı, Golan’ın işgali yüzünden İsrail ile arasındaki düşmanlık, Rusya ve İran’la ittifak ilişkisi bu ülkenin hedef alınmasındaki temel faktördür. O yüzden olayların daha başında bir vekalet savaşı şekillendi. Türkiye ve Ürdün üzerinden Batı-Körfez ortaklığının süreci silahlandırma operasyonları Suriye’yi bulunduğu stratejik ve jeostratejik bağlamlardan koparma hamlesiydi.

Aslında bu müdahale düzeni 30 yıl sonra Suriye’de kendini tekrar ediyordu. 1978-1982 arasında yaşananlar da Müslüman Kardeşler’in ara yerel aktör olduğu, ABD ve ortaklarının da tahrik-teşvik edici rollerde devrede bulunduğu bir silahlı kalkışma, iç çatışmaları körükleme denemeleriydi. Aynı tezgah farklı bir senaryo ve dozu onlarca kat artırılmış bir müdahaleyle geldi. İlkinin sonuncu çok kanlı bir şekilde Müslüman Kardeşler’in ezilmesi ve halkın gözünde ‘terör örgütü’ olarak mahkum edilmesiyle sonuçlanırken ikincisi çok çetrefilli bir tabloya yol açtı. Suriye devleti çok zorlandı, feci şekilde kanatları yere düştü ama yıkılmadı. Bu bakımdan Suriye’ye vekalet savaşı ile müdahale eden aktörler başarılı olamadı.

Rusya ve İran kritik roller üstlendi

Suriye’nin Soğuk Savaş döneminden beri müttefiki Rusya ile 1979’dan beri dostu olan İran bu savaşın seyrini değiştiren kritik roller üslendi. 2013’te Hizbullah’ın Kuseyr cephesine müdahil olup Şam’ı güvenceye almasındaki katkısı Suriye’yi uçurumun kenarından çeken en kritik müdahaleydi. Kalamun cephesinin temizlenmesi ikinci önemli dönemeçti. Bu iki cephedeki değişim Lübnan’ın Nusra Cephesi ve öteki cihadi selefiler eliyle ateşe atılmasını da önledi. Sonra Rusya’nın havadan, İran’ın karadan müdahil olduğu 2015’te durum tamamen değişti.

Cephedeki bu değişim öteki aktörlerin de siyasetlerinde kırılmalara yol açtı. Muhalif cephedeki Özgür Suriye Ordusu cilası atmış, altındaki cihatçı yığınlar artık kendi renk ve bayraklarıyla baskın hale gelmişti. IŞİD’in kendi hilafetini ilan etmesi bu cephede kanlı iç hesaplaşmalara yol açtı. ABD, IŞİD’e karşı savaş konsepti ile Suriye’ye girip Rusya’nın önünü kesti. Fırat iki büyük güç arasında etki-nüfuz hattı haline geldi. Bu süreçte sadece IŞİD değil baskın çıkan onlarca örgütün Suriye’ye biçtiği geleceğin karanlık bir modelden ibaret olduğu anlaşıldı. Bu bir bakıma muhalif güçleri “ılımlılar” efsanesiyle destekleyen pek çok taraf için de şok ediciydi.

Beri tarafta Kürtler kanton sistemiyle başlayıp demokratik özerkliğe evrilen bir çabayla alternatif bir model ortaya koymuş oldular. ABD, Kürtlerin öngörülebilir bir direniş hattı kurabildiğini görünce YPG-SDG ile ortaklığa değer atfetti. Bu Türkiye’yi kışkırttı. Türkiye’nin Fırat Kalkanı harekatı ile sahaya intikali IŞİD’e karşı operasyon olarak gösterilse de asıl hedef Kürtlerin Kobanê’yi kurtardıktan sonra Afrin’e kadar ilerleme planının önünü kesmekti. Kuşkusuz Türkiye, bugün olmasa yarın Amerikan desteğiyle Kürtler tarafından bölgeden çıkartılacağı anlaşılan IŞİD’i kendisi el Bab’a kadar kovalayarak “IŞİD’i destekleyen ülke” etiketinden kurtulmayı da hedefledi.

