Avrupa halklarının Filistin halkıyla dayanışmadaki ısrarı İsrail katliamlarını açıkça destekleyen hükümetleri zorlamaya devam ediyor. İngiltere’de Filistin’le dayanışma eylemleri hükümeti revizyona zorlamıştı. Gazze’de ateşkes çağrısı yapmayan ana muhalefetteki İşçi Partisi lideri de tepki görüyor. Öte yandan aralarında birçok Avrupa ülkesi vatandaşının da bulunduğu Gazze’deki rehinelerin kurtarılması için de tek çözümün ateşkes olduğuna dair görüş de yayılıyor.
Bu hafta Birleşik Krallık’ta Avam Kamarasında İskoç Ulusal Partisinin (SNP) “Gazze’de acil ateşkes çağrısı” yapan önergesi oylandı. İşçi Partisi milletvekillerinin büyük çoğunluğu, Parti Lideri Keir Starmer’ın çizgisine uyarak ‘hayır’ dedi. The Guardian Gazetesi Yazarı Owen Jones, bu durumu bu haftaki köşesine taşıyarak, “İşçi Partisinin hükümeti zorlamayı reddetmesi Başbakan Rishi Sunak’ın İsrail’e açık çek vermeye devam etmesini sağlıyor” dedi.
Fransa’da da Filistin gündemi devam ediyor. 7 Ekim’deki Hamas saldırısında 40’tan fazla Fransa vatandaşının da öldüğü açıklanmıştı. Yine Gazze’de tutulan esirlerin arasında da Fransa vatandaşları olduğu biliniyor. Humanite gazetesinden seçtiğimiz yazı Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve İsrail Başbakanı Netanyahu’nun pozisyonunu eleştirerek rehinelerin kurtarılmasının tek yolunun “ateşkes” olduğuna işaret ediyor.
Almanya’da ise aylardan beri “düzensiz” göçün engellenmesi, sınır dışı uygulamasının hızlandırılması, mültecilere para yerine yiyecek kartı verilmesi tartışılıyordu. Sol Parti dışında tüm partiler bu konuda hemfikirdi: Almanya’ya ekonomik nedenlerle gelen mültecilere hayır! Sonunda istenilen oldu ve iltica yasası ırkçı parti Almanya İçin Alternatif’in (AfD) istediği şekilde değiştirildi.
İşçi partisinin cesur milletvekilleri vicdanlarıyla oy kullandılar, parti lideri Starmer’in vicdanı nerede?
Owen JONES
The Guardian
Bu, İşçi Partisinin tarihinde çok önemli bir andı. Gazze’deki her 200 Filistinliden birinin beş haftadır devam eden askeri saldırılarda hayatını kaybettiği tahmin edilirken, İşçi Partisinin parlamentodaki önemli bir bölümü özel olarak acı çekiyor. Ve bu ıstırap Parti Lideri Keir Starmer için çok somut bir soruna dönüştü: Partinin 56 milletvekili, İskoç Ulusal Partisinin (SNP) ateşkes çağrısı önergesini desteklemek için partiye karşı geldi. Buna istifa eden ya da görevden alınan gölge bakan düzeyindeki sekiz milletvekili de dahildi.
Peki, bunu neden yaptılar? BM Genel Sekreteri António Guterres’in Filistin halkına yönelik “toplu cezalandırmayı” kınadığını, her 10 dakikada bir Filistinli çocuğun öldürüldüğünü, ailelerin tüm nesillerinin yok edildiğini biliyorlar. Geçtiğimiz haftalarda yaşanan olaylarla ciddi bir şekilde ilgilenen herkes gibi onlar da İsrail hükümetinin pek de hassas davranmadığını biliyorlar: Hafta sonu bir bakan, İsrail’in, 1948’de 700 bin Filistinlinin sürülmesini ifade eden (ve Filistinlilerin “felaket” olarak adlandırdığı) yeni bir “Nakba” başlattığını iddia etti; savunma bakanı İsrail’in “insan hayvanlarla” savaştığı gerekçesiyle topyekün bir kuşatmayı meşrulaştırdı.
