Almanya’da Savunma Bakanı Pistorius, “Avrupa’da savaş tehdidi olabileceği fikrine alışmalıyız” diyerek toplumu “savaşa hazır” hale getirmek istiyor ve “zihniyet değişikliği” çağrısında bulunuyor. Ayrıca NATO veya AB’ye yönelik eleştirileri “ulusal güvenliğe” tehdit olarak ilan ediyor.
Geçtiğimiz haftalarda Paris bölgesindeki kağıtsız/belgesiz göçmen işçilerin 30 işyerinde başlattığı grev ve işyeri işgalleri başarıyla sonuçlandı. 800’den fazla işçi resmi belgelerine kavuşurken, geriye işçi sınıfı için öğretici bir deneyim bıraktılar. Bu hafta Fransa’dan seçtiğimiz yazı, grevci işçiler ve sendikacıların gözünden direnişi nasıl örgütlediklerini anlatıyor.
Birleşik Krallık’ta bu hafta İskoçya emek hareketinde neler olduğuna baktık. İskoçya Kamu ve Ticari Hizmetler Sendikası Üyesi Lynn Henderson sendika içerisindeki yeni seçim sürecini ve hükümet ve işverenlerin yaşam standartlarına yönelik saldırılarının devam ettiği bu dönemde kadınların ilk savunma hattını nasıl ördüğünü Morning Star gazetesi için yazdı.
Almanya’yı savaşa hazır hale getirmek
German Foreign Policy
Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, Alman halkını olası bir savaşa ikna etmeye çalışıyor ve Federal Cumhuriyetin “Savaşa hazır hale gelmesini” talep ediyor. Pazar akşamı yaptığı konuşmada Pistorius, “Avrupa’da savaş tehdidi olabileceği fikrine alışmalıyız” dedi. Salı günü talebini yineledi. Geçen hafta cuma günü, Hamburg’daki Alman Ordusu Komuta Akademisinde yaklaşık 300 subayın önünde yaptığı konuşmada, Başbakan Olaf Scholz’un, Alman Silahlı Kuvvetlerinin hemen silahlandırılması için kullanıma sunduğu 100 milyar avroluk özel borcun Ukrayna savaşının başlamasından sonra en fazla 2027 veya 2028 yılına kadar yeterli olacağını söylemişti. Başbakan Yardımcısı Yeşiller Partisinden Robert Habeck, daha fazla silah alımını finanse etmek için şimdiden ikinci bir borç programından açıkça yana.
Almanya askeri açıdan ittifaklara bağımlı olduğundan Pistorius, NATO ve AB’ye yönelik eleştirileri “Almanya’nın güvenliğine” yönelik bir tehdit olarak tanımlıyor; bunu yaparken, kamuoyunda kabul edilen görüşlerin kapsamını daha da daraltıyor. Buna ek olarak, halk arasında daha fazla “ülke savunmasına” yönelik bir “zihniyet değişikliği” çağrısında bulunuyor. Salı günü, Savunma Bakanı Boris Pistorius bir kez daha Alman halkını olası bir savaşa ikna etmeye çalıştı. Bakan, pazar akşamı ZDF’nin “Berlin Direkt” programında: “Avrupa’da bir savaş tehdidi olabileceği fikrine alışmamız gerekiyor.” demişti. Ukrayna’daki savaşla ilgili olarak, şu anda “Avrupa’da bir saldırgandan gelen savaş tehdidinin” mevcut olduğunu ekledi; halk buna “Zihinsel olarak hazır değil”di ve bunun artık değişmesi gerekiyordu. Pistorius, “Savaş yürütebilmemiz için muktedir olmalıyız” diye vurguladı.
