Türkiye ile Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında imzalanan mutabakat muhtırasının yankıları ve Türkiye’nin Libya’ya asker gönderip göndermeyeceği, Arap Dünyası’nda geniş bir şekilde tartışılmaya devam ediyor. Özellikle Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin desteklediği General Halife Hafter’in başkent Trablus’a yönelik operasyon başlatmasından sonra gözler Türkiye’ye ve Türkiye’nin Fayiz es Serrac hükümetine destek için müdahalede bulunup bulunmayacağına çevrilmişti.
Geçtiğimiz hafta birçok Arap gazetesinde konuyla ilgili köşe yazıları ve analizler yayımlandı. Bazı tanınmış Arap yazarların, Türkiye’nin Libya’ya müdahalesinin ‘sonuçları ne olursa olsun bedelinin ağır olacağını’ vurgulaması dikkat çekti. Türkiye’nin Libya’ya askeri olarak müdahale etmesi durumunda, Rusya ile karşı karşıya gelme ihtimali de tartışılan konuların arasında.
Öne çıkan yorumlar şöyle:
‘Rusya’ya bir meydan okuma mı?’
“Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki rutin telefon görüşmeleri, Rusya ile Türkiye arasında alenileşen ihtilafları ve Rusya’nın Türkiye’nin Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne destek için asker göndermesinden duyduğu endişeyi gidermede başarılı olamadı.
Uzmanlara göre, Türkiye’nin Libya’ya müdahalesi, Libya Ulusal Ordusu’nun yanında durduğu belirtilen -bunu açıktan kabul etmese de- Rusya’ya karşı bir meydan okuma niteliğinde. Bu meydan okuma da, iki ülke arasındaki ilişkilerde başta Suriye olmak üzere başka konularda gerginlik yaratabilir.
Yine analistler, iki ülkenin Suriye’dekine benzer bir dönem içerisine girmelerini de uzak bir ihtimal olarak görmüyor. Zira orada Türkiye öncelikli gündemini Rusya’ya teslim etti. Rusya’nın, Türkiye’nin Libya’ya askeri olarak müdahale etmesi konusunda endişesini dile getirmesi ise Ankara’ya bir uyarı niteliğinde.” (Al Arab gazetesi)
‘Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesi olası görünmüyor’
“Libya’da durumun karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hal alması, Libya sahasındaki oyuncuların çokluğu ve Libya’nın yeraltı kaynakları bakımından zengin olmasından kaynaklanıyor. Bunun yanı sıra Libya, Avrupa’ya yönelik yasa dışı göç yolları açısından önemli bir konuma sahip.
NATO’nun eski lider Muammer Kaddafi’yi devirmek için yaptığı müdahalenin üzerinden sekiz sene geçmesinin ardından, Libya bugün siyasi açıdan ikiye bölünmüş, yönetim için çekişen iki taraf var. Ülkede ne bir siyasi rejim ne de merkezi bir otorite bulunuyor. Tarafların biri, uluslararası alanda tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti ve merkezi Trablus’ta bulunuyor. İkinci taraf ise Libya’nın doğusunda yer alan ve Abdullah es Sani’nin başkanlığındaki Libya geçici hükümetidir. Bu hükümeti ise Tobruk’taki Temsilciler Meclisi ve Libya Ulusal Ordusu desteklemektedir. Libya Ulusal Ordusu, düzenli bir ordu ve Libyalı eski askerlerden oluşuyor. General Halife Hafter komutasındaki bu ordu, 2014 yılında başkent Bingazi’yi oradaki milis güçlerden temizlemek için Onur operasyonunu başlatmıştı.
Libya krizi, aktif rol oynayan bölgesel ve uluslararası tarafların varlığı nedeniyle Suriye krizine benzemektedir. Bu oyuncular da Libya’nın geleceğinde rol oynamaktan vazgeçmeyi göze alamaz. Zira Libya’nın geleceği doğrudan Rusya, ABD ve Avrupa’nın geleceğine etki eder. Bunun yanı sıra bölgedeki Arap ve diğer ülkelere de etki etmektedir. Libya’nın ekonomik geleceği başta Avrupa olmak üzere dünya ekonomisiyle ilişkili. Bu yüzden herkes Libya kriziyle ilgileniyor.
Türkiye’nin Serrac hükümetiyle yaptığı anlaşma üzerinden Libya krizine müdahil olması durumu pek değiştirmiyor. Halife Hafter’in yürüttüğü operasyon bölgenin haritası üzerinde de etkili olacak. Türkiye’nin Serrac hükümetinin yanında savaşmak için Libya’ya asker göndermesi ise şimdilik pek olası değil. Sadece binlerce radikal savaşçının Suriye’den Libya’ya gitmesi için işleri kolaylaştırabilir.” (Aişe El Merri / BAE El İttihad gazetesi)
‘Türkiye Libya’ya asker gönderirse ne olur?’
