Çanlar mutfak için çalıyor - Mustafa Sönmez

Yeterli önlem alınmaz ise Türkiye, kuraklık, nüfus artışı ve göçlerle 2030 sonrası su kıtlığı ve gıda güvenliği yaşayan bir ülke hâline gelebilir.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 13 Haziran 2021
  • 16:57

Türkiye’de ailelerin bütçelerinde mutfağın yeri ortalama beşte birlik paya sahip. Bu, alt gelir gruplarında bütçenin üçte birine kadar çıkabiliyor. O nedenle gıda fiyatları, gıdaya erişim kamuoyunda en öncelikli konuların başında. Tüketici enflasyonunun yüzde 16-17 bandında dolaştığı ve yıl sonuna doğru yüzde 20’ye çıkma ihtimalinin yüksek olduğu koşullarda gıda enflasyonu da en çok şikâyet edilen konuların başında ve olmaya devam edecek. Çünkü tarımsal üretimde, yaşanan kuraklığın da etkisiyle önemli bir düşüş bekleniyor. Daha da kötüsü, üretim düşüşü ithalata bağımlılığı da artıracak ve yükselen döviz kurları da gıda fiyatlarını yukarı çekecek.

Tarımsal politikaların başarısızlığının yanında iklim değişimi, tarım üretimini her yıl giderek daha fazla etkiliyor. Ortalama yağışlar mevsim normallerinden dörtte bir oranda azaldı. Türkiye’de gıda tüketiminde önemli bir yeri olan tahıl üretiminde yüzde 4-5 dolayında düşüş tahmini yapıldı. 

Bir stratejik ürün olan ve tüketimi en yüksek buğdayda son yılların en önemli üretim kaybı bekleniyor. Tarımsal üretim kayıpları, ithalatla telafi edilmeye çalışılsa da dünya emtia fiyatlarındaki artış ve döviz fiyatlarının hızlı yükselişi nedeniyle gıda fiyatları daha da yukarı çıkacak. Türkiye’nin hem enflasyonla mücadele hem de gıda güvenliği açısından tarım üretimini rastgele politikalarla değil, planlayarak yönetmesi gerekiyor.

Değişen ve artan kuraklık koşullarını dikkate alan bir üretim ve tüketim formatının inşası zorunlu. Bunu yaparken su kaynaklarından yararlanmanın planlanması ve tasarruflu kullanılması gerek. 

Kısa adı TÜİK olan Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye’de hanelerin harcamalarının beşte birinden biraz fazlası gıda harcamalarına gidiyor. Mutfağa harcananlar, alt gelir gruplarında bütçelerinin yüzde 30’unu bulurken en üst gelir grubunun harcamalarının yüzde 15’ini oluşturuyor. 

En adaletsiz gelir dağılımına sahip ülkelerden biri olan Türkiye’de, özellikle alt ve orta sınıfların gıda fiyatlarına ve gıdaya erişime duyarlılıkları oldukça yüksek. 2021 Mayıs ayında gıda fiyatlarında yıllık artış ortalama yüzde 17’yi geçti. İşlenmiş gıda ve onun en önemli bileşeni olan ekmek ve tahıllarda fiyatlar yıllık olarak yüzde 20’ye yakın artmış durumda. 

Tarımsal ürünler ve işlenmiş gıda maddelerindeki hızlı fiyat artışı, üretimin talebe yetişememesinden ve tarladan tezgâha uzanan süreçteki aracı kârların fahişliğinden kaynaklanıyor ve yıllardır bilenen bu yapısal sorun aşılamıyor. 

Bu yıl da üretimde sorunlar var. Rekoltede düşüş tahminleri alarm verici boyutta. TÜİK’in 2021 yılına ait tahıl ve diğer bitkisel ürünler, sebze ve meyve üretim tahminlerine göre üretim düşüşü kuraklığın da etkisiyle önemli boyutlara varabilir. 2020 yılında tahıllar ve diğer bitkisel üretim miktarı 71.3 milyon ton ile rekor düzeye çıkmışken bu yıl 3.4 milyon ton gerileyerek 67.9 milyon tona düşecek. Aynı tahmin çalışmalarına göre bir stratejik ürün olan ve gıda tüketiminde en büyük yer sahibi buğdayda 20.5 milyon tonluk rekolte yüzde 7.3 azalarak 19 milyon tona düşecek. Bu da buğdayda son yılların en büyük üretim kaybı olacak. 