Pistorius, Alman ordusunun yalnızca ulusal savunma için silahlanması gerektiği konusunda şüphelerini dile getirdi. Cuma günü, Hamburg’daki Ordu Komuta Akademisinde “Kriz gelişmeleri daha yakından meydana gelir ve genellikle öngörülemez, adım adım gerçekleşir. Bu nedenle Almanya’nın “Uluslararası liderliği üstlenmesi” gerekiyor. Bunu “öncü güç olarak değil, öncü ortak olarak” yapmalı; sonuçta, “İttifaklarımız eylemlerimizin çerçevesini her zamankinden daha fazla sağlıyor” dedi. Ordu şu anda Doğu Akdeniz’de konumlanıyor. Bunun sadece tahliye tedbirlerinin uygulanabilmesi için gerçekleştiği söyleniyor. Ancak Berlinli politikacılar, İsrail’in askeri desteğe ihtiyacı olması durumunda Almanya’nın uzak durmayacağını çoktan belirtmişlerdi. Ortadoğu’da muhtemelen AB veya NATO çerçevesinde bir savaşa katılmanın ulusal savunmayla hiçbir ilgisi kalmayacaktır. Aynı durum, ordunun Asya-Pasifik bölgesinde Çin’e yönelik ittifak manevralarına sürekli katılımı için de geçerlidir. “Ordu savunmayla kendini sınırlamaktan vazgeçmelidir.”
Pistorius’a göre ittifakların Almanya açısından önemi artık AB’nin veya NATO’nun eleştirilmesine izin vermiyor. Bakan: “Artık AB’nin ölmesini ve Almanya’nın NATO’dan ayrılmasını talep eden partiler... Almanya’nın güvenliğini tehlikeye atıyorlar” dedi.
Pistorius taleplerini şöyle özetledi: “Savaşa hazır olmalıyız. Savunmacı olmamız lazım. Ve orduyu ve toplumu buna hazırlamalıyız.” Alman toplumu iki Almanya’nın birleşmesinden bu yana kendi ülkesinde ne savaş ne de gerçek bir savaş tehdidi yaşadı. Ancak artık savaş tehlikesine alışmamız ve bunun için hazırlanmamız gerekiyor.
Çeviren: Semra Çelik
Kağıtsız işçilerin bir haftalık grevi: Hangi eylem ve hangi sonuçlar?
Guillaume BERNARD
Rapports de Force
Fransa’da olimpiyat oyunları şantiyesinin bloke edilmesi ve geçici istihdam bürolarının işgal edilmesiyle birlikte, geçen hafta Paris bölgesinde 800’den fazla kağıtsız işçinin yaptığı grev, çok sayıda kişinin kayıtlı çalışır hale getirilmesine yol açtı. Peki kağıtsız işçilerin grevleri nasıl sonuçlanıyor? Ve nasıl zaferle sonuçlanan eylemlere dönüşüyorlar? Açıklıyoruz.
Sadio, sesini çıkarmadan kendini duvara dayıyor ve basamakları mümkün olduğunca yavaşça tırmanıyor. Senegalli genç adam ve arkadaşlarının üzerinde yürüdükleri kırmızı halı, başkentin en varlıklı semtlerindeki binaların tipik bir örneği. Sadio’nun işvereni de ofislerini buraya kurmuş. Sadio, tüm yıl boyunca banliyödeki bir lojistik deposunda çalışıyor. Sonunda kapı açılıyor: “Gidelim.”
Otuz kadar kağıtsız işçi adımlarını hızlandırarak Adecco grubuna ait QAPA geçici istihdam bürosuna sızıyor. Sadio bir sandalyeye oturuyor ve tek kelime etmeden sendikası CNT-SO’nun bayrağını çıkarıyor. Amaç, şirket yöneticilerinin dikkatini çekmek, ama korkutmadan. O sırada Sendikacı Étienne Deschamps da bir şirket yöneticisine meydan okuyor: “Kağıtsız işçileri yasa dışı olarak işe aldınız. Durumlarının kayıtlı (oturma ve çalışma izinli) hale getirilmesini istemek için geldiler, lütfen bize gerekli belgeleri sağlayın.”