Tüm bunları belirtmek önemli, çünkü pek çok İşçi Partisi milletvekili, uluslararası hukuka saygı gösterilmesine dair ara sıra yapılan uyarılarla İsrail’in saldırısının desteklenmesi ve “insani ara” çağrısına dayanan liderlik çizgisinin bir saçmalık olduğunu biliyor. Starmer’ı destekleyenler kendi vicdanlarını rahatlatmak için onun tutumunun olacaklarla ilgisi olmadığını öne sürüyor; oysa İşçi Partisinin hükümeti zorlamayı reddetmesi Başbakan Rishi Sunak’ın İsrail’e açık çek vermeye devam etmesini sağlıyor.
Eğer İşçi Partisi, anketlere göre ezici bir çoğunlukla ateşkesi destekleyen kamuoyunu bir araya getirebilseydi, krizden etkilenen Muhafazakarlar rotalarını değiştirmeleri için ciddi bir baskı altında kalacaklardı. İrlanda ve İspanya zaten İsrail’in saldırılarının durdurulmasını destekliyor, ancak İngiltere bunu yapacak en etkili Batılı ülke olacaktır. Pek çok İşçi Partili milletvekili, sözde insani yardım aralarının sadece yardımın girmesine izin vermek ve ardından yardım alanların bombalanmasına devam etmek anlamına geleceğine inanıyorlar. Yardım kuruluşlarının, halkın tepkisinden korkan Batılı hükümetlerin görünüşü kurtarmak için yaptığı bu uygulamayla alay eden açıklamalarını onlar da okudular.
Bazıları da uzun zamandır İşçi Partisinin oy deposu olarak gördüğü, ancak birçoğu bu kitlesel katliam karşısında acılı ve öfkeli olan toplam 4 milyon İngiliz Müslüman’ın siyasi gazabından korkuyor. Starmer’ın danışmanları arasında huzursuzluk yaratan tek şey de bu. Ancak gerçek şu ki halkın öfkesi bunun da ötesinde. Starmer, İşçi Partisinin doğal seçmenlerinin geniş kesimleri arasında bir nefret figürü haline gelme riskiyle karşı karşıya. Bu Tony Blair’in de başına gelmişti ama uzun yıllar başbakanlık yaptıktan sonra. Unutmamak gerekir ki Blair’in çöküşünün bir nedeni de İsrail 2006’da Lübnan’ı işgal ettiğinde ateşkesi desteklemeyi reddetmesiydi.
İşçi Partisinden istifa eden sekiz gölge bakan ve parti yöneticileri için ortadaki ahlaki sorun ve bunun potansiyel siyasi maliyeti çok büyüktü. Eski Gölge Bakan Yasmin Qureshi, BM’nin Gazze’nin bir “çocuk mezarlığına” dönüştüğüne dair uyarılarından alıntıyla, Naz Shah da haklı olarak “Tarih bizi yargılar ve böyle anlarda bir pozisyon almamız gerekir” ifadesiyle insani bir felaket uyarısında bulunarak istifa etti. En büyük sürpriz ise partinin sağ kanadının bayraktarlığını yapan Jess Phillips oldu; sol kesimden pek çok kişi anlaşılır bir şekilde İşçi Partisinin Irak savaşından sonra seçim bölgesini kaybettiğini ve kendisinin de aynı korkuyu bir kez daha yaşayabileceğini belirtiyor. Ancak böylesi bir insanlık felaketinin yaşandığı bir dönemde -kitlesel ölçekte yaşam ya da ölümün söz konusu olduğu bir dönemde- nedeni ne olursa olsun, davaya katılan her kişi kesinlikle memnuniyetle karşılanır ve gerçekten de aşağıdan gelen baskının işe yaradığını gösterir.
Starmer’ın kendisi için bu, unutulmayacak bir ahlaki öfke anıdır. İşçi Partisinin önemli bir Batılı müttefikinin ölüm saçan bir saldırıyı durdurmasını talep etmeyi reddetmesi parti tarihine geçecektir. Starmer, Muhafazakarların çöküşü sayesinde bir sonraki seçimi elbette kazanacaktır. Ancak bu uzun destan, Starmer’in başbakanlığı konusunda en başından beri çok az heves duyulmasına yol açacak ve sürekli krizlerin yaşandığı bir çağda, bu durum ileride yaşanacak pek çok sorunu da beraberinde getirecektir.
Çeviren: Sarya Tunç
Rehineler için tek çözüm ‘ateşkes’
Emilien URBACH
Humanite
İsrail’in güneyindeki kibutzlar ve Reim Tekno Müzik Festivali’ne yönelik ölümcül saldırı sırasında Hamas tarafından 7 Ekim 2023’te kaçırılan Orion, Eitan, Erez, Saraz... adında yedi, belki de sekiz kişi var ve hepsi Fransız.
