Adana Mutabakatı Erdoğan’ı Şam’a taşır mı? - Fehim Taştekin

Adana Mutabakatı’nın Türkiye’ye Suriye’de asker bulundurma hakkını verdiği savı tek taraflı bir iddia. Rusya tartışmalı bir mutabakatla Türkiye’yi kendi oyununa dâhil ederken bir ucu Akdeniz’deki enerji savaşına kadar giden hesaplar güdüyor.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 29 Ekim 2019
  • 10:38

Türkiye’nin “Barış Pınarı Harekâtı” ile Suriye’nin kuzeyinde kontrol ettiği alanlara yeni bir halka eklenirken 1998 Adana Mutabakatı temelinde yeniden Şam’la köprüleri kurup kuramayacağı tartışılıyor. 

Adana Mutabakatı, ilk olarak 23 Ocak’ta Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin tarafından Moskova’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı ağırlarken gündeme getirilmişti. İlk etapta amaç Türkiye’nin ABD ile Fırat’ın doğusunda tampon bölge kurma planlarını bertaraf etmekti. Mutabakatın çalıştırılması önerisi, nihayetinde 22 Ekim’de Soçi’de iki ülke arasında imzalanan mutabakat muhtırasına girdi. İki ülke arasındaki sorunlara bir çözüm yolu olarak Adana Mutabakatı’nın işletilmesi önerisi, Soçi mutabakatının dördüncü maddesinde bir taahhüde dönüştü: “Her iki taraf Adana Anlaşması’nın önemini teyit eder. Rusya Federasyonu mevcut koşullarda Adana Anlaşması’nın uygulanmasını kolaylaştıracaktır.” Sınırın 10 kilometre derinliğinde Türk-Rus ortak devriyesinin kararlaştırılmasında da Adana Mutabakatı geniş bir yorumla meşrulaştırıcı zemin olarak kullanıldı.

Ancak Putin, Türk-Amerikan ortaklığını önlemek, El Bab tarafında 55 kilometre derinlik kazanan Türk askeri varlığını beş kilometreye kadar geriletmek ve nihayetinde Ankara-Şam ilişkilerini normalleştirmek için Adana Mutabakatı’nı öne sürerken Erdoğan, bunu askeri müdahale için meşruiyet metni olarak kullanmaya başladı. Yani mutabakatla Putin’in varmak istediği yerle Erdoğan’ın istikameti arasında tezatlık var. Ayrıca Türk tarafı Adana Mutabakatı temelinde askeri müdahalelerin kaçınılmaz olduğunu göstermek için “Suriye rejimi Adana Mutabakatı'ndaki yükümlülüklerini yerine getiremiyor” argümanını kullanıyor. Suriye tarafı beş kilometrelik alanda bile Türkiye’nin askeri varlığını “işgal ve istila” olarak görürken mutabakatı gündemine almıyor.

Niyetler bir kenara, mutabakatın içeriği ve uygulanabilirliği çok tartışmalı. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasından 11 gün sonra, 20 Ekim 1998’de imzalanan Adana Mutabakatı’nda, PKK'nin terör örgütü olarak kabul edilmesi, eğitim kamplarının kapatılması, örgütsel ve ticari faaliyetlerine son verilmesi, yakalanan militanların yargılanması ya da teslim edilmesi, PKK liderlerinin Suriye üzerinden başka ülkelere seyahat etmelerinin önlenmesi öngörülüyordu. Ayrıca alınacak önlemleri belirlemek üzere iki ülke arasında ortak telefon hattı, çalışma grupları ve ortak mekanizmaların kurulması isteniyordu.

Bu mutabakatın beş maddelik metninde Türkiye’nin sınırdan içeriye beş kilometre girebileceğine dair bir hüküm yok. Türkiye’de siyasetçiler ve yorumcular, beş kilometrelik derinlikte müdahale hakkını, tarafların deklare etmediği gizli bir maddeye dayandırıyor. Gizli maddelerle ilgili muğlaklık ya da bilinmezlik sürerken ortaya çıkmış tek metin, dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in Avrupa Komisyonu Başkanı Jacques Santer’a gönderdiği 22 Ekim 1998 tarihli bilgilendirme yazısı. Bu yazıda, Adana Mutabakatı’nın “dördüncü eki” olarak zikredilen bir bölümde basitçe şu ifade geçiyor: “Suriye tarafı, mutabakatta belirtilen gerekli önlemleri almaması ve güvenlikle ilgili sorumluluklarını yerine getirmemesinin Türkiye’ye, Suriye topraklarının beş kilometre derinliğinde gerekli güvenlik önlemleri alma hakkını verdiğini kabul eder.”