Bir yılı aşkın süredir sipariş toplayan Sadio ise durumdan memnun: “Şimdi tek yapmamız gereken patronun aramasını beklemek. Bu akşam belgelerimle birlikte ayrılacağım.”
Birkaç değişiklikle birlikte bu işgal sahnesi 17-23 Ekim tarihleri arasında Paris bölgesinde yaklaşık otuz işyerinde tekrarlandı. Toplamda 800’den fazla kağıtsız işçi, kayıtlı/izinli hale getirilmeyi talep etti. Bu, 1300 işçinin iş bıraktığı 2009 yılından bu yana kağıtsız işçiler tarafından gerçekleştirilen en büyük grevlerden biriydi. 100 ila 150 kağıtsız grevci, badminton ve jimnastik etkinliklerine ev sahipliği yapacak olan 2024 Olimpiyat Oyunlarının sembolü olan Paris’in kuzeyindeki Porte de la Chapelle Arena’yı bir günlüğüne işgal etti. İşçiler burada taşeron inşaat şirketleri tarafından istihdam ediliyordu. Bu arada yaklaşık 650 kağıtsız geçici işçi de geçici istihdam bürolarının önünde eylem yaparak kayıtlı hale getirilmelerini talep etti. Bu işçilerin çoğu lojistik, atık, temizlik, dağıtım ve inşaat sektörlerindeki taşeron şirketler tarafından istihdam edilmekte ve Carrefour, Onet, Véolia, Suez, paket dağıtım şirketleri DPD ve GLS, Atalian (temizlik ve güvenlik) gibi büyük gruplara hizmet vermekte. 24 Ekim’de bu grev alanlarından sadece bir tanesinde işçiler gerekli belgeleri almayı henüz başaramamıştı; bu da bu eylemleri organize eden Genel İş Konfederasyonu (CGT) ve Ulusal Emekçi Konfederasyonu-İşçi Dayanışması (CNT-SO) için bir başarı işaretiydi.
Kafası üstünde yürüyen bir sistem
Bloke edilen geçici istihdam bürosunun çalışanı Magalie, “Eğer şirketim belgesiz işçi çalıştırdıysa cezalandırılmalı, bu normal. Öte yandan, onları işe almanın neden kayıtlı hale getirilmelerine yol açması gerektiğini anlamıyorum. Sizce yasa dışı bir şey yaptığınız için ödüllendirilmeniz mantıklı mı?” diye soruyor. Kağıtsız işçilerin çalışabilmesi, greve gidebilmesi ve sonunda kayıtlı hale getirilebilmesi şaşırtıcı bir durum. “Evet, ama bir o kadar da normal” diye cevap veriyor CNT-SO Sendikacısı Étienne Deschamps: “Fransız devleti kağıtsız işçilere ne burada bulunma ne de çalışma hakları olduğunu söylüyor. Ama aynı zamanda onlara her ikisini de yeterince uzun süre yapmayı başarırlarsa, sadece cezalandırılmayacaklarını değil, aynı zamanda kayıtlı hale getirileceklerini de söylüyor. İşte bu yüzden bu sistemden kurtulmak için mücadele eden sendikalar, tüm kağıtsız işçilerin otomatik olarak belgeli çalıştırılması çağrısında bulunuyorlar.”
Kolektif eylem gereklidir
Ancak bu iki kriteri karşılamak yeterli değil. Dosyalarını tamamlama ve Valls genelgesi kapsamında belgeli hale getirilme şansına sahip olmak için 800’den fazla belgesiz işçi 17 Ekim haftasında patronlarına baskı yaptı. Amaç ise iki hayati belgeyi elde etmekti: Sahte isimle çalışanlar için bir uyum belgesi; yani daha önce belgeli hale getirilmiş bir kişinin kimliğini kullanmak ve hepsinden önemlisi, patronları tarafından imzalanmış kağıtsız bir işçiyi işe alma başvurusu için bir Cerfa formu. Bu belgeler elde edildikten sonra geriye kalan tek şey başvuruları valiliğe sunmak. “Başvuruları yapanların bir sendika olması işleri hızlandırıyor. Aksi takdirde, ihtiyacımız olan tüm belgelere sahip olsak bile valilik son derece yavaş davranıyor” diyor Sadio. Bu ise güçlü bir şekilde harekete geçme stratejisinin işe yaradığının bir kanıtı.
