Almanya’da Ukrayna Savaşı, Ortadoğu, bütçede borç frenlenmesi tartışmaları arasında gözden kaçan bir gelişme oldu: Almanya-İtalya eylem planı imzalandı. Eylem planı AB içinde güçlü olma çatışmasının bir sonucu. Almanya, İtalya ile Fransa arasındaki iş birliğini zayıflatmak ve kendi dominantlığını korumak için mültecilerin üzerinden pazarlıkla İtalya’yı stratejik çıkarlarında yanına almayı hedefliyor.
Fransa’da ise geçtiğimiz haftalarda Senatoda kabul edilen göçmen yasa tasarısı, 11 Aralık’ta Ulusal Meclis önüne gelecek. 400’den fazla dernek ve sendika 3 Aralık’ta Paris’te yapılacak büyük bir eylemle, yabancıların ve kağıtsız işçilerin sağlık hakkına erişimi de içinde olmak üzere birçok hakkı önemli ölçüde kısıtlayan bu ırkçı yasaya karşı seslerini yükseltecekler.
Birleşik Krallık işçi hakları ve mücadelesi konusunda gittikçe geriliyor. Deliveroo yemek şirketinin kurye işçilerinin yıllardır süren işçi statüsünde sayılma talepli davası nihayet bu hafta sonuçlandı ve yüksek mahkeme Deliveroo çalışanlarının şirketin işçisi değil “serbest meslek sahibi” olduklarına ve toplu sözleşme hakkına sahip olmadıklarına karar verdi. Bunun en büyük nedenlerinden biri de Deliveroo şirketinin yasaları iyi maniple etmesi. Durumu Çalışma Sosyoloğu ve Riding for Deliveroo Kitabının Yazarı Callum Cant, The Guardian için değerlendirdi.
‘Avrupa ailesi’
German Foreign Policy
Alman hükümeti, Almanya-İtalya arasında bir eylem planı imzaladı. Roma’yı Berlin’e sıkı sıkıya bağlamayı ve İtalya ile Fransa’nın arasını açmayı amaçlayan eylem planı 22 Kasım’da imzalandı. Ön koşul uluslararası hukuku ihlal eden mülteci savunmasına yönelik tedbirler oldu.
Yeni bir Alman-İtalyan “eylem planı” Roma’yı gelecekte siyasi ve ekonomik olarak Berlin’e daha sıkı bağlamayı ve AB’deki Alman hakimiyetine karşı bir Fransız-İtalyan karşı ağırlığını önlemeyi amaçlıyor. Plan, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un kasım 2021’de İtalya ile Fransa arasında imzalanan ve iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmeyi amaçlayan “Quirinal Antlaşması”na Alman hükümetinin yanıtı niteliğinde olup, aynı zamanda her iki ülkenin (Fransa ve İtalya) Alman çıkarlarıyla taban tabana zıt olan ortak çıkarlarını bertaraf etmeyi amaçlıyor. Aşırı Sağcı Başbakan Giorgia Meloni yönetimindeki İtalya açısından daha yakın bir iş birliğinin ön koşulu, Almanya’nın Roma’nın uluslararası hukuka aykırı olan mülteci savunması konusundaki çizgisini kabul etmesi. Mültecilere karşı savunmasında acımasız olan Berlin de bunu yapmaya hazır.