Türkiye’nin ikili siyaseti kasıla kasıla ilerledi

Türkiye’nin Suriye siyaseti hangi temeller üzerinde oturuyor?

ABD’nin Kürtlerle ortaklığına tepki olarak Türkiye, Suriye siyasetini iki eksene oturttu: Azez-Cerablus-el Bab üçgeni ile Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve diğer cihatçıların elindeki İdlib’i Suriye devletine karşı bir tampona dönüştürmek. İkincisi Kürt koridoru dediği sınırların 30-40 kilometre derinliğindeki bölgeyi tamamen Antikürt koridoruna çevirmek. Bu sadece özerklik projesini çökertmeyi değil Kürt bölgelerinde Kürtler aleyhine demografiyi değiştirmeyi de içeriyor.

Bu arada ABD-Kürt ortaklığının Ankara’da yol açtığı hayal kırıklığına ilaveten Rus uçağının düşürülmesi ve Rus büyükelçisinin Ankara’da öldürülmesi Türkiye’yi el mahkum Rus oyununa itti. Rusya, İran ve Türkiye arasında Astana süreci bu zeminde gelişti. Türkiye’nin ikili siyaseti Astana’nın sunduğu imkanlar ve yaptırdığı frenler arasında kasıla kasıla ilerledi.

Afrin’e yönelik Zeytin Dalı harekatı, Tel Ebyad (Girê Sipî) ve  Rasl’ul Ayn’a (Serê Kaniyê) yönelik Barış Pınarı harekatı Antikürt koridoru hedefiyle geliştirildi. Tabii bu son harekat ABD tarafından frenlendikten sonra Rusya ile varılan yeni bir mutabakat sonrası Suriye ordusu ve Rus askeri-polis güçlerinin de Fırat’ın doğusunda kontrol alanlarını artırmasına imkan verdi.

Türkiye Ayn İsa üzerindeki baskıyı artırarak 30 kilometre derinliğindeki koridor planında ısrar ediyor. Erdoğan’ın kafasında bu koridoru kesintisiz İdlib-Afrin’den en doğuda Dicle kıyısındaki Derik’e kadar uzatmak var. Türkiye’ye kuzeyde açılan operasyon sahalarının karşılığında Ankara da Doğu Halep, Doğu Guta gibi cephelerin dağılması, silahlı grupların İdlib cebine çekilmesine yardımcı oldu.

Mevcut tabloda üç kontrol alanı var

Peki Suriye’deki kontrol alanlarıyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Mevcut tabloda üç kontrol alanı var: Ülke topraklarının üçte ikisi Suriye devletinin kontrolünde. Bu alanda İran Devrim Muhafızları, onların güdümündeki Şii milis güçleri, Hizbullah, Suriye ordusunun yedeğindeki ulusal savunma birlikleri ve Rus askeri unsurları yer alıyor.

Dört askeri harekat düzenleyen Türkiye kendi askeri güçleri, Suriye Milli Ordusu ve Ulusal Kurtuluş Cephesi bileşenleri ile birlikte Afrin, Azez, el Bab, Cerablus, Tel Ebyad ve Ras’ul Ayn’ı kontrol ediyor. Türkiye’nin kalkan pozisyonunda olduğu İdlib’de HTŞ ve el Kaide çizgisindeki gruplar hakim. Bütün bu alanı Türkiye ve desteklediği güçlerin kontrol alanı diye kabaca yuvarlamak mümkün. Fırat’ın doğusunda ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri kontrollerini sürdürüyor. Bu alandaki Suriye hükümetinin kontrolü geçen yıldan beri arttı.

