Dünya Ekonomik Forumu (DEF) Davos toplantısına katılanların nihayet kafasına dank etmiş. Hem demokrasiyi hem de kapitalizmi aynı anda kurtarmak mümkün olacak gibi görünmüyor. Toplantılara katılabilmek için en az 19 bin doları gözden çıkarmak gerekiyor. Ben panellerdeki tartışmaları internet üzerinden izliyorum. Tabii, 300-600 bin dolar aidat vererek, arka odalarda yapılan toplantılara katılma hakkı kazananların ne konuştuğunu bilmek olanaklı değil.
Adını koymak zor
Davos’ta, finansal kriz günlerinde, örneğin 2008’de tam anlamıyla bir şaşkınlık hâkimdi: Katılımcılardan “Yıllardır bize, ‘merak etmeyin piyasalar riskleri dağıtarak azaltıyor ve kaynakları optimal düzeyde dağıtarak ekonomileri dengeliyor. Devletlerin ekonomiye karışmasına gerek yok’ diyordunuz. Şimdi ne oldu” gibisinden öfkeli sorular geliyordu. Ana toplantıda adeta kavga çıkmıştı.
Bu yıl bir şey “kafalara dank etmiş” gibiydi. Panellere katılanlar, iklim krizi, gelir dağılımında aşırı bozulma, göçmenler ve vatandaşlık kurumundaki aşınma, demokrasi ile kapitalizm, ekonomi ile devlet, uzun dönemli toplumsal sorunlarla şirketlerin ve siyasetçilerin kısa dönemci bakışları, finansallaşma ve reel ekonomi gibi ikilemlerdeki çelişkileri görüyorlar ama çözüm üretmeye gelince her kafadan bir ses çıkıyor.
Örnek olarak, “Demokratik kapitalizm: Bir çıkmaz sokak mı yoksa ortak bir kader mi?” (23 Ocak) başlıklı, ilginç paneli alabiliriz. Kolaylaştırıcı Ngarie Woods, Oxford, Princeton, IMF, UNDP. Paul Polman, Unilever CEO’su (2009-2018), IMAGINE adlı STK’nin kurucusu, BM Global Compact Başkan Yardımcısı. Nial Ferguson, Stanford, Oxford, Harvard, kendi deyimiyle, muhafazakâr tarihçi. Dambisa Mayo, Afrikalı, Oxford, Harvard Küresel Ekonomi profesörü, Chevron’ın ve 3M’in yönetim kurulu üyesi, TIME magazinin en etkili 100 kişisinden biri Martin Wolf, Oxford, Dünya bankası, Financial Times baş ekonomisti ve editör.
Bir şeyler yapmalı
Panelin başlığından anlaşılacağı gibi egemen algı şöyle: Demokrasi ve kapitalizm tehlikede. Wolf’a göre böyle giderse ya faşizm ya sosyalizm. Ancak Wolf esas tehlikenin faşizm olduğuna inanıyor.
Polman’a göre finansa odaklanmış ekonomik sistemin ağırlaştırmaya devam ettiği bir gelir dağılımı sorunu var, teknoloji insanları korkutuyor, iklim değişikliği yoksulluğu artırıyor. Finansal sermayenin ötesine geçip, toplumsal ve çevresel sermaye üzerinde odaklanmamız gerekiyor, finansı reel ekonominin hizmetine vermemiz gerekiyor. Bu noktada, Ferguson öfkeli bir sesle, Polman’ın, sözünü kesti, “nasıl yapacaksınız bunu” diyerek lafa girdi. Yalnızca devlet ve ekonomi yok, sivil toplum da var çözümler orada, dedi. Woods, Wolf’a döndü. Wolf, “Ben bu ikisinin arasında bir yerdeyim” diye başladı, lafı iyice dolaştırdı, kesin bir şey söyleyemedi. Ferguson, konuşmasında eğitim sisteminden yakındı. İnsanlara kapitalizm doğru öğretilmiyormuş, üniversitelerde düşünce çeşitliliği, yeterince muhafazakâr tarihçi yokmuş, entelektüel sınıf piyasadan nefret ediyormuş. Mayo, şirketlerin ve hükümetlerin “kısa dönemli bakışı” ödüllendirmesini eleştirdi. Halbuki, teknoloji, eşitsizlik, iklim değişikliği, nüfus artışı gibi yapısal sorunlar vardı, ama devletler sorumluluklarını yeterince üstlenmiyorlardı. Mayo’ya göre, o zaman sosyal politikaları tanımlamak şirketlere ve STK’lere kalıyordu. Demokrasi bu değildi. Wolf, “provokatif olacak ama demokrasiyi yaşatmak için sınırları, gerçekçi biçimde denetlemek gerekir” dedi ve ekledi, demokratik sistem bir coğrafyaya ilişkindir. O coğrafyada yaşayan vatandaşlar siyasi sistemin kendilerine ait olduğunu düşünürler. Denetimsiz göçmenlik, onlara kimliklerinin bu kritik bileşeninin mezata çıkarıldığını, siyasi sistemlerini artık denetleyemediklerini düşündürür. Wolf, denetimsiz, yasadışı göçmenlikten iş çevrelerini sorumlu tuttu. “Demokrasiyi korumak için sınırları denetlemek gerekir” düşüncesinde ısrar etti. Mayo, “Kimse durup dururken kendi ülkesini terk edip başka yere göç etmek istemez” dedi, göçmenlerin ezici çoğunluğunun Batı’nın dış politikalarının yıkıcı etkilerinin kurbanı olduklarını anımsattı...
Cumhuriyet / 27.01.20