Alman-İtalyan “eylem planı”nın hazırlanmasının nedeni, nihayetinde Fransa ve İtalya’nın ikili ilişkilerini sağlam bir zemine oturtma girişimleriydi. Federal Almanya Cumhuriyeti ve Fransa, 22 Ocak 1963 tarihli Elize Antlaşması ve 22 Ocak 2019 tarihli Aachen Antlaşması ile çok yakın bir ittifak kurmuşlardı. Ancak Paris, Bonn ve Berlin’e karşı kendi çıkarlarını savunmakta çoğu zaman yetersiz kaldı. Fransa ve İtalya bazı açılardan örneğin -Almanya’nın kemer sıkma politikalarına karşı mücadelede- çok benzer çıkarlar peşinde koştuğu için Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Berlin’in AB’deki hakimiyetine karşı bir denge unsuru oluşturmak amacıyla Fransız-Alman anlaşmalarına bir Fransız-İtalyan muadili önerdi. Macron ve İtalya’nın O Dönemki Başbakanı Paolo Gentiloni projeyi eylül 2017’de görüştüler; proje ocak 2018’de resmen başlatıldı. Daha sonra Cinque Stelle (Beş Yıldız) ile aşırı sağcı Lega koalisyon hükümeti tarafından ertelendi. Lega’nın eylül 2019’da hükümete katılımının sona ermesinin ardından müzakereler yeniden başlatıldı. Adını İtalya Cumhurbaşkanının resmi konutundan alan Quirinal Antlaşması, Macron ve Başbakan Mario Draghi tarafından 26 Kasım 2021 tarihinde imzalandı
Fransa ve İtalya arasındaki ilişkiler, aşırı sağcı Başbakan Giorgia Meloni’nin ekim 2022’de göreve gelmesiyle yeniden kötüleşti. Anlaşmazlıklar, özellikle İtalya’nın Akdeniz’de Fransız deniz kurtarma ekiplerine karşı acımasızca hareket etmesiyle tetiklendi. Macron ve Meloni, 20 Haziran 2023’te Paris’te bir araya gelerek iki ülke arasındaki ilişkileri yeniden iyileştirmeye çalıştı; Macron “İtalya ve Fransa arasında var olan eşsiz ilişkiyi” övdü. 26 Eylül’de Roma’da yapılan yeni bir toplantı, Paris ve Roma’nın AB’de bir anlayışa varmak ve ortak hareket etmek için çeşitli nedenleri olmasına rağmen, somut tetikleyicisi hâlâ mülteci savunması olan devam eden gerilimleri azaltmayı amaçlıyordu. Örneğin, AB’de mümkün olan en sert borç kurallarının uygulanması için Berlin’den gelen meşhur bir baskı var; Paris ve Roma buna her zaman karşı çıktı. Ayrıca Fransa ve İtalya özellikle savunma sektöründe olmak üzere önemli endüstriyel çıkarları paylaşıyor. Örneğin, her iki ülkeden şirketler SAMP/T hava savunma sistemini ortaklaşa üretiyor, ancak Berlin tarafından başlatılan Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi’nde (ESSI) yer almasını sağlayamadılar. Bunun yerine Alman IRIS-T sistemi ve ABD Patriot hava savunma füzeleri satın alınıyor.
Alman hükümeti, AB’deki Alman hakimiyetine karşı bir Fransız-İtalyan karşı ağırlığının ortaya çıkmasını önlemek amacıyla, 2021 sonunda Roma ile bir Alman-İtalyan anlaşmasını müzakere etmeye başladı. Resmi olarak daha az bağlayıcı düzeyde olsa da Quirinal Antlaşması’na bir tür eş değer olarak tasarlanan bir “eylem planı”, her iki devletin politikaları için “kılavuz ilkelerden” bahsediyor. Roma’daki Alman Büyükelçisi Hans-Dieter Lucas’ın geçen hafta sonunda açıkladığı üzere, eylem planı esasen Başbakan Mario Draghi’nin görev süresi boyunca hazırlandı. Buna göre Meloni Hükümeti beş “stratejik sektörde” yakın iş birliğini öngören belgede çok fazla değişiklik yapmadı: Bu beş sektör büyüme, istihdam ve rekabet edebilirlik amacıyla ekonomide; dış ve askeri politikada; iklimin korunmasında; hukukun üstünlüğüne ilişkin konularda ve kültürel konularda iş birliğiydi.