Irak-Ürdün-Suriye üçgenindeki Tanaf bölgesinde de ABD destekli muhalif bir grup var. IŞİD ise saha hakimiyetini yitirse de Rakka, Deyr el Zor ve Badiya çöl bölgesinde varlığını artan oranda hissettiriyor. Golan cephesinde Nusra’ya desteğini esirgemeyen İsrail ise güney cephesinin Rusların verdiği garantiler sayesinde boşalması sonrasında doğrudan İran’ı vurma gerekçesiyle sürekli olarak Suriye’yi havadan vuruyor.

Rusya, Astana sürecini yedek bir platform olarak çalıştırdı

Suriye’de diplomatik çözüm adıyla BM gözetiminde başta Cenevre olmak üzere çeşitli Avrupa kentlerinde görüşmeler oldu. Yine Rusya’nın gözetiminde Astana süreci başlatıldı. Bu iki diplomatik sürecin Suriye’ye yansıması nasıl oldu?

Cenevre süreci Rusya’nın da ortak olduğu BM Güvenlik Konseyinin 2254 nolu kararı gereğince siyasi geçişi hedefleyen bir süreç. Bu sürecin Rusya acısından kazanımı Şam’ı, Esad yönetimini meşru görmeyen güçlere muhatap yapmasıdır. Şam açısından ise Cenevre süreci Türk-Amerikan-Körfez ekseninin hedeflediği devir-teslim seçeneğini olabildikçe uzağa itme hatta imkansız hale getirme vesilesidir. Kuşkusuz Şam’ın esnek olmayan tutumu Rusya’yı Astana ortağı Türkiye ve BM Güvenlik Konseyindeki muhatapları düzleminde yoruyor.

Ama Rusya’nın da bu süreçten muradı Suriye’nin Türkiye’nin desteklediği güçlere teslim edilmesi değil. Rusya, Cenevre’yi henüz Suriye’deki gidişattan emin olmadığı bir dönemde kabul etti ama devamında askeri çözümün sınırlarını gördüğünden bataklık senaryosunu bertaraf etmek için paralel bir mekanizma olarak da önemsedi.

Rusya Astana sürecini ise Cenevre’nin kontrollü bir şekilde desteklenmesi için yedek bir platform olarak çalıştırdı. Türkiye’yi kendi oyununa çekip bir al-ver dengesi kurmaya çalıştı. Türkiye destekli gruplar Astana sürecine rıza gösterip buradan Cenevre’ye taşındı. Muhalifler, hükümet ve bağımsızlar şeklinde üç grupla anayasa yazım komitesi kuruldu ama süreç ilerlemiyor. Hükümet üzerinde yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerini yeni anayasaya göre düzenleme yönünde bir baskı var ama Şam umursamıyor. Rusya Şam’dan beklediği esnekliği her zaman bulamıyor. Şimdi Biden yönetiminin Cenevre’ye biraz ağırlığını koyması beklentisi var. Ama hiçbir şey belli değil.

İdlib en büyük ‘teröristan’ entitesi olmaya devam ediyor

Türkiye’nin desteklediği cihatçı grupların kontrolündeki İdlib’le ilgili gelişmeler nelerdir? Türkiye’nin gözleme noktalarının durumu nedir

Türkiye, Astana zemininde bu cebi korumak için 12 gözlem noktası kurdu ama Suriye ordusunun sınırlara kadar topraklarını tekrar kontrol altına alma hamlelerini kesemedi. Türkiye’nin onlarca asker kaybettiği müdahalelere rağmen devam eden çatışmalarla M-4 Otoyolu şubat 2020’de ordunun kontrolüne geçti.