Toplamda her milletten 239 kişi, Gazze Şeridi’nde, kim bilir nerede tutuluyorlar. Dünyanın güçlü devletleri bu kişilerle ilgili giderek daha fazla açıklama yapsa da henüz serbest bırakılmaları için bir anlaşmaya varılmış değil.
ABD Başkanı Joe Biden, 15 Kasım Çarşamba günü yaptığı açıklamada, onların akıbeti konusunda hâlâ “nispeten iyimser” olduğunu söyledi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron aynı gün İbranice attığı bir tweette “Hamas’ın elindeki rehinelerin serbest bırakılması ve ailelerinin sevdiklerine kavuşması için tüm ağırlığımızı, tüm gücümüzü ortaya koyuyoruz” dedi.
Ancak Alman basın ajansı 16 Kasım Perşembe günü Hamas’ın 50 ila 70 kadın ve çocuğun serbest bırakılması karşılığında talep ettiği beş günlük ateşkes görüşmelerinin devam ettiğini bildirmesine rağmen, İsrail’de ve dünyanın dört bir yanında rehinelerin yakınları ve aileleri Benyamin Netanyahu hükümetinden hesap soruyor. İsrail lideri düzenli olarak serbest bırakılma ihtimalini gündeme getiriyor ancak gerçekte hiçbir somut bilgi vermiyor ve Gazze halkının üzerine bomba yağdırmaya devam ediyor.
Benyamin Netanyahu’nun savaş mantığının etkisizliği İsrail halkı arasında da öfkenin artmasına neden oldu. Hatta Rehine Aileleri Forumu 14 Kasım Salı günü Tel Aviv’e doğru şu sloganla bir yürüyüş düzenledi: “Rehineler konusunda bir anlaşma, şimdi!
Cevap arayan bu ailelerin hedefinde sadece İsrailli yetkililer yok. Birkaç gün önce, Hamas tarafından rehin tutulan iki Fransız-İsrailli çocuğun annesi, Emmanuel Macron’un 11 Kasım’da yaptığı açıklamaların ardından sergilediği tutum karşısında “Hayal kırıklığına uğradığını” söyledi. “Sanki bizi unutmuş gibiydi” dedi.
Ancak Batılı liderler şimdilik rehineleri, özellikle de Hamas’ın onları sakladığına inanılan hastanelerde bulma sözü veren İsrail hükümetini desteklemeye devam ediyor. Sorun şu ki, Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki al Rantisi Hastanesini ele geçiren İsrail ordusu, 15 Kasım Çarşamba günü şiddet kullanarak girdiği Filistin bölgesinin en büyük hastanesi olan el Şifa’da kimseyi bulamadı. Son tahlilde İsrail’in savaş stratejisi umut vermiyor. Geriye ateşkes çözümü kalıyor.
Çeviren: Dış Haberler Servisi
Dışlanma programı
Kristian STEMMLER
Junge Welt
Mülteci politikasına ilişkin söylemin gelişimini, “düzensiz göç” teriminin son aylarda yaptığı kariyer kadar iyi anlatan çok az şey vardır. AfD bu ifadeyi 2017 yılında bir makalesinde kullanmıştı. O zamandan beri bu terim Hristiyan Demokrat Birlik Partisi CDU Lideri Friedrich Merz, Federal Şansölye Olaf Scholz (Sosyal Demokrat SPD) ya da Birlik 90/Yeşiller Lideri Omid Nouripour tarafından aşırı bir şekilde kullanılıyor. Propaganda değeri çok açık: Hiç kimse “düzensiz”, yani izinsiz göç istemez, zaten kısıtlanmış olanın sürekli sıkılaştırılması da bu şekilde meşrulaştırılabilir. Politikacılar bu yaklaşımla tüm mültecilerin genel bir şüphe altında olduğu gerçeğine omuz silkiyor ve mültecilere karşı atmosfer daha da körükleniyor.
Mültecilere yardım örgütü Pro Asyl, kasım ayı başındaki “göç zirvesi”nin ardından yaptığı açıklamada “Bu arada, en saçma ve insanlık dışı öneri bile sadece ‘yasa dışı göçmenlere’ yönelikse alkış alıyor” dedi. Örgüt “kötü fikirlerin açık arttırma yarışından” söz etti. AfD, CDU/CSU ve tabloid basın bu konuda hükümet partilerini yönlendiriyor. En son Hessen ve Bavyera’daki eyalet seçimlerinden bu yana tüm barajlar yıkılmış gibi görünüyor.
