Dün yapılan törenle kamu sigorta ve emeklilik şirketlerinin birleşimiyle kurulan “Türkiye Sigorta” kuruluşu açıklandı. Varlık Fonu destekli bu kuruluşun etkisi, hatta ömrünün, iktidar temsilcilerinin belirttiği ölçüde olamayacağı açık.
Cumhurbaşkanı Erdoğan törende yaptığı konuşmada, “fon tutarı 154 milyon liraya ulaşan BES sistemindeki adımlarla uzun vadeli düşük maliyetli bir kaynak sağlanacaktır” demiş. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak da Türkiye Sigorta’nın “kamunun gücü ve Varlık Fonu’nun sağlayacağı güvenle sektöre yön verebilecek, kâr güdüsünün yanında kamu ekonomik vizyonunun bir parçası olarak bölgesel ve küresel rekabette güçlü bir piyasa oyuncusu olacak, inşallah” şeklinde konuşmuş.
Bu sözler, Türkiye Sigorta’nın asıl kuruluş amacını da açık ediyor. Özetle kamu sigorta şirketleriyle birlikte, iktidar kendi inisiyatifinde yeni bir fon kuruyor. Bunun amacı ne derseniz, en saf yorumla; toplanan fonları kamunun harcamaları ve borçlanmaları için kullanacak, halkın tasarrufunu istediği yere yönlendirecek. Peki, bunu bir ucuz fonlama aracı olarak kullanacaksa, emeklilik primi yatırmış kişilerin elde edeceği kazanç yüksek olabilir mi? Ucuz fonlama olacağı için fon yatıranların parasının yüksek oranda nemalanması, doğal olarak beklenmemeli. Buna rağmen bu şirketlere halk niye fon versin derseniz; bunu sağlamanın çeşitli yolları var, bunları yaşıyoruz. Önce kamunun işlerinde, kamuda çalışanların bireysel emekliliklerinde bu şirketlerin tercih edilmesi şart hale getirilebilir. Bireysel emeklilikte devletin katkısı söz konusu; bu kullanılarak tasarrufçuların buraya yönlendirilmesi için ek teşvik kararnameleri çıkarılabilir.
Peki, mevcut özel sigorta ve emeklilik şirketleri ne olacak, haksız rekabet olmayacak mı? Kesinlikle haksız rekabet yaşanması kaçınılmaz, amacı belirtilirken söylenenler bunun açık kanıtı. Zaten sigorta ve bireysel emeklilik şirket fonlarının önemli bir kısmının kamu kâğıtlarında yatırım zorunluluğu var. Buna rağmen her şeyi kamunun emrine neden almak istiyorlar diye sorulunca, söylenmeyen başka amaçların olduğu şüpheleri, ister istemez beliriyor.
Peki, bu büyük şirketlerin kamunun lehine, liyakatli yöneticiler tarafından, rasyonel yönetilme imkânı var mı derseniz; örneklere bakın derim. Sizce finans ve sigorta gurusu olan yeni futbolcu ve güreşçiler yönetime atanır mı?
Bu arada “Türkiye” isminin, aynen T.C. gibi bazı şirketlerin unvanı haline gelmesi, bence baştan rekabeti önleyen, devletçiliği simgeleyen bir karar.
Böyle bir ortamda dünyanın devlerinin yer aldığı Türkiye Sigorta Sektörü’nde rekabetten, fonların sağlıklı artmasından, dolayısıyla hep söylenen sermaye piyasalarını güçlendirecek fonların oluşumundan kesinlikle söz edilemez.
Temel tercihler
Tamam, Covid salgınıyla birlikte, biraz da bunu bahane ederek, küresel liderler uluslararası kuralları bir tarafa itip fevri kararlara yöneldiler, piyasa ekonomisi kurallarını esnetmeye başladılar ama bunun da bir dozu var. Kimse temel ekonomik anlayışa ters düşecek, örneğin ekonomiyi tümüyle devletin eline alacak adımları da atmıyor, atamıyor.
Ülkelerin tabii ki ekonomik ve siyasi sistem tercihleri vardır, tabii ki devletçi politika mı uygulayacak yoksa küreselleşme içinde, işbölümünde kalmaya devam mı edecek, bunlar ülke yöneticilerinin, daha doğrusu halklarının kararıdır. Ancak hem küreselleşmenin nemalarından faydalanıp hem de temel kurallarına uymayıp, tersine dışa kapalı ekonominin göstergesi olan aşırı devletçi adımları atıyorsanız, bunun bir sonucu olacaktır.
Yaşadığımız süreçte, artık neredeyse kimse piyasa ekonomisinin temiz ve mükemmel olduğunu söylemiyor, ekonominin tümüyle piyasanın emrine verilmesini savunmuyor, “kurallı piyasa ekonomisi” veya “sosyal piyasa ekonomisi” denen anlayış, son yıllarda giderek daha fazla öne çıkıyor. Özetle; temel piyasa kurallarını baz alıp, ulusal ve yerel toplumsal dengenin gözetildiği bir küresel sisteme gidilmek zorunda. Bu küreselleşmenin sona erdiği, dolayısıyla ülkelerin bu sistemden çıkıp da refah ve özgürlük sağlayabilecekleri bir yol bulunduğu anlamına gelmiyor.
Çünkü devletin, ya da devletin başında bulunan grupların tek belirleyici olduğu ekonomik sistemlerin hem ekonomik refah hem de demokrasiden ve özgürlüklerden uzaklaşmayı beraberinde getirdiği bir gerçek. Ekonomik ve siyasi olarak birbirini besleyen bir süreçten söz ediyoruz.
Özel sigorta şirketleri koyduğunuz kurallar içerisinde çalışıyor mu, belirlediğiniz kamu fonlamalarını yerine getiriyor mu, aralarında anlaşıp tüketicinin yani tasarrufçunun aleyhine hareketlere girip girmediğini denetliyor, kural ihlali görürseniz en ağır cezaları veriyor musunuz? Devletin görevi olan bu denetim ve gözetimi yapıyorsanız, neden sektörü büyük ağırlığıyla elinize geçirip, mevcut işleyişi bozuyor, uluslararası kesimleri ve size yabancı sermaye getiren ve getirecek olanları, bile bile zor duruma sokuyorsunuz?
Bundan 10 yıl kadar önce, AKP’yi kuruluşundan beri destekleyen bir özel sektör kuruluşunun başındaki işadamıyla konuşurken, “Özel sektörün önünü açsınlar diye destekledik, kamu olarak bize rakip olmayı seçtiler” demişti. Sonradan operasyonunun ağırlığını dışarıya taşıyan bu işadamının söylediğine şaşırmıştım.
Son dönemdeki “yerli ve milli” sloganlarıyla her şeyi “yönettiği devlete” alma niyeti çok önceden başladı, ama sonuç alınması imkânsız.
Halk hemen değil ama sonunda bu anlayışın kendi çıkarına olmadığını görecek. Koalisyona dahil iş çevreleri işin bu boyutlara varacağını düşünmüşler miydi?
Cumhuriyet / 08.09.20