15 Mart, Suriye’ye karşı başlatılan vahşi savaşın yıldönümü kabul ediliyor. Bu vesileyi bahane eden T. Erdoğan Bloomberg’e bir makale yazdı. Makale pişkinliğin, utanmazlığın, riyakarlığın numunesi olduğu gibi, Batılı emperyalistlerden para ve yardım dilenme hastalığının/düşkünlüğünün de belgesi gibidir.
Fail cinayet mahallinde
Suriye’nin yarısının yakılıp yıkılmasına, yarım milyon insanın ölmesine, milyonların mülteci durumuna düşürülmesine, hayatta kalanların çoğunun sefalete mahkum edilmesine neden olan savaşın bir numaralı suçlularından biri olan AKP şefinin bu konuda makale yazma cüretinde bulunması, işlediği ağır suçların hesabını vermekten kurtulma rahatlığından kaynaklanıyor olsa gerek.
Özelde Suriye halklarına, genelde bölge halklarına bu kadar kötülük yapan, bundan dolayı ağır bir vebalin altında olan birinin Suriye’ye dair makale yazması, polis tarafından korunduğunu bilen katilin cinayet mahallinde caka satmasına benziyor.
“10 yıldır tutumumuz değişmedi”
“Polis tarafından korunan katilin cinayet mahallinde caka satması” hali, Suriye politikasının savunulmasında da kendini gösteriyor. AKP şefi şöyle diyor:
“Gururla söylüyorum ki Türkiye’nin pozisyonu, Suriye iç savaşının başlangıcından itibaren hiç değişmemiştir”
Gurur duydukları bu pozisyon neyi anlatıyor?
- “Şam’a İhvancıların (Müslüman kardeşler) bayrağını dikip Emevi camisinde namaz kılma” hedefine ulaşmak için 80 ülkeden devşirilen cihatçı tetikçileri silahlandırma, eğitme, koordine etme, Suriye yönetimi ve haklarının üzerine salmak,
- Kafa kesen, karın deşen, kadınları köle pazarlarında satan canilere her alanda destek vermek ve onları ‘ılımlı muhalif’ diye pazarlamak,
- Suriye topraklarını işgal etmek, ilhak için hazırlık yapmak,
- Afrin gibi şehirlerde demografik yapıyı değiştirmek, Rojova’nın IŞİD tarafından işgal edilmesi için el ovuşturmak,
- Cinayet, yağma, tecavüz gibi icraatlarla anılan çetelerden bir ordu oluşturup onları Libya’dan Azerbaycan’a taşımak,
- Suriye’de çatışmaların bitmesini engellemek ve yeniden imarın başlaması sabote etmek vb. vb…
T. Erdoğan 10 yıldır bunları yapmaktan gurur duyuyor. Bu pişkinlik ve rahatlık, bu ‘özgüven’ tesadüf değil elbet. Zira bunları yaparken, emperyalist ve siyonist planlara hizmet etmiş olmanın rahatlığı da var. Bundan yarar umma hesapları var. Bundan dolayı utanmadan efendilerine bunları dünya kamuoyu nezdinde hatırlatıyor.
Emperyalistlerden para ve yatırım dilenmeye devam
Makalede hem ABD hem AB emperyalistlerine yaptığı hizmetlere vurgu yapan AKP şefi, şu ifadeleri de kullanıyor:
“Türkiye, Suriye’de kalıcı barınma merkezleri inşa ederek, bölgede uzun zamandır yaşanan barınma sorununu ortadan kaldırmaktadır. Ülkemiz, tüm bu tedbirleri alarak, Avrupa’yı düzensiz göç ve terörden korumuş, NATO’nun güneydoğu sınırını güvence altına almıştır.
Bölgede barış ve istikrarın yeniden tesis edilmesinin, Batı’nın Türkiye’yi samimi ve güçlü bir şekilde desteklemesine bağlı olduğuna inanıyorum.
Türkiye’nin yükünün paylaşılmaması, Avrupa’ya yönelik yeni göç dalgaları ortaya çıkarabilecektir.
Biden yönetimi, verdiği sözleri tutarak, Suriye’deki trajediyi sonlandırmak ve demokrasiyi müdafaa etmek için bizimle birlikte çalışmalıdır.
Batı’nın Suriye içerisindeki güvenli bölgelere yatırım yapmasını ve bu barış projesini net bir şekilde desteklemesini talep ediyoruz.”
Suriye’de izlediği politika ile emperyalistlere yaptığı hizmetlerin ‘ödülünü’ talep ediyor AKP şefi. Utanmadan da bunu Suriye’deki trajedinin sonlandırılması için istediğini söylüyor.
Emperyalist efendilerden bir diğer talebi ise, AKP-MHP rejiminin izlediği Kürt halkına düşmanlık politikasına destek vermeleridir. Bu konudaki beklentisini şöyle ifade ediyor:
“Burada somut beklentimiz açıktır. Batı’nın öncelikle güvenli bölgelere saldıran ve eli kanlı rejime payanda olan YPG’ye karşı net bir tavır takınması gerekmektedir…”
Diktatörlüğün “işgal demokrasisi”
Suç ortakları ve dalkavuklarıyla Türkiye’de dinci-faşist rejimi tahkim eden T. Erdoğan, Suriyelilerin “demokrasi, özgürlük ve insan hakları” yönündeki taleplerinin gerçekleştiricisi diye pazarlıyor kendini. “Sahtekarlığın bu kadarına pes” dedirten bu tutumun Bloomberg aracılığıyla dünya kamuoyu önünde sergilenmesi, sadece Türkiye’de değil, tüm emperyalist-kapitalist sistemdeki kokuşmanın vardığı boyutu gözler önüne seriyor.
Türk ordusunun IŞİD artıkları ve onlarla aynı zihniyeti taşıyan cihatçı çetelerle işgal ettiği bölgelerde cinayetler, tecavüzler, kaçırmalar, yağmalar eksik olmazken, demografik yapı da değiştiriliyor. İşgal bölgelerinin ilhakı için ise birçok alanda adımlar atılıyor. Eğitim, banka, posta gibi hizmet alanlarında yapılan değişiklikler, TL’nin kullanılmaya başlanması, polis teşkilatının kurulması, fakülteler açılması vb. gibi…
İşgal edilen bölgelerde Türk ordusu ile cihatçılar cirit atarken, bu bölgelerde demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından söz etmek, gerçeklerin en kaba bir şekilde tersyüz edilmesi anlamına geliyor. Kendi ülkesinde dikta rejim kuranların işgal ettikleri bölgelere demokrasi götürecekleri iddiasını pişkince ortaya atmaları riyakarlıktan da sahtekarlıktan da öte bir şeydir.
“İnşallah biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, Selahaddin-i Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camii’nde namazımızı da kılacağız.”
2012 yılında bu açıklamayı yapan Tayyip Erdoğan’ın o hevesi kursağında kaldı. Buna karşın Suriye’nin yakılıp-yıkılmasında herkesten daha aktif bir rol oynayan kişi olmayı başardı. Şimdi de halklara karşı işlediği bu ağır suçlar için emperyalistlerden ‘ödül’ talep ediyor. Vahim olan, bu ağır suçlardan dolayı hesap sorulması gerekirken, Bloomberg’e böyle bir makale yazabilme rahatlığı içinde olmasıdır.