Bu hafta İngiltere ve Almanya’da eğitim ve sağlıktaki duruma dair seçtiğimiz makaleler Avrupa’da kamu hizmetinin yaşadığı sorunlara odaklanıyor. Fransa’daki vergi politikaları -çoğu ülkede olduğu gibi- zenginleri zenginleştiren ve yoksulluğu artıran ivmeyi hızlandırdı.
İngiltere’de yaklaşık 8 milyon kişi hastane randevusu bekliyor. Bazı yatırımcılar için bu kriz Ulusal Sağlık Sistemi’nin (NHS) özelleştirilmesini içeren bir para kazanma fırsatı. Daha önce Kovid-19 döneminde halkın büyük tepkisini çektiği için geri adım attıkları özelleştirme girişimleri hızlandırılıyor. Hettie O’brien The Guardian için durumu değerlendirdi.
Almanya’da birkaç eyalet dışında okul tatili sona erdi. Buna bağlı olarak da meslek eğitimindeki sorunlar tartışılmaya başlandı. Alman sermayesi kalifiye eleman bulma sorunu yaşıyor. Kamu alanında da korkunç boyutta personel açığı var. Bunun telafisi için daha ucuza mal olacağından beyin ve emek göçü gündeme geliyor. Buradaki genç ve işsizlere ise insanca meslek eğitimi ve çalışma koşulları sunulmuyor.
Fransa’da yoksullar daha da yoksullaşırken, zenginler ise servetlerini büyütmeye devam ediyor. Bu hafta içinde açıklanan bir istatistik, Fransa’nın büyük servet sahiplerine en çok kucak açan üçüncü ülke olduğunu ortaya çıkardı. Uzmanlar, ülkede son yıllarda yaşanan enflasyondan dolayı halkın yüzde 16’sının beslenme güçlüğü çektiğini vurgulayarak, zenginlere daha fazla vergi uygulanmasını istiyor.
Özel sermayenin gözü NHS’de
Hettie O’BRIEN
The Guardian
Pahalı ceketler giymiş küçük bir yatırımcı grubu bir kır evinde kahvaltı için toplanır. Birazdan özel bir sağlık şirketinin sunumunu dinleyeceklerdir. Ön sırada bir milletvekili oturmaktadır; birkaç bankacı da odanın etrafına dağılmıştır. Sağlık hizmetleri girişiminin başkanı dinleyicilere “Burada, Birleşik Krallık’ta, NHS ile ortaklık kurduğumuz önemli bir kamu-özel girişimi öneriyoruz” diyor. Daha sonra grup, şereflerine düzenlenen bir sülün avı için ayakkabılarını giyip dışarı çıkıyor.
BBC’nin son kurumsal dizisi Industry’deki bu sahne, kurgu niteliği nedeniyle değil, gerçeklikle ilgisi nedeniyle aklımda kaldı. Bekleme listeleri uzadıkça, yatırımcılar NHS krizinin kendilerine sunduğu fırsatları değerlendirmek için kapalı kapılar ardında bir araya geliyor. Financial Times tarafından bildirilen rakamlara göre, son iki yılda özel sermaye şirketleri Birleşik Krallık’taki sağlık şirketleri için 150 anlaşma yaptı. Bu firmalar ambulans filoları, göz bakım klinikleri ve teşhis şirketlerini satın aldı. Geçtiğimiz ay, bu firmalardan birinin NHS doktor ve hemşirelerini istihdam eden bir personel ajansını satın aldığı ve yeniden planlanan randevuların acı verici birikiminin iş için iyi olacağına bahse girdiği bildirildi.
Bir finansörün bakış açısına göre tüm bunlar son derece mantıklı. Düşük büyümeli bir ekonomide, sağlık hizmetleri gelişen birkaç sektörden biri. İnsanlar daha uzun yaşıyor, tıp daha iyi hale geliyor ve NHS krizi İngiltere’de özel sağlık hizmetleri için daha fazla talep yaratıyor. Kısa bir süre öncesine kadar bu sektörün merkezi, Regent’s Park’tan Oxford Street’e doğru uzanan görkemli Georgian teraslarının sıralandığı Harley Street’ti. Ancak bu merkez artık değişiyor ve daha yoksul ve daha çaresiz olan yeni bir müşteri türü ortaya çıkıyor. İngiltere’de neredeyse her yedi kişiden biri rutin hastane tedavisi için bekliyor ve birçoğu da pratisyen hekim randevusu almakta zorlanıyor. Bazıları sırf başka seçenekleri olmadığı için özel sektöre geçecek. Bir zamanlar NHS’yi parçalamayı hayal eden politikacılar şimdi bunun gerçekleşmesini gerçek zamanlı olarak izleyebiliyorlar.
