İran Kudüs Gücü birliklerinin komutanı Kasım Süleymani’nin, Irak’ta bir İHA saldırısıyla öldürülmesinin ardından, tüm bölgeyi ateşe verecek büyük çaplı bir savaş olasılığı tartışılmaya başlandı. Çarşamba sabahı, “İran, Irak’taki ABD ve koalisyon tesislerine 22 balistik füze ile saldırdı, ‘gereken tepkiyi verdik, çatışmaları daha fazla tırmandırmak istemiyoruz’ dedi” haberiyle uyandık. Olay, daha fazla can kaybına ve kaosa yol açmadan kapanma olasılığı sevindirici.
Ancak, Ortadoğu’da hiçbir şey görüldüğü gibi değildir. “Aslına ne oldu” sorusu her zaman tarihçilere kalır; onlar da aralarında anlaşamazlar. Ben de, “ne oldu” yerine, “zehir hafiyeliğe” soyunup “kime yaradı” diye sormaya karar verdim.
Üç büyükler
Trump: Bir azil süreciyle boğuşan Trump, IŞİD halifesi Bağdadi’nin isminin yanına Süleymani’yi de ekledi. Böylece, seçimlere giderken “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” söylemini güçlendirdi. Trump ayrıca, Süleymani suikastını “önleyici vuruş” kapsamına alarak, bir anlamda 2001’e dönüyor, bugüne kadar kendisini kabullenemeyen neo-con çevrelerle buluşmuş oluyordu.
Netanyahu: Suikast için, “Bu bir Amerikan olayıdır, İsrail olayı değil. İçine çekilmek istemiyoruz” dese de, Netanyahu da yararlananlar arasında. İsrail’de yolsuzluk, rüşvet suçlamalarıyla yargılanırken 3. kez seçimlere gitmeye hazırlanan Netanyahu, sağı birleştirmek ve halkın desteğini almak için kullandığı “güvenlik paradigmasını”, Süleymani suikastının ardından İran’ın misilleme tehdidi altında yeniden gündemin başına çekti.
Putin: Suriye’de, özellikle IŞİD tehlikesi giderildikten sonra, Rusya ile İran arasında, adı konmamış bir nüfuz rekabeti yaşanıyor. Rusya, İran’ın Suriye rejimi üzerindeki etkisini sınırlamaya çalışıyor, İsrail’in, İran’ın Suriye’deki, Hizbullah’ı güçlendirmeye yönelik çabalarını hedef almasına göz yumuyordu. Süleymani’nin devreden çıkması, Rusya’yı becerikli ve karizmatik bir rakipten kurtardı.
Ve İran’dakiler...
Süleymani, Kudüs Gücü komutanlığı döneminde, bölgede İran’ın etkisini artırma yolunda büyük başarılar elde etmişti. Bir gün emekli olduğunda, Ruhban sınıfı hiyerarşisinin dışından geliyor olsa da İran’da devlet başkanlığına gelme olasılığı çok yüksekti. Bu olasılık, gelecekte rejimin, İran kapitalizmini, dünya ekonomisiyle bütünleştirmeye çalışmak yerine, içerde ve dışarda, halkın talepleriyle ve ülke kaynaklarıyla uyumsuz, “radikal” politikalar izleme riskini artırıyordu.
Diğer taraftan, kimi gözlemcilere göre, “bir siyasi boşluk oluştuğunda bunu başarıyla doldurabilen Süleymani, istikrarlı devlet güçlerinin egemen olduğu bölgelerde aynı başarıyı gösteremiyordu”. Dahası, Süleymani’nin bölgede bir İran hegemonyası kurma projesi, hem bölgenin jeopolitik hem de İran’ın ekonomik sınırlarına dayanmıştı.
Gerçekten de geçen yılın sonunda patlak veren yaygın protesto gösterilerinde, kaynakların dış politika maceraları yerine ülke içinde kullanılmasına yönelik sloganlar öne çıkmıştı. Ekonomik krizden kaynaklanan bu durum, Devlet Başkanı Ruhani ile dini lider Ali Hamaney arasında oluşan çatlağa işaret ediyordu. Ruhani kaynakların ülke içinde kullanılmasından, İran kapitalizmini dünya ekonomisiyle bütünleştirmekten, nükleer anlaşmayı bir şekilde koruyarak ekonomik yaptırımlardan kurtulmaktan yanaydı. Buna karşılık Hamaney, Süleymani’nin projelerini desteklemeye devam ediyordu; nükleer silahlara sahip olmaktan yanaydı.
Rejim, gösterileri büyük bir şiddetle, yaklaşık 1500 kişiyi katletme pahasına bastırdı. Ancak sorunlar ortadan kalkmadı. Bu sırada Süleymani’nin Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki operasyonları İran’ın kaynaklarını aşmaya, bölgede etkisini artırmak bir yana, İslam dünyasında yalnızlaştırmaya başlamıştı. Kimi gözlemlere göre, Süleymani’nin özgüveni, megalomani düzeyine çıkmış, realite ile bağları kopmuştu.
Kısacası ve son olarak, Süleymani’nin devreden çıkmasının, İran egemen yönetici seçkinleri içinde, İran kapitalizminin ve İran’ın bölge jeopolitiği ve İslam dünyası içindeki yerinin artık bir istikrara kavuşması gerektiğini düşünen kesimlerin işine yaradığı söylenebilir.
Cumhuriyet / 09.01.20