Eylem planı 22 Kasım Çarşamba günü Berlin’de yapılan Alman-İtalyan hükümet istişareleri sırasında imzalandı. İki ülke arasındaki hükümetler arası istişareler onlarca yıldır gerçekleştiriliyor. Alman hükümetine göre 22 Kasım’daki toplantı türünün 32. örneği. Ancak 2016’daki 31. Alman-İtalyan hükümetler arası istişarelerinin ardından yedi yıllık bir ara verilmişti. Başbakan Olaf Scholz ve Meloni, 8 Haziran’da Roma’da yaptıkları görüşmede ikili ilişkileri yeniden yoğunlaştırmak amacıyla -Fransız-İtalyan iş birliğini de göz önünde bulundurarak- eski formata dönmeye karar verdiler. Görüşme sırasında Scholz’un Meloni’ye Tunus ile Türkiye modeline dayalı bir mülteci savunma anlaşması başlatma çabalarına da yeşil ışık yaktığı bildirildi. Roma için Akdeniz’de mülteci savunmasının daha da sıkılaştırılması, Berlin ile daha yoğun bir iş birliğinin ön koşuluydu. Scholz’un buna bir itirazı yok, zira Alman hükümeti özellikle Afrika ülkelerinden gelen istenmeyen mültecilere karşı, kapsamlı yeni sınır dışı etme önlemleri de dahil olmak üzere, çok daha sert önlemler almaya çalışıyor.
Son dönemdeki tek anlaşmazlık, Meloni Hükümetinin protesto ettiği, Almanya’nın Akdeniz’deki deniz kurtarma ekiplerine verdiği destek konusunda yaşandı. İtalya’nın kurtarılan mültecilerin doğrudan Almanya’ya getirilmesi talebi de Alman hükümeti tarafından reddediliyor. Scholz anlaşmazlığı çözmek için çaba sarf ediyor. Scholz, 6 Ekim’de deniz kurtarma ekiplerine devlet tarafından finansman sağlanmasına şahsen mesafeli yaklaştı. Ancak Alman hükümeti içinde bu konuda hâlâ bir fikir birliği yok. Dışişleri Bakanlığı desteğini 2026 yılına kadar sürdürme niyetinde olduğunu açıkladı.
Bununla birlikte, İtalya’nın Akdeniz’de yakalanan mültecileri Arnavutluk’taki kamplarda barındırmaya yönelik son planıyla anlaşmazlık çözülebilir. Plana göre mülteciler AB’ye değil, Arnavutluk’un liman kenti Shëngjin’e ve oradan da yakınlardaki Gjadër’e götürülecek. Roma şimdi önümüzdeki bahara kadar yılda 40 bin mülteci için AB tarafından kararlaştırılan “sınır prosedürlerinin” uygulanabileceği kamplar kurmak istiyor. Reddedilen sığınmacılar daha sonra doğrudan buradan sınır dışı edilecek. İnsan hakları örgütleri bu tür bir yaklaşımın uluslararası hukuku ihlal ettiğini belirtti ve ayaklandılar.
Çeviren: Semra Çelik
Irkçılığa ve darmanın yasasına karşı mücadeleye
Guillaume BERNARD
Rappors de Force
Fransa’da 400’den fazla grup, dernek ve sendika, (İçişleri Bakanı) Darmanin yasasına karşı çıkmak üzere 3 Aralık Pazar günü Paris’te büyük bir gösteriye hazırlanıyor. UCIJ’in (Atılabilir Göçe Karşı Birlik) çağrısı etrafında birleşen bu örgütler, İçişleri Bakanı tarafından yabancıların haklarına yönelik başlatılan benzeri görülmemiş saldırıya karşı çıkıyorlar. Elbette başkent mücadelesinde yalnız olmayacak. Fransa’nın birçok kent ve kasabasında başka gösteriler, mitingler ve diğer etkinlikler de düzenlenecek.
Irkçılık karşıtı mücadele yürüten Solidaires basın açıklamasında, “Darmanin tasarısı Senatodan geçişi sırasında önemli ölçüde kötüleştirildi. Eğer bu haliyle kabul edilirse, en az kırk yıldır kabul edilen en kötü göçmenlik yasası olacaktır” deniyor. Senato tarafından 14 Kasım’da kabul edilen yasa tasarısı, Fransa’da yaşayan yabancılar için bir dizi değerli hakka saldırıyor. Bunlar arasında kağıtsız/belgesiz işçilerin de düzenli olarak yararlandığı devlet tıbbi yardımının kaldırılarak yerine “acil tıbbi yardım”ın getirilmesi ve bu yardımdan yararlanacak yabancıların sayısının önemli ölçüde azaltılması da yer alıyor. Diğer öneriler arasında ise aile birleşimine hak kazanmak için gereken kalış süresinin arttırılması ve Fransız vatandaşlarının eş ve ebeveynlerinin oturma iznine erişimlerinin kısıtlanması yer almakta.
