IMF-Dünya Bankası Bahar dönemi toplantısı için hazırlanan Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’na göre, 2030 yılına kadar küresel ekonomi ortalama %2.8’lik bir tempoyla büyüyecek. Bu tarihsel ortalama %3.8 oranının oldukça altında bir performans. Böylesi zayıf büyüme eğiliminin en büyük sorumlusu toplam faktör verimliliğinin düşmesi, yani teknolojik atılımlar ve iyi yönetimle üretime katılan işgücü ve sermayenin ötesinde fazla bir çıktı sağlanamaması olarak gösteriliyor. Yani yapay zeka, robot teknolojisi, nesnelerin interneti gibi unsurlar henüz büyüme istatistiklerini yukarı çekemiyor.
IMF Türkiye için hayli iyimser
IMF 2024 yılı için %3.1’lik bir küresel büyüme bekliyor. ABD’de 2024’te %2.1, 2025’te %1.8’lik büyüme öngörülürken, aynı dönemde Avro bölgesi için bu oranlar her iki yılda da %1.4. Gelişmekte olan ülkelerde ise 2024’te %4.3, 2025’te %4.1’lik oranlar söz konusu. Yaşadığı tüm ekonomik zorluklara karşın Çin için %4.4 ve %4.1’lik geçmiş eğilimlerinin altında, ama yine de tatminkar büyüme ritmi tahmin ediliyor.
Dünyada tüketici fiyatlarının 2024’te %54, 2025’te %3.6 artması bekleniyor. Tüketici enflasyonunun gelişmiş ülkelerde önümüzdeki iki yıl %2.4 ve %2.0 oranlarında gerçekleşeceği düşünülüyor. Enflasyon projeksiyonu gelişmekte olan ülkelerde ise %8 ve %5 şeklinde.
IMF’nin Türkiye değerlendirmesi oldukça iyimser. Büyümenin ülkemizde 2024’te %3.1 ve 2025’te %3.2 gerçekleşeceği yolunda. Ancak IMF’nin enflasyon tahmini TCMB’nin oldukça üzerinde. 2024’te ortalama %53.5 ve 2025’te %38.4 düzeyinde. Bu 2024 için %50 civarında, 2025 için ise %27-28 yıl sonu enflasyonu anlamına geliyor. IMF’nin her iki yıl için işsizlik projeksiyonları %9.6 ile Orta Vadeli Program’ın 2024 için %10.3 ve 2025 içinse %9.9 tahmininin oldukça altında.
UNCTAD’dan karamsar yorum
IMF raporuna ulusal medyada oldukça geniş yer verildi. İsterseniz bu yazıda ağırlıklı olarak, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) Nisan 2024 Ticaret ve Kalkınma Raporu güncellemesi üzerinde yoğunlaşalım. Bilindiği üzere UNCTAD düzenlenmiş bir kapitalizmden yana olan, gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) ekonomik sorunlarını dert edinen bir kuruluştur.
UNCTAD küresel ekonominin 2024’te durgunluk eşiği kabul ettiği %2.5’in az üzerinde %2.6 büyümesini bekliyor. Tüm tartışmaların enflasyon üzerinde yoğunlaşmasını, para politikalarının tüm sorunları çözeceği yaklaşımını eleştiriyor. Dış ticarette aksamalar, iklim değişikliği, düşük büyüme performansı, yetersiz yatırımlar ve eşitsizlikler gibi sorunların daha yakıcı hale geldiğini vurguluyor.
2024’te büyümenin özel tüketim çekişli olması, bunun büyük ölçüde borçlanmayla gerçekleşmesi anlamına gelecek. Özel ve kamusal borçların artışının iki sakıncası var. Birincisi, kamu açıklarının borçlanmayla finanse edilmesi hükümetlerin tahvil piyasaları ve uluslararası finansal kuruluşlar tarafından hizaya getirilmesi hamlelerine yol açacak. İkincisi, finansal piyasalara bağımlı bir ekonomi finansal varlıkları ellerinde tutanları ödüllendirir, sabit yatırımları sekteye uğratır.
İklim değişikliği, eşitsizlikler ve dış borç krizlerinin önlenmesi gereği, kamu sektörünün iki yönlü politikalar izlemesini gerektiriyor. Bir yandan kamunun arz yönlü politikalarla spekülatif akımları değil yatırımları canlandırması, öte yandan talep yönlü politikalarla tam istihdamı ve gelirlerin sağlıklı biçimde artışını sağlaması.
Para politikası tek çözüm değil
Enflasyondaki artışa karşı gelişmiş ekonomiler parasal sıkılaşma politikaları uygulamaya başladılar. ABD, İngiltere ve Avrupa merkez bankaları faizleri sırasıyla, 500, 400 ve 500 puan artırdılar. Bu politika duruşunun arkasındaki varsayım, enflasyonun talep çekişli olduğuydu. Pandemi sonrası dönemde arz-yönlü darboğazların etkisi ve piyasa yoğunlaşması (buna tekelleşme de diyebiliriz HK) sonucu keyfi fiyat artışları ve kar marjlarının yukarı çekilmesi yanında, Ukrayna savaşıyla birlikte emtia fiyatlarındaki sıçramanın enflasyon üzerindeki etkileri göz ardı edildi.
