Döviz-faiz sıkışması ve yeniden küçülme- Mustafa Sönmez

19 Kasım’daki faiz artışı ile dövizin tırmanışını yavaşlatma ihtimali belirdi ama ekonomi yeni bir döviz-faiz mengenesine sıkışma, iç talepte ve dolayısıyla ulusal gelirde gerileme riski ile karşı karşıya.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 21 Kasım 2020
  • 18:45

Türkiye ekonomisi çok değil, bundan iki yıl önce yaşadığı yüksek döviz-yüksek faiz, oradan küçülme, sanayisizleşme, yoksullaşma döngüsünün bir yenisine daha giriyor. 

Dolar fiyatı, son bir yılda yüzde 48 aratarak 8.50 TL’yi gördü. 6 Kasım’da Merkez Bankası Başkanlığı’na yapılan yeni atama ve ertesi gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan ayrılması ile beklenen TL faiz artışı, Para Politikası Kurulu’nun 19 Kasım’daki olağan toplantısında 475 baz puan olarak açıklandı. 

Beklentilere yaklaşan bu artış, dolar kurunu ilk elde 7.60 basamağına indirirken, ülke risk primi de 400’ün altına indi. Yüzde 12 dolayında seyreden ve tırmanma eğilimi gösteren tüketici enflasyonu karşısında bu faiz artışının dövizden TL’ye yönelişi ne kadar sağlayacağı, yabancı yatırımcıyı ne ölçüde cezbedeceği henüz bilinmiyor. 

Faiz artışı ile dövizin tırmanışını biraz daha yavaşlatma, dolarizasyonu azaltma ihtimali belirdi ama bu operasyon sonucu 2018’de yaşandığı gibi ekonomi yeni bir döviz-faiz mengenesine sıkışma, bu sıkışıklıkla iç talepte gerileme, dolayısıyla ulusal gelirde gerileme riski ile karşı karşıya. Tırmanan pandemi salgınının kayıtlara yeterince girmeyen ürkütücü sonuçları bu ekonomik daralmanın üstüne binecek gibi. 

Bu da zaten zor bir yıl geçiren toplumu, ürkütücü boyutlara ulaşacak yoksulluk ve işsizlikle ağır bir kışa maruz bırakabilir.  İşsizlik, dar tanımıyla yüzde 13,2 olmasına karşın geniş tanımıyla yüzde 30’larda seyrediyor. İşsiz sayısı dar tanımlı 4,2 milyon olarak ifade edilirken geniş tanımda 10 milyon kişiyi aşıyor. 

AKP rejimi, ağırlaşacak yoksullaşma ve işsizlik karşısında toplumu Erdoğan’ın “acı reçete” dediği cendereye katlanmaya hazırlıyor.

Erdoğan, reçeteye teselli olarak bir de hukuk reformundan söz ediyor. Bu “havucun” arkasında, hukuk devletinden uzaklaşmış bir ülke görüntüsü nedeniyle Türkiye’ye güveni azalan Batı dünyasına hoş görünme, bundan kaynaklanan sermaye girişi iştahsızlığını elimine etme niyeti de var.

Ayrıca içeride acı reçeteye karşı sızlanmalara karşı, “hukuk reformu” pansumanının işe yaraması umuluyor. Ne var ki Erdoğan’ın iktidarda durmasını sağlayan Cumhur İttifakı’nın ortağı Milliyetçi Hareket Partisi’nin daha da otoriterleşme istekleriyle bu hukuk reformunun nasıl uyum sağlayacağı bilinmiyor ve siyaset yeni türbülanslara gebe görünüyor. 

Sık aralıklarla yaşanmaya başlanan bu darboğazların temelinde AKP rejiminin yanlış, sorunlu iktisat politikalarında ısrarı; bu ısrarı “tek adam rejimi” de denilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin akıl dışılığıyla sürdürme hırsı yatıyor. 

İktidar olduğu 2002 sonlarından bu yana geçen 18 yılda, Türkiye’nin önüne gelen bir fırsat, yılda ortalama 50 milyar doları bulan umulmadık ölçüde dış kaynak girişi, hovardaca, döviz kazandırma potansiyeli düşük iç tüketimde, konut, inşaat sektöründe harcandı. AKP iktidarı, siyasi olarak getirisi de olan bu bonkör politikaları sürdürülebilir sanarak büyük bir yanılgıya düştü. 2013 sonrası şemsiye ters dönüp dış kaynak akışı kesilince, dış borçları geri ödemede zorlanır, kurduğu çarkı döndüremez oldu.