3 Aralık tarihi aynı zamanda Eşitlik Yürüyüşü’nün de 40. yıl dönümü olması nedeniyle sembolik bir anlam taşıyor. 3 Aralık 1983 tarihinde, çoğunluğunu Lyon banliyölerindeki Minguettes Mahallesi’nden gençlerin oluşturduğu yürüyüşçüler Marsilya’dan yola çıkarak Paris’e vardılar. UCIJ basın açıklamasında, “Yürüyüş, 100 bin kişinin Paris’te gösteri yapması ile sona erdi ve 10 yıllık oturum izni dönemin hükümeti tarafından verildi. Bu izin 20 yıldır talep ediliyordu” diye hatırlatılıyor. UCIJ, 3 Aralık’ı ırkçılıkla mücadelede önemli bir gün haline getirmek için taleplerini genişletmeye de karar verdi. Polis şiddeti de öne çıkan konulardan biri.
Paris’te 3 Aralık’taki gösteri saat 14.00’te Montparnasse’dan başlayacak. Ayrıca yasa tasarının Ulusal Mecliste görüşülmeye başlayacağı 11 Aralık’ta da Meclis önünde de bir miting düzenlenecek.
Çeviren: Eren Can
Birleşik Krallık’taki düzen neden iş ekonomisi haklarına Avrupa’nın diğer bölgelerine kıyasla daha düşmanca yaklaşıyor?
Callum CANT
The Guardian
Yüksek mahkeme salı günü oy birliğiyle Deliveroo sürücülerinin serbest meslek sahibi olduklarına ve toplu sözleşme hakkına sahip olmadıklarına karar verdi. Yedi yıl süren hukuki mücadelenin ardından, Büyük Britanya Bağımsız İşçi Sendikası (IWGB) tarafından açılan ve Londra’nın kuzeyindeki Camden ve Kentish Town’da başlayan dava nihayet yolun sonuna geldi.
Deliveroo için sonuç önemli bir zafer. Karar, şirketin asgari ücretin garanti edilmemesi gibi temel konularda bir sendika ile toplu pazarlık yapma ihtiyacından korunduğu anlamına geliyor. Yüksek mahkeme, sürücülerin doğru bir şekilde serbest meslek sahibi olarak tanımlandığına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin toplanma ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına alan 11. maddesinin serbest meslek sahiplerine toplu pazarlık hakkı vermediğine karar verdi. Şirket, sürücülere saatte 2 sterlin gibi düşük bir ücret ödeyebilen, 70+ saatlik çalışma haftalarına yol açabilen ve dolayısıyla sürücüleri sağlık ve güvenlik risklerine maruz bırakan bir sistemi işletmeye devam edebilir. 2017’de Deliveroo için çalıştığımda gördüğüm üzere, bu sistem temelde adil çalışmanın getirdiği maliyet ve sorumluluklardan kaçınmaya dayalı bir iş modelidir.
Deliveroo sürücüleri ve kuryeleri son yedi yıldır grev üstüne grev yaparak tüm dünyaya yayılan bir tür endüstriyel gerilla savaşı yürüttüler. İstihdam statüsünün ortadan kaldırılması onları temel korumalardan yoksun bıraktı ama aynı zamanda Birleşik Krallık’ın grev karşıtı yasalarının kısıtlamalarını da ortadan kaldırdı. Posta yoluyla yapılan oylamaların ve katılım barajlarının saçmalıklarından kurtulmuş olarak, çıkarlarını savunmak için yıllarca vahşi bir grev eylemi kampanyası yürüttüler. Bu kararla ilgili hiçbir şey bunu etkilemeyecektir.