Soçi Mutabakat Muhtırası ile ‘Terör örgütlerini elimine etme’ yükümlülüğü altına giren Türkiye’nin gözlem noktaları ile yaptığı şey bu bölgelere kalkan olmaktı. Halep’i Hama, Humus ve Şam’a bağlayan M-5 Otoyolu’nun el değiştirmesinden sonra imzalanan Moskova Mutabakat Muhtırası’ndan beri Türkiye bu kez Halep-Lazkiye koridorundaki M-4 yolunu yeni savunma hattına dönüştürmeye çalışıyor. M-5’te Suriye ordusunun kontrolüne geçen bölgelerdeki askeri gözlem noktalarını çeken Türkiye İdlib’in güneyi ve Halep’in batısında onlarca yeni askeri üslenme noktasıyla tam anlamıyla bir bariyer kuruyor. Bu askeri konuşlanma ile caydırıcılık inşa etmeye çalışıyor.

İdlib’de Türkiye’nin bir yükümlülüğü de M-4’ü ulaşıma açmak. Buna direnen cihatçı güçler var ve açıkça Türk askeri konvoylarını hedef almaktan da kaçınmıyor. Türkiye, bu örgütleri HTŞ eli ile zapturapt almaya çalışıyor. Fakat Türkiye ile iş birliği, el Kaide çizgisindeki örgütleri bölüyor.

HTŞ’yi iş birlikçi olmakla suçlayanlar Hurras el Din çatısı altında buluştular. Şimdi bunların dışında bağlantıları da pek belli olmayan bir iki yeni radikal örgüt türedi. IŞİD’in Suriye’deki ilk kolu olan Nusra’nın isim değiştirmiş hali olan HTŞ Türkiye ve Katar’ın teşvikleriyle imajını değiştirip kendisini Batı’ya ılımlı-makul örgüt diye satma eğiliminde. Fakat bu örgüt BM Güvenlik Konseyinin kara listesinde. Bu listeyle uyum gereği Türkiye’nin de terör örgütleri listesinde.

Türkiye İdlib’de açıkça bu örgütlere karşı Suriye devletinin yürütmeye çalıştığı operasyonların önünü kesiyor. İdlib bu sayede yerkürenin en büyük ‘teröristan’ entitesi olmaya devam ediyor.

Erdoğan’ın Suriye politikası AB-İsrail çıkarlarına hizmet ediyor

Erdoğan ve AKP hükümetinin 10 yıllık Suriye politikasını değerlendirecek olursanız neler söylersiniz?

Erdoğan’ın Suriye politikasını Amerikan-İsrail çıkarlarına muhteşem bir hizmet olarak görüyorum. Irak’tan sonra Suriye felç edildi. Halkı insanlıktan çıkartıldı. Bu siyasetin ana operasyon hattı Türkiye oldu. Tezgah Türkiye sınırlarında kuruldu. 5-6 milyon insanın sürgün halinden, ölümlerden ve yıkılmış şehirlerden bu siyasetin mimarları da sorumludur. Suriyeliler “özgürlük” derken başka ülkelerin sokaklarında itilen kakılan çaresiz insanlara, dilencilere dönüştürüldü. Bundan daha beter kötülük nedir? Dahası sınır hatlarımızda on binlerce cihatçı kök saldı. Dağılan IŞİD savaşçılarının en rahat barınabildiği ülkenin Türkiye olması kimin ve neyin sayesinde oldu?

Türkiye’deki İslamcı gruplar bu sürece katılırken sıradan mahalleler cihatçı yapıları kucaklayacak kadar dönüştü.  Türkiye henüz ikinci aşamaya geçmedi. O aşamayı İdlib ve diğer cepler kapandığında bu örgütler Türkiye’ye sızdıklarında göreceğiz. Erdoğan destekleyip büyüttüğü silahlı milisleri kendi savaşlarında paralı askerlere de dönüştürdü. Türk dış politikasının yeni enstrümanı milislerdir. Libya ve Karabağ’da gördüğümüz milis seferberliği başka coğrafyalarda da kullanılacaktır.