“Patronlar baskı altında olduklarında aynı gün içinde itaat ediyorlar. Bu onlara zaman ve biraz para dışında fazla bir maliyet getirmiyor” diye özetliyor CNT-SO’dan Étienne Deschamps. Ancak zafer hiçbir zaman garanti değil. La Poste grubunun bir yan kuruluşu olan DPD’deki kağıtsız işçiler iki yılı aşkın bir süredir Essonne’da grevde. Ancak güç eksikliği nedeniyle hâlâ kayıtlı hale getirilemediler. Kazanma umudunun olması için eylemin mümkün olduğunca kitlesel ve görünür olması gerekiyor. “Şirketlerin imajı ne kadar etkilenirse o kadar işe yarar. Arena inşaat alanının ablukaya alınması bunun en iyi örneğiydi. Şunun farkına varmalıyız ki 2024 Olimpiyat Oyunları Fransa’nın küresel vitrini. Yabancı basın eylemimizi haber yapmak için oradaydı, ancak pazarlık yapmaya gelen patronlar ve Paris şehri yetkilileri bunu hiç takdir etmedi. Sonuç olarak gün boyunca çok sayıda işçinin kayıtlı hale getirilmesini sağlayan son derece elverişli bir protokol elde ettik” diyor CNT-SO Sendikacısı Arnaud de Rivière.
Önceden hazırlanmak
Elbette bu tür bir eylem için çok önceden hazırlık yapılması gerekiyor. “Eylemden birkaç ay önce Arena şantiyesinde bildiri dağıtımı düzenledik ki belgesiz işçiler ortaya çıkabilsin. Bu kolay değil çünkü işverenler bizi fark ettiklerinde genellikle mümkün olduğunca çok sayıda işçiyi işten çıkarıyorlar. Çatışma sonu protokolünü müzakere ettiğimizde ise onları şirkete geri almak bize kalıyor. Arena’da yaptığımız da buydu” diye açıklıyor Étienne Deschamps.
Son olarak, eylemi daha da görkemli hale getirmek için, Arena’nın işgali, çalışma konusuna bakılmaksızın herkes için belge talep eden bir göçmen kolektifi olan Gilets Noirs (Siyah Yelekliler) tarafından desteklenmiş. Île-de-France bölgesinde güçlü bir bölgesel ağa sahip olan CGT ise yerel sendikaları aracılığıyla belgesiz işçilerle temas kurmuş: “Ne yaptığımızı biliyorlar ve tüm yıl boyunca bize geliyorlar. Yeterli sayıda olduklarında koordineli eylemler başlatıyoruz. Bu zaman alıyor ve çok fazla organizasyon gerektiriyor, ancak bunu yaparak çok fazla görünürlük kazanıyoruz. Bundan işverenler de daha fazla etkileniyor ve sorunun tek bir şirketle sınırlı olmadığını, bir sistemin parçası olduğunu gösterebiliyoruz” diyor göçmen faaliyetlerinden sorumlu CGT Konfederal Yönetim Kurulu Üyesi Gérard Ré.
Çeviren: Eren Can
Kadınlar sendikal mücadelenin en ön saflarında yer alıyor
Lynn HENDERSON
Morning Star
İskoç Sendikalar Birliği Kongresi (STUC) Kadın Komitesi Başkanı Andrea Bradley’e ve bu yılki STUC kadın konferansına katılan tüm sendikacı kız kardeşlerime dayanışma selamlarımı iletiyorum.