“Türkiye’nin Libya’ya yönelik olası askeri müdahalesi durumu daha da karmaşık hale getirir. Ayrıca bu durum, Türkiye’nin bölgesel güçlerle daha fazla çekişmeye girmesine yol açar ve ülke içine olumsuz yansır. Trablus hükümetiyle yaptığı anlaşmadan dolayı Türkiye’nin tutumunun uluslararası meşruiyeti var ama söz konusu hükümet, Mısır, Suud ve BAE destekli Hafter ile çekişmede güç dengesi açısından zayıf taraftır.
Türkiye’nin Serrac hükümetine olan desteği şu ana kadar dikkat çekmiyordu ve ilgili devletlerden siyasi açıdan ciddi bir tepkiye neden olmuyordu. Ancak şu an askeri müdahale seçeneği masada duruyor. Bu seçenek her ne kadar şimdiye kadar açıklamalarla sınırlı kaldıysa da bu, askeri müdahalenin olabilirliği ve meşruiyetinin ilanıdır.
Ancak Türkiye yönetimi bu açıklamaları fiiliyata döküp, askeri güç göndererek –sınırlı da olsa- müdahalede bulunursa, göz ardı edilemeyecek bir bölgesel güç olduğunu ispatlamış olacaktır. Ancak bu askeri gücün Libya’da olması, onu sonuçları önceden kestirilmeyecek bir güvenlik riskiyle karşı karşıya bırakacaktır.” (Bekir Sıtkı / Kuds El Arabi gazetesi)
‘Asker göndermenin bedeli çok ağır olur’
“Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Fayiz es Serrac ile İstanbul’da görüşmesinden bir hafta sonra, bir gazetecinin Türkiye’nin Libya’ya müdahil olmasının sebeplerini sorması üzerine, “Meşruiyeti korumak için müdahil oluyoruz, Halife Hafter Libya’nın meşru lideri değil. Uluslararası meşruiyeti olan Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin aksine, Hafter gayrı resmi bir oluşumu temsil ediyor” dedi.
Erdoğan’ın bu açıklamaları, birçok kesime Suudi veliahtı Muhammed Bin Selman’ın Yemen’e yönelik Kararlılık Fırtınası’nı başlatmak için ortaya koyduğu gerekçeleri hatırlatıyor.
Türkiye’nin Libya’ya askeri müdahalesi için ortaya konan bu gerekçelerin, birçok kesim açısından inandırıcı olacağını düşünmüyorum. Çünkü Türkiye’nin, Trablus’taki ‘yasal’ olan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne destek ve Hafter güçlerinin başkent Trablus’u kontrol altına almasını engellemek için asker ve teçhizat göndermesinin –sonuç ne olursa olsun- bedeli çok ağır olur.” (Abdulbari Atvan / Rai Al Youm gazetesi)
‘Lübnan’da sokak, Hassan Diyab’ı reddetti’
Geçtiğimiz hafta Arap dünyasındaki en önemli gelişmelerden biri de, Lübnan’da yeni hükümetin kurulması için Hassan Diyab ismi üzerinde mutabık kalınması oldu. Eski milli eğitim bakanlarından Diyab’ın yeni hükümeti kurmak için görevlendirilmesi, sokakta olumsuz tepkiyle karşılaştı.
“19 Aralık günü, ülkedeki siyasi tabakanın bir bütün olarak birkaç hafta boyunca işi yokuşa sürme ve aldatmaya dayalı tutumundan sonra parlamentoda yeni hükümetle ilgili istişareler başladı. Bu istişarelerden sonra Necip Mikati hükümetinde görev yapmış eski milli eğitim bakanı Hassan Diyab’ın yeni hükümeti kurmakla görevlendirilmesi kararlaştırıldı. Yeni hükümeti kurmak için Hassan Diyab’ın görevlendirilmesi, parlamentonun bu saçma adımını isyan hareketinin bitirilmesi ve kotaya dayanan hükümet sisteminin devam ettirilmesi çabası olarak gören sokaklarda tansiyonu tekrar yükseltti.
Hassan Diyab, Beyrut Amerikan Üniversitesi’ndeki idari görevinin yanı sıra mühendislik fakültesinde de öğretim görevlisi. 136 sayfalık Narsist özgeçmişine bakıldığında, öyle görünüyor ki Lübnan Devleti’nden geriye kalan aşınmış mekanizmayı yönetmede kendine oldukça güveniyor.
Diyab karşıtı kampanya, parlamentodaki istişareler bitmeden önce Hassan Diyab’ın şeffaflığı ve akademik kişiliğinden şüphe duyan vatandaşlar ve de eski özellikle öğrencileri ile tanıdıkları tarafından başladı.” (Makram Rabah / Lübnan El Modon internet gazetesi)
Gazete Duvar / 23.12.19