Afrin’i Kürtsüzleştirme operasyonu devam ediyor

Suriye Demokratik Güçlerinin kontrolündeki bölgelere Türk Silahlı Kuvvetleri askeri harekat yaptı. Askeri harekatların yapıldığı bu bölgelerde durum nedir? TSK, bu bölgelerde varlığını sürdürebilecek mi?

Özellikle Afrin’i Kürtsüzleştirme operasyonu devam ediyor. Kürtlerin bir kısmı Afrin’den Halep’in kuzeyinde Tel Rıfat bölgesindeki Kürt köylerine sığındı. Türkiye buradaki YPG varlığını tamamen bitirmek için Tel Rıfat’ı da istiyor. Afrin’e Suriye’nin farklı bölgelerinden gelmiş cihatçılar aileleriyle buraya taşındı ve hepsi kendi derebeyliklerini kurdu. Her türlü suçu işlemekte özgürler! Gasp, haraç, yağma, talan, işkence, adam kaçırma, fidye, infaz, tarihi ve dini mekanların tahribi gibi olayların haddi hesabı yok.

Tabi bu güçlere yönelik saldırılar da eksik olmuyor. Tel Ebyad ve Ras’ul Ayn’da da benzer süreçler yaşanıyor. Bu gruplar birer suç şebekesi. Ganimetçi. Tel Ebyad’ın güneyinde Ayn İsa ve Ras’ul Ayn’ın güneyinde Tel Temir yani M-4 hattında sürekli bir baskı var. Ayn İsa düşerse Türkiye ve desteklediği “Suriye Milli Ordusu” adlı milisler Fırat’ın doğu yakasında M-4 güzergahını kesecek, Kobanê’yi diğer bölgelerden izole edecek ve Menbic’i doğudan kuşatma imkanı bulacak.

Biden, Trump dönemindeki siyaseti sürdürecek

Joe Biden’ın başkan olmasının ABD’nin Suriye politikasına yansıması nasıl olacak?

Biden’ın öncelikleri arasında Suriye yer almasa da kaçınılmaz olarak bölgeyle ilgilenmek zorunda kalacaklar. Biden’ın şu ana kadar verdiği sinyaller önemli ölçüde Trump zamanında temelleri atılmış siyasetin şöyle ya da böyle süreceğini gösteriyor. SDG’ye destek şimdilik garanti. Ancak bunu askerleri tutarak mı yoksa Irak/Kürdistan’a kaydırarak da mı yapacakları konusunda henüz netleşmiş bir yol haritası yok. Asker çekmeyi tamamen dışlamıyorlar. Bu biraz da Türkiye ile nasıl bir orta yol bulacaklarına bağlı. Türkiye ABD’den esneklik gördüğü an Semelka-Fişhabur sınır geçişini ele geçirmek dahil sözünü ettiğim koridoru uzatmak için harekete geçebilir. Bu da Biden’ın çekilme konusunu daha dikkatli ele almasını gerektiriyor sanırım. Bunun ötesinde Biden Şam üzerindeki baskı mekanizmalarını koruyacaktır. Buna Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımlar dahil. Bunu Şam’da tutum değişikliğine yol açma hedefine bağlıyorlar. Cenevre’de oyalama taktiklerini bitirmek için de yaptırımları silah olarak kullanmaya devam edebilirler. Ayrıca İran’ın Suriye’den çekilmesini temin etmeye dönük çabalar sürecektir. Bunu hem nükleer pazarlıklarda bir başlık olarak hem Ruslarla görüşmelerde temel gündem olarak öne çıkarabilirler. ABD’nin İsrail ve İran odaklı Suriye siyaseti Biden döneminde de farklı ton ve yorumlarla devamlılığını koruyacak.

Suriye, İran ve Rusya’nın etkisine teslim olmama konusunda bir reflekse sahip

Rusya ve İran açısından bu 10 yıllık sürece ilişkin değerlendirmeniz nedir?