Teknik olarak da bunun bir anlaşma mı yoksa irade veya niyet beyanı mı olduğu tartışılıyor. Türk tarafında Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Uğur Ziyal, Suriye tarafında Siyasi Güvenlik Başkanı Tümgeneral Adnan Badr El Hasan tarafından imzalanan Adana Mutabakatı, hükümetlerin ya da meclislerin onayından geçerek devletlerarası bir anlaşma niteliği kazanmadı. Hatta kimileri bunu sadece “toplantı tutanağı” olarak okumaktan yana. 

Aynı konuda iki ülke arasında çok daha ciddiyet arz eden başka bir belge var: Mutabakatı geliştirmek için Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim 21 Aralık 2010’da Adana’da 23 maddeden oluşan Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması’nı imzaladı. Bu anlaşma, hükümet ve meclisin onayından geçtikten sonra 26 Nisan 2011’de yürürlüğe girdi. Yani anlaşma, referans gösterilen Adana Mutabakatı’nın yerini aldı. Geçerlilik süresi üç yıl olan ve taraflardan birinin çekilmemesi halinde üçer yıllığına kendiliğinden uzayan anlaşma, Suriye’de olaylar patlak verince kadük kaldı. Üstelik Suriye’nin PKK’ye karşı önlem almasını şart koşan Türkiye, Suriye’deki isyanı besleyecek şekilde sınırlarını silah ve militan geçişlerine açtı. Şam’ın bakışına göre sekiz yıldır anlaşmayı ağır bir şekilde ihlal eden taraf Türkiye.

Anlaşma, Adana Mutabakatı’nda olduğu gibi PKK ve uzantılarının Suriye topraklarını kullanmalarına, kamp, eğitim merkezi ve diğer tesisler kurmalarına, militan ve silah tedarikine, kaçakçılık ve ticaret yoluyla terör finansmanına müsaade edilmeyeceğini öngörüyor. Ancak burada da Türkiye’ye tek taraflı müdahale hakkı tanınmıyor. 

Adana Mutabakatı’na gönderme yapılarak ortak mekanizmalar ve çalışma gruplarının kurulmasını öngören anlaşmadaki en kritik husus yedinci maddede yer alıyor: “Taraflar gerektiğinde ortak operasyonlar gerçekleştirme olanaklarını araştıracaklardır.” Bu madde tek taraflı değil ortak operasyondan bahsediyor.

İster mutabakat isterse anlaşma çerçevesinde olsun, sınırlarla ilgili alınacak önlemler iki ülkenin ilgili birimleri arasında koordinasyona geçmesini gerektiriyor. Rusların varmak istediği yer de burası: Türkiye’nin Suriye’yi muhatap alması, temasa geçmesi ve birlikte çalışma yürütmesi. Bunun adı “Şam’la barış”.

PKK’yi hedef alan Adana Mutabakatı’nın şimdi Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) uyarlanması konusunda da taraflar arasında tutum farklılığı söz konusu. Suriye yönetimi, Adana Mutabakatı ile PKK’yi terör örgütü olarak kabul etmişken YPG’ye karşı aynı yaklaşım içinde değil. Moskova da Şam’la aynı çizgide. ABD ile ortaklıkları nedeniyle “bölücü” suçlamasını yöneltse de Şam yönetimi, Rusya’nın arabuluculuğundaki olası müzakerelerde YPG’yi orduya entegre etme ihtimalini dışlamıyor. 

Mutabakat bir kenara, hâlâ geçerli olan 2010 anlaşmasının bugünkü duruma uygulanıp uygulanmayacağı da soru işareti. Şam ve Ankara’nın mevcut krize ve çözüm yoluna bakışları birbirine zıt. Ancak yorum ve uygulamada ortaya çıkacak ihtilafın çözümü için belirlenen yol da anlaşmanın 19’ncu maddesinde açıkça gösteriliyor: “Herhangi bir ihtilaf, üçüncü tarafa başvurulmaksızın, taraflar arasında gerçekleştirilecek doğrudan müzakerelerle dostane çözüme kavuşturulacaktır.” Yani anlaşma karşılıklı diyaloğu şart koşarken Rusya gibi üçüncü bir tarafa da gereksinim bırakmıyor. 