Günümüzün özel sermaye şirketleri, 1980’lerde Wall Street’te, şirketleri satın alıp genellikle borçla yükledikten sonra karla satmayı içeren bir teknik olan “kaldıraçlı satın alma” döneminde doğdu. Bugün, bu şirketlerin yaşlı annenize bakan, yürümeye başlayan çocuğunuzun kreşini işleten veya katarakt ameliyatınızı gerçekleştiren şirketi yönetiyor olması da muhtemeldir.
Özel sermayenin bu hizmetlere kayması, modern tarihin en sıra dışı ekonomik deneyimlerinden birinin belirtisidir. Geçtiğimiz on yılın düşük faiz ortamında, devlet tahvilleri gibi yatırımların getirileri azaldıkça, yatırımcılar daha yüksek getiri arayışıyla özel piyasalara daha fazla para akıttı ve bu da özel sermaye anlaşmalarında bir patlamaya yol açtı. Yüksek oktanlı finans hastanelere ve kreşlere girmeye başladığında, bu, üretken yatırım için diğer fırsatların tükendiğinin hastalıklı bir işaretidir. Yatırımcılar yeni fikirleri finanse etmek yerine yaşamın temel ihtiyaçlarından faydalanıyor.
Almanya’nın deneyimi uyarıcı bir hikaye olmalıdır. İngiltere’deki sağcı düşünce kuruluşları tarafından sıklıkla taklit edilecek bir model olarak övülen Alman sağlık sistemi, son yıllarda çok sayıda özel sermaye anlaşmasına sahne oldu. Firmalar 500’den fazla Alman oftalmoloji muayenehanesini ve yüzlerce diş hekimliği muayenehanesini satın aldı. Sonuçlar kamu sağlığını önemseyen herkesi endişelendirmelidir. Göz doktorları, hastalara özel muayeneler ve katarakt ameliyatları gibi ek hizmetler satarak “mümkün olduğunca çok para” kazanma baskısıyla nasıl karşı karşıya kaldıklarını anlattılar. Bir diş hekimi Panorama’nın Alman versiyonuna, tamamen sağlıklı dişleri deldiğini söyledi. Yatırımcılar tarafından işletilen tıbbi muayenehaneler “hızlı para” kazanma peşinde oldukları fikrine karşı çıktılar ancak bu sektörün şeffaf olmaması nedeniyle ne kadar para kazanıldığını ve hatta kaç muayenehanenin satın alındığını söylemek zor.
Benzer yatırımcılar, İngiltere’de hükümetlerin NHS’yi fon açlığına sürüklemesini yıllarca izledi. Bağımsız bir danışmanlık şirketi işleten muhasebeci Vivek Kotecha, “Özel sermaye şirketleri, bu fırsatı değerlendiren uzun bir yatırımcı silsilesinin sadece son halkası” dedi. Politikacılar reform kisvesi altında NHS’yi Lego parcalari gibi daha küçük parçalara ayırarak özel tedarikçilerin devreye girmesi için yeni fırsatlar yarattılar. “Özel” ve “kamu”, “vatandaş” ve “tüketici” arasındaki çizgiler o kadar karıştı ki, birinin nerede bitip diğerinin nerede başladığını söylemek zorlaştı. İngiltere’de yüzlerce NHS danışmanı özel sağlık şirketlerinin hissedarları haline geldi; binlerce kan testi ve diz ameliyatı halihazırda özel şirketler tarafından yapılıyor. Geçenlerde bir pratisyen hekim randevusu almaya çalışırken, önce bana özel, ücretli testlerden oluşan bir seçkiye yönlendiren bir uygulama indirmem söylendi.
Tüm bunların önemli bir sonucu, Filozof Chiara Cordelli’nin yazdığı bir şey: Kamu kurumlarını aldığımız hizmetlerin sağlayıcısı olarak ne kadar az görürsek, bu hizmetlere veya kurumlara o kadar az güvenebileceğimizi hissetme riski var. Ve hükümet bu hizmetleri sunmak için kâr amacı güden firmalara ne kadar bağımlı olursa, aynı firmalara o kadar rehin olur. Bu durum, bu durumun neden sürekli kendini yenilediğini ve İşçi Partisi’nin neden bu kadar çarpıcı bir hayal gücü eksikliği yaşadığını açıklamaya yardımcı oluyor. Gölge Sağlık Bakanı Wes Streeting, NHS kriziyle nasıl başa çıkacağı sorulduğunda, Muhafazakar meslektaşlarını tekrarladı ve bekleme listelerini azaltmak için özel şirketleri kullanma sözü verdi. Yatırımcılar için bu bir destek gösterisiydi. Hastalar içinse, politikacılarımızın kamu sağlık hizmetimizin düşüşünü durdurmaya pek niyetli olmadıklarının endişe verici bir göstergesi.