AKP iktidarı, özellikle son üç yılda ekonomik daralmayla erimeye başlayan seçmen kitlesini dinci, milliyetçi duyguları istismar edecek politikalarla tutmaya, konsolide etmeye çalıştı. Ne var ki bunu gerçekleştirmek üzere izlediği bazı dış hamleler dış dünyadan tecridine, güven kaybına mâl oldu. AKP rejiminin hem içeride hem dışarıda yitirdiği güven sonuçta dış sermaye girişinin kuruması ve döviz fiyatının 2016-2020 arasında yüzde 135 artışla 3 TL’den 7 TL basamağına çıkışına yol açtı ve bu durum ekonomide daralmayı kalıcı hale getirdi. Türkiye’nin son üç yıldaki yüzde 1,5 dolayındaki ortalama büyüme oranı, yüzde 5-6 olarak kabul edilen potansiyelinin neredeyse dörtte birine inmiş durumda. 

Her döviz tırmanışının TL faiz artışıyla yatıştırılmaya çalışıldığı hastalık nöbetlerinin bir yenisi daha kapıda. Bu nöbet, küçülme ve uzun bir durgunluk pahasına faizleri yükselterek yatıştırılmak isteniyor. 

24 Haziran 2018 seçimlerinin ardından başlatılan “tek adam rejimine” özellikle yabancı yatırımcılar ihtiyatla yaklaştılar ve ardından ABD ile yaşanan Rahip Brunson krizi ile dolar fiyatı hızla tırmandı. Doların 2018 haziran ayı ortalaması 4,6 TL iken eylül ayına kadar yüzde 40’a yakın artış gösterdi ve eylül ayı ortalaması 6,4 TL’ye kadar çıktı. Bu tırmanış karşısında iktidar, 14 Eylül 2018’de TL faizleri 625 baz puan artırdı ve haziran ortalaması yüzde 17,8 olan fonlama faizinin eylül ortalaması yüzde 24’e kadar çıktı. 

Yaklaşık bir yıl boyunca yüzde 24 dolayında seyreden fiili faiz, ekonomide sert bir durgunluk ve küçülmeyi de getirdi. 2018’in son çeyreğinde yüzde 2,7 küçülen GSYH, izleyen iki çeyrekte yani 2019’un ilk iki çeyreğinde yine negatif geldi, küçüldü. 

Faizlerin, 2019 ortalarında Merkez Bankası Başkanı da değiştirilerek düşürüldüğü, dövizin Merkez Bankası rezervleri eritilerek kamu bankaları üstünden piyasaya verilip baskılandığı 2019’un ikinci yarısında büyümeye geçildiyse de 2019’un tamamında büyüme yüzde 1’in altında kaldı. 

Ekonomi aynı düşük faiz, bastırılmış döviz fiyatı araçlarıyla 2020’nin ilk iki ayında canlı tutuldu ve GSYH, 2020 ilk çeyrekte yüzde 4,4 büyüdü. Ne var ki COVID-19 salgını ile marttan itibaren ekonomi kapandı, daraldı ve nisan-haziran dönemini içeren ikinci çeyrekte milli gelir yüzde 10’a yakın küçüldü. 

Haziran ayında, pandemi henüz kontrol altında değilken ekonomiyi erken açan iktidar, 2020’nin üçüncü çeyreğinde faizleri düşürdü ve krediyi alabildiğine genişleterek canlanmaya yöneldi. Bu zoraki ısındırmanın sonucu temmuz-eylül dönemini içeren üçüncü çeyrekte ekonominin yüzde 7 büyüdüğü tahmin ediliyor (TÜİK, 30 Kasım’da açıklayacak). 

2020 son çeyreğine girerken kredi genişlemesi durdu, faizler görece artırıldı ve eğer fiili faizler, 19 Kasım’da gerçekleştirilen 475 baz puan faiz artışı ile (TCMB fonlama maliyeti) son çeyrek ortalaması olarak yüzde 15 dolayında tutulursa, son çeyrek döviz kuru ortalaması 7 TL dolayına düşebilir. Tahminen, son çeyrekte ekonomi küçülmüş, yüzde 5 daralmış olarak yıl kapanacak. Bu da 2020 yılının tamamında iniş çıkışlarla GSYH’nın yüzde 1 küçülmesi ihtimalini güçlendiriyor. 

Ancak asıl unutulmaması gereken, küçülme 2020’nin son çeyreğiyle sınırlı kalmayıp 2021’in en az ilk yarısında sürebilecek. 2018’de benzer bir sürecin yaşandığı unutulmamalı. 2021’de küçülme, yükseltilen faizlerin iç talebi daraltması ile yaşanacak. Buna, pandeminin yeni kapanmaları zorlaması da eklenecek gibi. GSYH’da küçülme, 2021’in ikinci yarısına da taşabilir. Dolayısıyla 2021’in tamamında sert bir milli gelir daralması ve onun getireceği sert bir işsizlik, yoksullaşma dalgası çok muhtemel.

Al- Monitor / 20.11.20