Adana Mutabakatı’yla ilgili “ne inkâr ne de teyit” siyaseti güden Suriye yönetimi, Putin’in meseleyi gündemleştirmesinin ardından, 26 Ocak’ta, mutabakatın devreye sokulmasının koşulunu şöyle açıklamıştı: “Sınırların eski durumuna dönmesi, teröristlerin desteklenmesi, silahlandırılması ve eğitilmesine son verilmesi, silahlı güçlerin Suriye’de işgal ettikleri yerlerden çıkartılması halinde iki ülke anlaşmayı etkinleştirebilir.” Yeni gelişmeler ışığında Şam esneyebilir mi? Belki ama henüz bir işaret yok. 

Ruslar anlaşmanın uygulanabilirliğine dair sorunların farkında olmalılar ki bunun güncellenmesi gerektiğini söylüyor. 

Mutabakatın çapa olarak kullanılmasındaki siyasi-ekonomik hesaplara gelince, siyaset bilimci ve Rusya uzmanı Aydın Sezer bu konuda, “Mesele, anlaşmanın kendisi değil Rusya’nın Şam-Ankara ilişkilerinin normalleşmesi için bunu referans almasıdır. Rusya artık acilen Erdoğan’ı Beşar El Esad'la barıştırarak, İran'ın etkisini kırmak istiyor” diyor. 

Al-Monitor’a konuşan Sezer, Rusya’nın mutabakata atıf yapmak suretiyle Suriye ordusunu sınırlara çıkarmanın yanı sıra Suriye’nin yeniden inşası ve Akdeniz’deki enerji rekabetinde Türkiye’yi kendi planlarına dâhil etme amacı güttüğünü söylüyor: “Biz Rusya için daha elverişli bir ortağız. Suriye'nin yeniden imarında siyaseten Rusya'nın eli çok güçlü ama Türk müteahhitlerini ve ürünlerini kullanmadan bir şey yapamaz. O yüzden hep bu havucu gösteriyor. Çin ile rekabet şansı ancak bizim sayemizde mümkün. Bu nedenle önümüzdeki süreçte Erdoğan’ın fırsatlara odaklanmasını sağlamaya çalışacaktır. Türkiye ekonomisinin içerisinde bulunduğu açmazdan çıkış olarak bu yolu gösterecektir. Bu nedenle Esad ile barışa giden yolun taşlarını döşüyor. Şimdi Soçi Mutabakatı ile Fırat’ın doğusunda Esad ile yeniden komşu olduk. Bunun yanı sıra Rusya, Suriye'deki ağırlığını kullanarak Doğu Akdeniz’de etki alanını genişletmeyi hedefliyor. Akkuyu nükleer santrali için verdiğimiz özel liman ve denizcilik imtiyazları çerçevesinde bölgede Türkiye ile Suriye arasındaki işbirliğinin gelişmesini de hedefliyor. Türkiye ile yapacağı doğalgaz ve petrol aramaları bu işin ‘havuç’ tarafını oluşturuyor. Rusya, Kıbrıs’taki Batı varlığından rahatsız. Enerji alanında da Doğu Akdeniz kaynaklı bir rekabeti önlemeye çalışıyor. Türkiye bu konuda hem Mavi Akım hem de Türk Akımı projeleriyle çok güvenilir bir partner.”

Türkiye’de muhalefet partileri de Şam ile barışın yolunu açıp Türkiye’yi bataklıktan çıkartması bakımından Adana Mutabakatı’nın kullanışlı bir çapa olabileceğini düşünüyor ve hükümeti bu konuda teşvik ediyor. Fakat Erdoğan, Putin’le sağladığı Soçi mutabakatına rağmen ABD-NATO oyun planından tam olarak kopmuş değil. Belki taraflar günün sonunda lafı Adana Mutabakatı’yla açıp masadan mevcut duruma yanıt veren yeni bir anlaşmayla kalkacak. İllâki olacak ama zaman meselesi.

Al-Monitor / 28.10.19