Ekonomide yaşananlar, 2000 yılı öncesindeki tıkanma dönemini, her geçen gün daha fazla hatırlatıyor. Makro dengelerdeki bozulmanın yanı sıra gerçekleşen ekonomik reformları geriye götüren, bütün sorunları yaratan 2000 yılı öncesindeki şartlara dönülen değişiklikler devam ediyor.
TBMM yeniden açıldığında Plan ve Bütçe Komisyonu’na getirilen ilk torba yasada, bütçe şeffaflığını geriye götüren, 5018 sayılı yasa değişiklikleri gündeme getirildi. Teknik olarak söylendiğinde analitik bütçede geriye gidiş, fonksiyonel sınıflandırmanın ortadan kaldırılması ve uluslararası bütçe standartlarından geriye gidiş öngörüyor diyebiliriz.
CHP Genel Başkan Yardımcısı, eski Maliyeci Bülent Kuşoğlu görüşmelerden önce yayımladığı Twitter mesajında, “Mali saydamlık, kamu kaynaklarının kim tarafından nasıl ve ne amaçla kullanıldığına dair bilgilere ulaşılmasıdır. TBMM Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülecek teklif, mali saydamlığa yeni bir darbedir” dedi.
İYİ Parti milletvekili, eski DPT Müsteşar Yardımcısı Erhan Usta, komisyonda yaptığı konuşmada, program sınıflandırmasının harcamaları önceden göstermek için kaldırılması istenen fonksiyonel sınıflandırmanın ise gerçekleşmeleri görmek için var olduğunu, bunun kaldırılmasıyla bütçenin bütün kodlarının değişeceğini, mevcut bürokrasi yapısıyla buna uyum sağlanamayacağını belirtti. Bu değişiklikler ile uluslararası karşılaştırma imkânının artık ortadan kalkacağının altını çizen Usta, “Şundan emin olun: Bu değişikliklerin hatası anlaşılacak ve ileride arkadaşlar gelip burada yeniden fonksiyonel sınıflandırmayı bütçeye koyacaklar” dedi.
5018 sayılı Mali Kontrol Yasası, 2000’lerde yapılan reformların önemli bir ayağını oluşturuyordu. Merkez Bankası bağımsızlığı, düzenleyici ve denetleyici kurumlar gibi ekonominin sürdürülebilir bir istikrara kavuşması adına, mali disiplini kurumsallaştırma amacı taşıyan bir yasaydı. Hazırlıkları çok uzun sürdü, IMF’yle çok tartışıldı ve sonunda mali şeffaflığı sağlayan, denetimi kolaylaştıran bu nedenle de politikacının keyfi kararlarını frenleyen bir düzenleme idi. Bu yapısı nedeniyle mali istikrar için kilit bir anlamı vardı. Zaman içinde AKP iktidarı bu yasada geriye gidişler yaptı ve şimdi yeni bir değişikliğe daha gidiyor.
Halbuki AKP iktidarının bu kadar uzun sürmesinin en önemli nedeni, uzun süre ekonomide yaşanan başarılar, bunun nedeni de 2000 ekonomik reformlarının ülkeye getirdiği istikrar ortamı idi. Birileri belki “sadece ben yaptım” diyordur ama yaptıkları en önemli şey reformların getirdiği istikrar iklimini bir süre daha devam ettirmeleri idi. Bu nedenle toplumsal rızayı oluşturdular. Ne zaman ki ekonomide geriye gidişler hızlandı, bunun yerine suni rıza üretmeye başladılar, o zaman geriye gidiş yaşamaya başladılar.
Asıl neden, mevcut yönetim anlayışı
Aslında ekonomide yapılanları, genel bir yönetim anlayışının uzantısı olarak görebiliriz. Politikada, diplomaside, demokrasi ve hukuk alanında, özgürlüklerde olduğu gibi ekonomide de keyfi bir yönetim anlayışıyla, denetim ve şeffaflığı sürekli geriye götüren, denetimi reddeden bir yönetim anlayışı mevcut. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilen sistemle birlikte her alanda geriye gidişler yaşanması, dolayısıyla ekonomideki istikrarsızlığın sürekli hale gelmesi bir rastlantı değil.
AB’nin son ilerleme raporu, her alanda nasıl geriye gidildiğini, çağdaş değerlerden uzaklaşıldığını, ekonominin de kötüleştiğini, tüm bunların yönetim sistemiyle alakasını çok açık biçimde ortaya koyuyor.
2 puanlık faiz artırımı ardından atılan normalleşme adımları nedeniyle bir miktar düşen kurların dün yeniden artışa geçtiğini, bu satırlar yazılırken 7.87’ye çıkan dolar kurunu gördük. Sadece TL’nin değer kaybettiği gün, piyasalar şaşkın, “Aslında TL’nin değeri bu kadar düşük olmamalı” diyor, kurlardaki harekete anlam veremiyordu. En çok söyledikleri hükümetin Kıbrıs’taki seçimlerde bir adayı desteklemek adına Maraş’ı açması, Doğu Akdeniz’de yeniden artan gerilimler, Azerbaycan-Ermenistan çatışmasındaki Türkiye’nin net taraf olması gibi jeopolitik gelişmelerdi.
Halbuki olanlar oldu; şimdi bunun sonuçlarını yaşamaya başladık. Önceki gün açıklanan TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru, tarihin en dip noktası olan 62.2’ye inmişti. 1994 ve 2001 krizinde bile bu rakamların üstündeydi. Yani TL’nin değeri tarihin dip noktasında ve bu kötü gidiş kur artışlarıyla devam ediyor.
Hazine, dün 14.282 kg. altın karşılığı sukuk ihraç ederken, 2.5 milyar dolarlık da 5 yıl vadeli tahvil sattı. Dünyada faizin kalmadığı ortamda tahvillerin faiz oranı yüzde 6.4 olarak açıklandı. Bu bile tek başına Türkiye’nin ne kadar maliyeti yüksek bir büyük darboğaza girdiğinin işareti değil mi?
Cumhuriyet / 08.10.20