Çeviren: Sarya Tunç
Almanya: Eğitim yılının başlaması sistemdeki kronik sorunları ortaya çıkardı
Lars MÖRKİNG
UZ
Hafta başında Eğitim ve Bilim Sendikası GEW, yaklaşık 360 bin pozisyonun doldurulamaması nedeniyle kamu hizmetlerinde bir “personel çöküşü” yaşandığı uyarısında bulundu. Eğitim sistemi ile ilgili olarak da sendika siyasetin başarısızlığına işaret etti. Eğitim sistemi on yıllardır önemli ölçüde yetersiz finanse edilmekte ve bunun sonuçları dramatik. Başta kreşler ve okullar olmak üzere eğitimin her alanında büyük bir kalifiye eleman açığı var.
Diğer sektörlerde ve alanlarda da durum daha iyi değil. Almanya’daki şirketler 2023 meslek eğitimi yılının başında bir kez daha başvuru eksikliğinden şikayet ediyor. Alman Sendikalar Birliği DGB’nin ağustos ayı başında açıkladığı verilere göre, ekim 2022’den bu yana Federal Çalışma Dairesi’ne kayıt yaptıran 117 bin genç için eğitim yeri bulunmuyor.
Şirketlerin yalnızca yüzde 19’undan biraz azı hala eğitim verirken, aynı zamanda 228 bin eğitim yeri doldurulmamış durumda. 20 ila 34 yaş arasındaki 2.64 milyon kişinin hiçbir mesleki yeterliliği yok. Buna ek olarak, eğitime başlayanların çoğu eğitimi başarıyla tamamlayamamakta ya da yarıda bırakmakta. Mesleki Eğitim Raporu 2023’e göre, kursiyerlerin dörtte birinden fazlası eğitimi erken bırakmakta. 2021 yılında 141 bin 207 eğitim sözleşmesi feshedildi. En yüksek eğitim bırakma oranı sistem ikram hizmetlerinde (2021: yüzde 50.8). Otelcilik ve gastronomi sektörü genel olarak kötü çalışma koşullarıyla ünlü ve ücret artışına rağmen burada havlu atanların oranı da buna paralel olarak yüksek.
DGB’nin 2022 eğitim raporuna göre, meslek eğitimi alanların çoğunluğu eğitimlerinden memnun. Ancak dörtte birinden fazlası memnun olmadıklarını söylüyor. Bahsedilen sorunlar arasında fazla mesai, eğitimle ilgisi olmayan faaliyetler veya eğitimdeki düşük kalite yer alıyor. Katılımcıların yaklaşık üçte biri düzenli olarak fazla mesai yapmak zorunda kaldıklarını belirtiyor (yüzde 32.8). Ankete göre, bu kursiyerlerin yüzde 11.6’sı fazla mesailerinin karşılığını bile alamamakta ya da fazla mesaileri telafi edilmemekte. Her üç kişiden birinin (yüzde 34.5) bir eğitim planı bulunmuyor, oysa bu plan kanunen zorunlu.
Eğitimin başarıyla tamamlanmasının ardından kariyer beklentileri sorusu ortaya çıkmakta. Vasıflı işçi açığı, çok sayıda boş pozisyon olduğu anlamına geliyor. Acaba insanların kalıcı olarak çalışmak istemedikleri şirketler de var mı?
Bu durum özellikle hemşireler arasında göze çarpıyor; ankete göre katılımcıların neredeyse yarısı, hatta büyük çoğunluğu işten ayrılmayı düşünüyor. Öğrenilmiş bu bakım alanındaki mesleği bırakmak için kullanılan “Pflexit” diye bir terim bile var.
Değişimin kaldıraçlarını adlandırmak basit: Eğitim kalitesinin artırılması, ücretlerde ciddi bir artış, çalışma saatlerinin azaltılması ve iyi ve çalışması zevkli bir mesleğe ilişkin net bir bakış açısı. Bunun yerine şirketler, gençlerin bozuk ve yetersiz personelli okullardan tam teşekküllü işçiler olarak çıkmadıklarından, kendi deyimleriyle “eğitilebilir” olmadıklarından yakınıyor. Federal hükümet ise çaresizce yurtdışında vasıflı işçi arıyor. Ancak, halkın ve gençlerin çıkarları doğrultusunda bir eğitim yasasıyla her gence nitelikli eğitimi garanti etmek söz konusu olduğunda sağır ve dilsiz kalıyor.