Üretim düşüşünde, tarımın yapısal sorunları kadar bu yılın kuraklığının da etkisi var. Geçen yıldan bu yana yağış miktarındaki düşüş özellikle Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu bölgeleri başta olmak üzere 20’den fazla ilde ciddi boyutlarda. Kuraklığın en etkili olduğu Güneydoğu Anadolu’dan alınan bilgilere göre buğday, arpa, kırmızı mercimek veriminde yüzde 20 ile yüzde 80 oranında değişen düşüşler bekleniyor. Tahıl ambarı Konya’da verimin yüzde 25, Sivas’ta yüzde 20 civarında düşüş yaşayacağı tahmin ediliyor.

Üretimdeki yetersizliğin talebi karşılayamaması, birçok üründe “yeterlilik oranını” düşürecek. Toplam tahıl ürünlerinde 2019-2020 piyasa döneminde yurt içi üretimin yurtiçi talebi karşılama derecesi (yeterlilik derecesi) yüzde 87,8 olarak gerçekleşti. Başka bir deyişle, talebin yaklaşık 12 puanı yerli üretimle karşılanamadı. Toplam tahıl üretiminde en büyük paya sahip olan buğdayın yeterlilik derecesi yüzde 89,5, yem sanayinin en önemli girdilerinden birini oluşturan mısırın yeterlilik derecesi yüzde 75 olarak gerçekleşti. Bu açığın büyümesinden endişe edilirken, açığın ithalatla telafisi de yüksek faturalara mal oluyor. 

Kendi kendine yeterli, kendini besleyen ender ülkelerden biri olmakla övünen Türkiye, son yıllarda tarım ithalatçıları arasına katıldı. Örneğin 2020’nin ilk dört ayında 3,5 milyar dolar olan tarımsal (canlı hayvan ve gıda maddeleri) ithalat faturası, 2021’in ilk dört ayında 3,6 milyar doları buldu. Her ne kadar aynı fasılda ihracat 6-6,5 milyar doları bulsa da bir tarım ihracatçısı olarak bilinen Türkiye’de ithalatın ihracatın yüzde 55’ine varması dikkat çekici. 

Türkiye’nin tarım ithalatının 2021’in ilk dört ayında 3,6 milyar dolara, 2020’nin tamamında 10 milyar dolar dolayına ulaşmasında ithalat ihtiyacı kadar dünya emtia fiyatlarındaki artışın da rolü var. Doların fiyatının 2021’in ilk beş buçuk ayında yüzde 19’a yakın artması, yapılan ithalatın faturasını da el yakıcı hale getiriyor. Toplam ithalatta tarımın payı yüzde 5 dolayında ve bir tarım ülkesinin bu boyutta tarımsal ürün ithal etmek durumuna düşmesi elbette eleştiri konusu. 

Kuraklık konusu, bütün dünyaya şamil iklim değişikliği sorununun uzantısı ve tüm ülkelere alarm zilleri çaldırıyor. Tarımsal üretimde düşüşün eksik ve yanlış politika ile ilintisi bir o kadar önemli. 

Tarım kesiminin ana şikâyeti, AKP iktidarının tarımla ilgili planının, vizyonunun olmaması. Birçok şeyde olduğu gibi pragmatizmi planın önüne alan Saray rejimi, ürün açığı ortaya çıktığında, fiyatına aldırmadan ithalata yeşil ışık yakarak sorunu çözdüğünü sanıyor ama üreticiyi de yaralıyor. Ne zaman hangi üründe ithalat yapılacağını ve ne ölçüde devlet desteğinin ithalata verileceğini bilemeyen üretici çiftçi, üründen ürüne sıçrıyor ve bununla baş edemeyince de tarımı terk ediyor. Genç kuşaklar için de tarım sektörünün hiçbir çekiciliği kalmıyor ve kentler tarımdan kopup gelmiş kır kökenli göçle bunalırken geniş tanımlı oranı yüzde 28’i (yaklaşık 10 milyon işsiz) bulan işsizlik, tarımdaki kopuşlardan da besleniyor. 

Hem enflasyonla mücadele hem de gıda güvenliği açısından tarım üretiminin planlanması, değişen ve daha kurak hâle gelmekte olan iklim koşullarına uygun üretim ve tüketim desenine geçilmesi gerekli. 

Bunu yaparken su kaynaklarından yararlanmanın planlanması ve tasarruflu kullanılması zorunlu. Uzmanların da belirttiği gibi yeterli önlem alınmaz ise Türkiye, kuraklık, nüfus artışı ve göçlerle 2030 sonrası gıda güvenliği ve su kıtlığı yaşayan ülkelerden biri hâline gelebilir.

Al-Monitor / 11.06.21