Anketler, koalisyon partilerinin düşüşünü ve AfD’nin her iki eyaletteki iyi performansını, seçmenlerin “seçim belirleyici” olan göç konusundaki tutumuna bağlıyor. Gerçek bir oportünist olan Olaf Scholz’un buna yanıt vermesi uzun sürmedi. Der Spiegel onu “Sonunda büyük ölçekte sınır dışı etmeliyiz” cümlesiyle manşete taşıdı ve coşkuyla “şansölyenin yeni sertliği”nden bahsetti. Şansölye “düzensiz göçü” en önemli öncelik haline getiriyor ve mülteci sayısını azaltmak istiyordu. Scholz bu açıklamayı “göç zirvesinde” CDU/CSU ile omuz omuza gerçekleştirdi.
Şansölye daha sonra federal eyaletlerle varılan anlaşmayla ilgili olarak “tarihi bir an”dan söz etti. Pro Asyl ise üzerinde anlaşmaya varılan önlemler paketini “Yoğunlaştırılmış bir sosyal dışlanma programı” olarak değerlendirdi. Örgüte göre sürdürülebilir bir kabul ve entegrasyon politikası şekillendirmek yerine, “Mevcut marjinalleştirme, sınır dışı etme ve izolasyon politikası daha da güçlendiriliyor.” Koruma arayan insanların sayısının azaltılması, kararların ana ilkesini oluşturuyor.
Federal ve eyalet hükümetleri diğer şeylerin yanı sıra mültecilerin hayatını zorlaştırmaya odaklanıyor. Sığınmacılara Yardım Yasası kapsamında anayasal açıdan tartışmalı olan yardımların uygulama süresini bir buçuk yıldan üç yıla çıkarma kararı aldılar. Sığınmacılara gelecekte nakit para yerine ödeme kartları verilecek. Bu tür sıkılaştırmalara karşı muhalefet giderek azalıyor. Mülteci politikası söyleminde sağcı söylemler hakim oldu. Hükümet partilerinden politikacılar, sözde yüksek mülteci sayısının ana nedeni olarak “çekici refah devleti” gibi sağcı mitleri utanmadan yayıyorlar.
Anketlerin çoğunluğu “mülteci krizini” Almanya’daki temel sorun olarak gördüğünde, aslında sadece politikacıların ve medyanın yanlış iddialarla yarattıklarını yansıtıyorlar. Neredeyse gün geçmiyor ki bir bölge yöneticisi yerel makamların “kapasitelerinin tükendiğinden” şikayet etmesin. Pro Asyl, web sitesinde bu tür iddialara karşı argümanlar derledi. Belediyelerde durumun “neredeyse her yerde gergin” olduğunu belirtiyor. Bununla birlikte, entegrasyon çalışmalarındaki yapılar, yuvarlak masalar ve personelin 2016’dan bu yana azaltılmadığı yerlerde, belediyeler şu anda daha iyi donanımlı.
Pro Asyl’in de kanıtladığı gibi, daha fazla sınır dışı etmenin bir çözüm olduğu iddiası da olgusal bir temelden yoksun. Ülkeyi terk etmesi gerektiği iddia edilen 262 bin kişiden, ülkede kalmasına müsaade edilen kişi sayısını çıkarırsanız, geriye ülkede kalmasına müsaade edilmeyen 51 binden biraz fazla kişi kalır. Bunların 19 binden biraz fazlası reddedilen iltica prosedüründen kaynaklanmaktadır, diğerleri ise örneğin süresi dolmuş ziyaret vizesi olan kişiler ve ülkeyi terk etmek zorunda olan AB vatandaşlarıdır.
Halihazırda iltica başvurularının yüzde 70’inden fazlasının kabul edildiği gerçeği de sıklıkla gizlenmekte. Dolayısıyla bu oran rekor seviyede ve Almanya’ya sığınma talebiyle gelen insanların çoğunun aslında sığınma talep etmek için çok iyi nedenleri olduğunu kanıtlamaktadır ki bu da burjuva partilerinden politikacıların “düzensiz göç” hakkında konuşmaya devam etmelerini muhtemelen engellemeyecek.
Çeviren: Semra Çelik
Evrensel / 19.11.23