Çeviren: Semra Çelik
Fransa: Zenginlerin başkanının ülkesinde milyonerler kraldır
Théo BOURRIEAU
Humanité
İsviçre merkezli UBS bankasına göre, Fransa, yaklaşık üç milyon milyonerle, 2022 yılında büyük servet sahiplerine en fazla kucak açan ülkeler arasında üçüncü sırada. Attac’tan Raphael Pradeau’ya göre bu durum, “Macron’un politikasının mantıksal bir sonuncu.”
2000 yılında Fransa’da 400 bin adet dolar milyoneri bulunuyordu. Şu anda ise bu sayı 2.88 milyona ulaşmış durumda ve 2027 yılında 4 milyon olabilir. Bu bilgi, UBS bankası tarafından bu çarşamba günü yayımlanan Global Wealth Report raporunda ortaya konuldu. Dünyanın çok zenginlerine ilişkin bu yıllık rapor, Fransa’yı, ABD (22.71 milyon) ve Çin’in (6.23 milyon) ardında gösterirken, Japonya (2.75 milyon), Almanya (2.62 milyon) ve Birleşik Krallık’ın (2.55 milyon) hemen üstüne yerleştiriyor. İstatistikler, nüfusa oranla daha da etkileyici veriler sunuyor: milyoner zenginler Fransa’da yaşayanların yüzde 4.25’ini temsil ediyor. Amerika Birleşik Devletleri daha iyi durumda yüzde 6.84), ancak Almanya (yüzde 3.16), Japonya (yüzde 2.19) veya Birleşik Krallık (yüzde 3.8) bir yana Çin (yüzde 0.44) bile değil.
Fransa sadece milyonerleri şımartmıyor. En çok ‘çok zengin’, yani 50 milyon dolardan fazla parası olan insanların yaşadığı ülkeler arasında sekizinci sırada yer alıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde 124 bin, Çin’de 33 bin ve Almanya’da 9 bin 100 olan bu sayı Fransa’da 3 bin 890’dır.
Attac’ın Eski Sözcüsü Raphael Pradeau’ya göre bu “Emmanuel Macron’un politikalarının mantıksal sonucu”. Eski sözcü, altı yıldır iş başında olan Macroncu mantığı mükemmel bir şekilde temsil eden iki tedbire işaret ediyor: Servet vergisinin kaldırılması ve “düz vergi”nin oluşturulması. Hatırlatmak gerekirse, Macron’a göre “etkisiz” olduğu için 2017’de ISF (servet vergisi) ortadan kalktı yerine emlak serveti üzerinden alınan bir vergi getirildi.
Sermaye gelirleri üzerindeki artan oranlı vergilendirmenin yerini almak üzere, 2018 yılında temettüler ve faizler üzerinde yüzde 30’luk sabit bir oran olan “düz vergi” getirildi. Çok zenginlere verilen bu hediyelerin, yatırımları kolaylaştırarak ekonomiyi canlandıran “trickle-down” (aşağı sızdırma) teorisini desteklemesi gerekiyordu. Ancak durum böyle olmadı. Raphael Pradeau, kamu politikalarını değerlendirmekten sorumlu hükümet departmanı France Strategie’nin, sermaye vergisi reformlarını değerlendiren komitelerin bir parçası olarak üç rapor hazırladığına dikkat çekiyor: “Bu üç rapor, bu vergi önlemlerinin ultra zenginleri daha da zenginleştirmek dışında hiçbir etkisi olmadığını gösteriyor. Tüm bunlar, aşağı sızdırma teorisinin bir efsane olduğunu ve zenginler daha da zenginleşirken yoksulların bundan faydalanmadığını doğruluyor.”
Mevcut vergi politikasını savunanlar, büyük ölçüde gayrimenkule odaklanmış olan Fransa’daki servet artışını açıklamak için emlak fiyatlarındaki yükselişe işaret ediyor. Raphael Pradeau’ya göre bu durum pek değişmiyor. “İster gayrimenkul ister maddi olmayan varlıklar ya da finansal varlıklar olsun, servet aynı zamanda nüfusun küçük bir kısmı tarafından ele geçirilen ve aşırı biriktirilen gelir (kira, temettü, faiz) üretir.”
Aynı zamanda Fransız halkının yüzde 16’sı yeterince beslenemiyor. Ekonomi ve sosyal bilimler profesörü, “Zenginleri vergilendirmenin zamanı geldi, böylece nihayet adil vergi paylarını ödeyecekler” diyor.
Çeviren: Eren Can
Evrensel / 20.08.23