Kolektif güç ve destek oluşturmanın kadınlar için hiç bu kadar önemli olmadığı bir zamanda bir araya geldiniz.
PCS (Kamu ve Ticari Hizmetler Sendikası) çoğunluğu kadınlardan oluşan bir sendikadır ve uzun süredir görev yapan Genel Sekreteri’miz Mark Serwotka yıl sonunda emekliliğe hazırlanırken, üyelerimiz onun yerine geçecek kişiyi seçmek üzere. Adayların açıklanmasıyla birlikte yeni genel sekreterimizin bir kadın olacağı kesinleşti. Serwotka, PCS’de ve hareket genelinde pek çok kişi tarafından özlenecek.
Sendikalı kadınlar için o, her zaman iyi bir müttefik oldu ve onunla çalıştığım neredeyse yirmi yıl boyunca bana kişisel olarak çok cesaret verdi. Ancak sendikal hareket sadece tepedeki pozisyonlarla ilgili değil, işçilerin gücünü inşa etmek ve eşitsizliğe meydan okumakla ilgilidir.
STUC, bu hayat pahalılığı krizi sırasında artan yoksulluk ile aile içi istismarın artması arasındaki bağlantıyı doğru bir şekilde kurmuştur. Zenginliğin yeniden dağıtılması için mücadele etmek ve hem işyerinde hem de evde gücün kötüye kullanılmasına karşı çıkmak hepimizin görevidir.
İskoç kadın işçiler düşük ücret, yoksulluk ve aile içi istismardan muaf değildir: sınıf ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği sınırda bitmez. Bu nedenle STUC her zaman İskoç hükümetinden kadınların işyerindeki ve daha geniş toplumdaki durumlarını iyileştirmesini talep edecektir.
PCS’nin hem Birleşik Krallık hem de devredilen hükümetlerle, ülkenin her yerindeki devlet memurları ve kamu çalışanlarının ücretleri, işleri ve emeklilikleri konusunda devam eden ulusal bir anlaşmazlığı vardır.
2023 yılı boyunca, daha fazla kadın ve daha genç üyenin grevlere öncülük etmesi ve grev gözcülerini örgütlemesiyle sendikal katılımda ilham verici bir artış gördük.
İşverenle ulusal çapta görüşmelere başladığımız şu sıralarda endüstriyel eylemimiz çoğu bölgede “duraklatılmış” durumda ve İskoç hükümet bölgelerinde ücret tekliflerinin Birleşik Krallık’taki benzerlerinden daha iyi olduğunu görebiliyoruz.
O zaman bile, Birleşik Krallık hükümetinin yüzde 4.5’lik tavizi ve 2023 için bir defaya mahsus hayat pahalılığı ödemesi, kamu hizmeti ücretlerinin Margaret Thatcher döneminde bireysel işverenlere “devredilmesi” nedeniyle eşit olarak uygulanmadı.
Kendisi de düşük ücretli bir DWP (Çalışma ve Emeklilik Bakanlığı) çalışanı olan PCS Ulusal Başkanı Fran Heathcote, yılın başlarında verdiği bir röportajda şunları söyledi: “1500 sterlinin bazı işverenler tarafından orantılı hale getirilmesi, artan yakıt faturaları ve gıda maliyetleri açısından hayat pahalılığı krizi orantılanmadığı için çoğunlukla yarı zamanlı çalışan kadınlar üzerinde ekstra bir yük anlamına geliyor.”
Hükümet binalarında çalışan taşeron işçiler arasında hayat pahalılığının etkisi, güvenceli istihdam eksikliği nedeniyle daha da zorlaşyor. Bu güvenlik, tesis yönetimi ve yemek hizmetleri çalışanlarının birçoğu giderek büyüyen bir krizle karşı karşıya.