İran, Irak ve Suriye’yi bir ön cephe olarak görüyor. Suriye düştüğünde sıranın kendisine geleceği değerlendirmesi İran’ı bu kadar işin içine girmeye itti. İran’ın resmi söylemi direniş ekseninin korunması. Kuşkusuz İran hem askeri hem ekonomik destekle Suriye devletinin ayakta kalmasında en az Rusya kadar rol oynadı. Fakat İran’ın Suriye’de artan askeri varlığı ve etkisi şimdi giderek Amerikan-İsrail-Körfez ekseninin temel sorunu haline geliyor.

İran’ı geriletecekse Şam’la el sıkışmaya hazır görünen bir Arap tutumunun belirginleştiğini görüyoruz. ABD için İsrail’in güvenliği her şey. ABD-İsrail cephesinin değerlendirmelerinde Rus marifetiyle İran’ın geriletilmesi bir seçenek olarak değer kazanıyor. Rusya-İsrail ilişkilerindeki karşılıklı anlayış pazarlığın bu yöne kaymasına imkan veriyor. Ancak Suriye yönetimi de İran’ı İsrail’e karşı koymada vazgeçilmez bir ortak olarak görüyor. Bu ortaklığı Rusya ile tesis etmesi mümkün değil. O yüzden bir direnç var. Burada bir yanılsamaya da izin vermemem için bir saptamaya da ihtiyaç var: Suriye bütün iddiaların aksine İran ve Rusya’nın etkisine teslim olmama konusunda bir reflekse sahip.

İdlib’deki ateşkesin bozulması ya da Cenevre’de ipe un serilmesi karşısında “Şam, Moskova’yı dinlemiyor” diye kendini ele veren yakınmaların arkasında Suriye’nin kendi egemenlik alanlarını koruma direnci yatıyor.

Elbette korkunç bir baskı var, savaşın yükü, ekonomideki çöküş Suriye’yi kımıldayamaz hale getiriyor. Moskova açısından baktığımızda Suriye savaşı Rusların Ortadoğu’ya dönüşüne vesile oldu. Ortağına sadakatini gösterip Amerikan ittifak düzenine çomak soktu. Güç gösterisi Rusya’nın epey zaman önce çekildiği denklemlere yeniden girmesine imkan verdi. Suriye’yi geliştirdiği silahlar için bir vitrin olarak da kullandı. Bu dönüş Rusya’ya Körfez’de ilişkilerini çeşitlendirme fırsatları da sundu. Soğuk Savaş döneminde edinmiş olduğu Tartus Deniz Üssünü geliştirmekle kalmayıp Himeymim’de hava üssü kurdu. Bu Rusya’nın Akdeniz’deki manevra alanını güçlendirirken Libya ve diğer Afrika ülkelerindeki operasyonlarında burayı sıçrama tahtasına da dönüştürdü.

Tabii Rusya da zor bir dönemeçte. Bir tarafta Türkiye ile bundan sonra yol almak kolay değil. Türkiye askeri varlığını ve milislere desteğini stratejik hedefler için kullanıyor. İstediğini almadıkça Rusya’nın işini zorlaştırmaya ve ABD’ye ortaklık önermeye devam edecektir. Erdoğan’ın Bloomberg’e yazdığı yazıda ortaya koyduğu üç seçenek Cumhurbaşkanının 2012 bandından hâlâ çıkamadığını gösteriyor. ABD ve Avrupalı müttefiklere bizi desteklerseniz Suriye’de yarım kalan işi bitiririz diyor. Suriye’de başkalarının parası ve silahıyla asker olmaya hazır bir ülke görüntüsü veriyor. Bu felaket bir durum aslında.

Bahislerin hâlâ açık olduğunu gören Rusya da bu ikili oyunun farkında olarak hareket ediyor. Petrol istasyonlarını cehenneme çevirmesi Erdoğan’ın Biden’ı Suriye’de kendi oyununa çekme arayışına bir yanıt olarak duruyor.

Şerif Karataş / Evrensel- 17.03.21