Sıkı para politikaları GOÜ’ler açısından üç sorun ortaya çıkardı. Birincisi, bu ülkelerin mevcut borçlarının maliyeti artarken, yeni finansman olanaklarına erişmeleri zorlaştı. İkincisi, artan faiz oranları GOÜ’lerin yerel paralarını baskı altına aldı ve devalüasyonlara yol açtı. Böylece hem dış borçlarını ödemeleri güçleşti, hem de kur geçişkenliği yoluyla enflasyon tırmandı. Üçüncüsü, söz konusu ülkelerin de keskin faiz artışlarına gitmek zorunda kalmaları iç talep, istihdam ve hanehalkı gelirleri üzerinde olumsuz etki yaptı.
Anaakım iktisatçılarca sürekli bir ücret-fiyat sarmalı endişesi yayılmasına karşın veriler bu tezi desteklemiyor. Fransa, Almanya, Birleşik Krallık ve ABD’de reel ücretler pandemi öncesinin altında seyrederken, emek üretkenliğindeki artış tam olarak ücretlere yansımıyor.
Uluslararası ticaret yavaşlıyor
2023’te küresel ekonomi %2.7 büyürken, uluslararası ticaretteki artış %1’de kaldı. Bu yavaşlamanın bir nedeni, pandemi sırasında seyahat, dışarıda yeme içme gibi hizmetlerin durması sonucu; mobilya, elektronik ürünler gibi dayanıklı mallara talebin patlamasıydı. Şimdi yeniden hizmetler ağırlıklı bir harcama kalıbı söz konusu. Ayrıca Kızıldeniz’deki kuraklık kaynaklı aksamalar da dünya ticaretini olumsuz etkiliyor. Ancak uluslararası ticaretin önündeki en önemli risk; korumacılık eğilimleri, artan ticaret gerilimleri ve jeopolitik ayrışma tehlikesi görünüyor. En son AB’nin kural dışı ihracat sübvansiyonları gerekçesiyle Çin’den gelen elektrikli araçlarda vergileri artırması benzeri gelişmeler önümüzdeki dönem ticaret görünümünün daha da bozulabileceği sinyalini veriyor.
GOÜ’lerden net sermaye çıkışı var
Birçok GOÜ borç ve kalkınma krizleri ile karşılaşma tehlikesinin eşiğinde. Döviz kaynaklarının giderek artan bölümünün dış borç servislerine ayrılması bu ülkeleri zor durumda bırakıyor. Ayrıntılı verinin bulunduğu son yıl, 2022’de taze borç kaynaklarından 50 milyar dolar fazlasının anapara ve faiz ödemelerine ayrıldığı görülüyor. Rekor sayıda 52 ülkenin net kaynak transferi yaptığını istatistikler ortaya koyuyor.
Borç dinamikleri büyük ölçüde yapısal sorunlardan kaynaklanıyor ve çok taraflı çözümler gerektiriyor. Ne yazık ki bu anlamda önemli bir ilerleme gözlenmiyor. Düşük ekonomik büyüme temposu, karların ana ülkelere transferi, emtia fiyatlarına bağımlılık, iklim değişikliği risklerine açıklık, yüksek finansman maliyetleri, çok taraflı borç çözümleme mekanizmalarının eksikliği sorunu daha da ağırlaştırıyor. Bu da acilen uluslararası borç mimarisinin reformunu gerektiriyor.
Emtia fiyatları hala yüksek
Ukrayna savaşının ardından emtia fiyatlarındaki keskin tırmanış yerini 2023’te düşüşlere bıraktı. Genel emtia fiyat endeksi %6.8 gerilerken, bu oran enerjide %16.1, hububatta %10.1 ve sanayi metallerinde %8.3’e ulaştı.
Yüksek faizlerin emtia spekülasyonu yerine finansal varlıklara yönlendirmesi, Çin’in umulanın altında büyüme performansı, inşaat sektöründeki yavaşlık bu düşüşe katkıda bulundu. Ayrıca mısır ve soya fasulyesindeki üretim artışı ve Karadeniz’den gıda ihracatı sevkiyatının sürmesi de aşağı yönlü fiyat eğilimini destekledi.
Bu düşüşlere karşın, enerji ve metaller %40, gıda ürünleri %35 pandemi öncesi dönemin üzerinde. Bu yüksek fiyat eğilimi, hammadde ihracatçısı GOÜ’lerin yüzünü güldürürken, net ithalatçı ülkelerin ekonomilerine büyük zarar veriyor.
Küresel gıda zincirleri büyük ölçüde dev şirketlerin egemenliğinde. Emtia ticareti 2022’de 148 milyar dolar rekor kar getirirken, 2023’te de karlar 100 milyar doları buldu. Küçük üreticiler büyük sorunlar yaşarken, gıda güvensizliği yaygınlaşırken, küresel değer zincirlerinin belli aşamalarında fahiş karlar elde edilmesi, emtia ticaretindeki düzenlemelerin gözden geçirilmesi, beklenmedik karların vergilendirilmesini gerektiriyor. Ayrıca küçük üreticilerin ayakta kalabilmesi ve nüfusun korumasız kesimlerinin temel gıda ihtiyaçlarını karşılaması için gerekli önlemlerin alınması da zorunlu.
BirGün / 23.04.24