East Kilbride’daki, Dışişleri Milletler Topluluğu ve Kalkınma Ofisinde PCS üyeleri taşeron işçiler için işten çıkarma tehdidini savuşturdu, ancak yeni bir sözleşmeye Tupe transferiyle karşı karşıya olan pek çok kişi, Noel öncesindeki transfer sırasında yedi hafta boyunca ücret alamama tehlikesiyle karşı karşıya. Abercrombie House’daki Mitie/OCS çalışanlarının bir sonraki aylık ücretlerini alabilmek için ya yedi hafta beklemeleri ya da dört haftaya kadar “köprü kredi” almaları ve ayda 100 sterlin gibi kesintilerle karşılaşmaları gerekecek.
PCS üyeleri işverenlerine borçlanmak istemedikleri gibi sadaka da istemiyorlar. İşyerinde saygınlık istiyorlar. Devlet sözleşmelerinde dış kaynak kullanan işverenler, uzlaşmaz tutumlarıyla işçileri borçlanmaya zorluyor. Değişikliği yapmayarak ya da uygun tazminat sağlayarak yumuşak bir geçiş sağlayabilirler. Bunun yerine, en düşük maaşı alanları mali krize sokuyorlar.
PCS, işverenlerle ve taşeron üyelerimizin aynı binada çalışan sivil ve kamu görevlilerinden farklı muamele gördüğü ana devlet daireleriyle müzakere etmeye çalışıyor.
Hiç birikimi olmayan üç çocuklu bekar bir anne olan bir PCS üyesi, dört haftalık maaş için yedi hafta beklemeyi kabul edilemez buluyor. Endişeleniyor: “Faturaları ödeyemedim, yiyecek alamadım, gaz ya da elektrik parasını ödeyemedim ve hayat pahalılığı krizi sırasında ve Noel öncesinde, şimdiden uykularım kaçıyor ve endişeden yemek yiyemiyorum.”
Bir başka üye ise şunları ekledi: “Noel’den hemen önce ödeme tarihleri arasında neredeyse yedi hafta olması ailem için korkunç ve stresli bir ortam yaratacaktır. Faturaları ödemeye çalışmak, işe gidip gelmek için yakıt, üç yaşındaki oğlum için Noel hediyeleri, ailemdeki diğer herkesten bahsetmiyorum bile.”
Bir başka cephede, PCS’nin Kıdemli Ulusal Memur Paul O’Connor liderliğinde yürüttüğü güvenli geçiş çalışmaları, sendikal hareket ve mülteci hakları için kampanya yürütenler arasında destek kazanıyor.
Bu kampanyaya ve İçişleri Bakanlığının mültecilere yönelik muamele politikasına karşı büyük bir yasal mücadeleye öncülük ediyoruz. Kampanya, İngiltere’nin güneydoğusundaki Sınır Gücü’nde görev yapan PCS üyelerinin, hükümetin küçük tekne geçişleriyle ilgili tutumundan dehşete düşmesiyle ortaya çıktı. Daha sonra Ruanda planına karşı çıkmak için genişledi.
İskoçya genelinde yerel ticaret konseyleri, aşırı sağcı gruplar tarafından yayılan kasıtlı yanlış bilgilere karşı mültecilerin toplumlara kabul edilmesinde etkili olmuştur. Bu kampanyalarda yorulmadan çalışan herkesi selamlıyorum. Mülteci çalışmalarımız, PCS’nin ön saflarda yer alan üyelerinin reaktif hükümet politikalarına bir alternatif sunmak üzere yürüttüğü çalışmaların sadece sonuncusudur.
Bir kadının işi asla bitmez: Kız kardeşlerim, mücadele edilecek bu kadar çok adaletsizlik ve eşitsizlik varken dinlenemeyiz.
Lynn Henderson PCS’nin kıdemli ulusal görevlisidir.
Çeviren: Sarya Tunç
Evrensel / 05.11.23