Kamuoyu için ise bu karar bir uyarı niteliğinde olmalıdır. İşyerinde demokratik haklar 40 yılı aşkın bir süredir saldırı altında. 2016 tarihli Sendikalar Yasası ve 2023 tarihli Grevler (Asgari Hizmet Düzeyleri) Yasası, endüstriyel eylem oylamaları için asgari katılım şartını yüzde 50 olarak belirliyor ve temel hizmetlerdeki işverenlere işçileri grev günlerinde işe dönmeye zorlama hakkı veriyor. Birleşik Krallık artık otoriter bir devlete yakışır sendika yasalarına sahip ve bu son karar, teknik bir ayrıntı yüzünden olası bir tepki yolunu köreltti.
Deliveroo, sürücülerinin zaten bir temsiliyeti olduğunu iddia edecektir. Şirket 2022 yılında GMB sendikası ile bir “ortaklık anlaşması” imzaladı. Bu bir toplu iş sözleşmesi değil. Bunun yerine Deliveroo’ya faydalı bir halkla ilişkiler hattı ve GMB’ye de sendikanın 2003’te 700 bin olan üye sayısının geçen yıl 570 bine düşmesine neden olan on yıllardır süren düşüşü durdurmak için yeni bir üye kaynağı sunan tatlı bir anlaşma. Bu yılki İşçi Partisi konferansında GMB Genel Sekreteri Gary Smith ve Deliveroo’nun Patronu Will Shu, iş ekonomisinin faydalarını tartışmak üzere aynı sahneyi paylaştılar. GMB’nin, şirketi dünyanın en çok protesto edilen platformu haline getiren büyük grev veya protestoların hiçbirini organize etme kaydı olmadığı göz önüne alındığında, anlaşma daha militan olan IWGB’yi yerinden etmeye çalışmak için kabul edilmiş gibi görünüyor. Bu “ortaklık”, belki de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, şu ana kadar sokaktaki sürücüler için elle tutulur hiçbir şey sağlamadı.
Karar, Birleşik Krallık ile Avrupa’nın geri kalanı arasındaki mevzuat farklılaşması sürecinin bir sonraki adımına işaret ediyor. Almanya’da, bir market teslimat platformu olan Gorillas’ın sürücüleri, kendilerine resmi temsil hakları sunan bir “iş konseyine” sahip. İspanya’da 2021 Biniciler Yasası, dijital teslimat platformlarındaki işçiler için bir istihdam karinesi getirmiş ve sektördeki sendikaların işin algoritmalar tarafından nasıl organize edildiğine dair bilgilere erişmesi için yeni haklar yaratmıştır. AB düzeyinde, 27 üye ülkedeki 28 milyon platform çalışanı için bir istihdam karinesi getirecek olan platform çalışması direktifi yakında kabul edilecek. Avrupa daha fazla korumaya doğru ilerlerken, Birleşik Krallık daha fazla güvencesizliğe doğru ilerliyor.
Deliveroo çalışanlarının karşı karşıya olduğu zorluk, temelde Britanya genelindeki işçilerin karşı karşıya olduğu zorluklarla aynıdır. Gerçek ücretleri düşüren, işi yoğunlaştıran ve yasal korumaların altını oyan cesaretli şirketler ile işçilere işyerinde demokratik örgütlenme hakkı tanımak konusunda temelde isteksiz olan iki büyük siyasi partinin korkunç bir bileşimiyle karşı karşıyayız. Durgun ekonomik büyüme, durağanlaşan üretkenlik ve küresel ekonomik sistemin uzun vadeli istikrarını tehdit eden gelişmekte olan iklim kriziyle birlikte, işçi sınıfının yaşam koşullarındaki herhangi bir temel iyileştirmenin, yukarıdan gelen kararlı muhalefet karşısında kazanılması gerekecektir. Belki de uzun süredir hareketsiz olan grev eylemlerinin kararlı bir şekilde artmış olması sürpriz değildir. Deliveroo sürücüleri daha iyi bir anlaşma elde etmek istiyorlarsa, tıpkı bizler gibi mücadele etmek zorunda kalacaklar.
Çeviren: Sarya Tunç
Evrensel / 26.11.23