BM kürsüsünde elde bir ‘taksim haritası’; Menbic’ten Dicle sınırına kadar 32 km derinliğinde Suriye’nin kuzeyini çevireceğim diye hedef koyuyor. Bu birinci etap. İkincisi, Deyr el Zor ve Rakka’ya kadar Fırat hattına kadar inip toplamda 2 milyon mülteciyi yerleştirecek şekilde “İskan edeceğim” diyor. Başka bir ülkenin toprağı üzerine böylesine “işgal ilanı” yazılmamıştır. İlgili tarafların aklına “Sıradaki ilan ilhaka dair mi” sorusu düşüyor. Ve devlet kurumlarıyla, muhalefetiyle, medyasıyla, halkıyla bütün bir ülke planın arkasında saf tutuyor. “Bu terörle savaştır; aksini söyleyen vatan hainidir” tehdidiyle herkesi hizalıyor.
Kontrolsüz cesaretin gözleri kör ettiği başka bir şey daha: Eski El Kaideciler, bilumum cihatçılar, Selefiler, İhvancılar, ganimet avcıları, yağmacılar, mezhepçiler, MİT güdümlüler ve 3-5 dolar maaşa mahkum edilmiş çaresizlerden müteşekkil milisleri “Suriye Milli Ordusu” diye sıvayıp, “Bu toprakların gerçek sahipleri” diyerek sahaya sürüyor. Suriye Gelecek Partisi Başkanı Hewrin Xelef’in öldürülmesi gibi işlenen suçlar Türkiye Cumhuriyeti’nin hesabına yazılıyor. Türk medyası çarpıtsa da karartsa da olup biteni dünya alem izliyor.
Zehirleyici özgüven patlamasına rağmen karargâhtaki hesap sahada tutmuyor. Beklendiği üzere Rusya hiç vakit kaybetmeden müdahaleyi fırsata çeviriyor; Kürtlerle Suriye yönetimini masaya oturtuyor; Suriye ordusu ile Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) sınırları birlikte kontrol etmesini öngören mutabakatı sağlıyor. Bu hamleyle Erdoğan’ın elindeki harita bir imkânsızı görüyor.
Kürtlerin Esad yönetimine el vermesi ve Suriye ordusunun Fırat’ın doğusuna intikali, Washington’ın bölgedeki siyasetini inşa eden Amerikan kurulu düzenini yerinden zıplatıyor. Tabii Trump’ın kurumsallaştıramadığı şahsi çizgisi açısından sorun yok. Nitekim yaraya tuz basan tweetler atıyor:
“Bırakın, Suriye ve Esad, Kürtleri korusun ve kendi topraklarını korumak için Türkiye ile savaşsın… Kürtleri korumak için Suriye’ye yardım etmek isteyen varsa bana uyar; bu, Rusya, Çin ya da Napolyon Bonaparte olabilir!”
Fakat baş döndürücü gelişmeler, Washington’daki siyasete alev topu gibi dalıyor. Kongre’deki azil sürecinde tek ayak üstünde duran Trump’ın öteki ayağına da Suriye kurşunu hızla ilerliyor.
Evvela “Türkiye harekete geçecek. ABD operasyonu desteklemeyecek. Amerikan güçleri bu bölgelerde artık bulunmayacak. IŞİD savaşçılarından Türkiye sorumlu olacak” diyerek operasyona yol veren Trump, şimşekleri üzerinden Türkiye’ye yönlendirecek paratoner taktiğine başvuruyor. İki bakanlık ve üç bakanı yaptırım listesine ekledikten sonra hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem SDG Komutanı Mazlum Abdi ile görüşüyor. Erdoğan’dan ateşkes ve Kobani’ye saldırmama garantisi istiyor. Yardımcısı Mike Pence’i, kendilerinin ifadesiyle, “İşgale son verilmesi, ateşkes ilan edilmesi ve Kürtlerle müzakereye girilmesini temin için Türkiye’ye gönderiyor.”
Erdoğan’ın buna ilk yanıtında kararlılık hakim: “Menbic’ten Irak sınırına kadar olan bölgeyi güvenli hale getireceğiz. Sığınmacıların dönmelerini temin edeceğiz.”
Ama durum daha da ciddiye biniyor. Kongre üyeleri, Trump’ın geçiştirme yaptırımlarıyla yetinmeyip ilave yaptırımlar için ısrar ediyor. Senatörler Lindsey Graham ve Chris Van Hollen’in tasarısı tedbir konulan üç kişinin yanına Erdoğan, yardımcısı Fuat Oktay, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak ve Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ı da ekliyor. Türk ordusuna silah, mühimmat, malzeme ve teknolojik destek sağlayanlara yaptırım öngörüyor. S-400 nedeniyle Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) kapsamında yaptırımlar da devreye giriyor.
Bu arada Erdoğan’ın savuşturduğunu düşündüğü Halk Bank iddianamesi zembille iniyor. Erdoğan’ın Amerikan cephesindeki fırtınaları Trump’a bel bağlayarak atlatamayacağı netlik kazanıyor.
Şimdi Trump’ın 20 mil sözünü hatırlatarak, “Bunların hepsi bilgisayar kayıtlarımızda var” diyor. Trump’ın “Çizilen çerçevenin aşılması halinde…” diyerek tehditlerine dayanak yaptığı o mutabakat her neyse Erdoğan’ı indiği kuyunun dibinde bırakacağa benziyor.
Yetmedi; AB’den silah satışını durduranların listesi Finlandiya, Fransa, Hollanda, Norveç, Almanya, İngiltere ve Çekya ile uzuyor.
NATO zemini kaybediliyor.
Arap Birliği, koltuğunu gasp edip muhaliflere verdiği Suriye’ye arka çıkıp Türkiye’ye “işgalci” diyor.
“Barış Pınarı, IŞİD’e hayat suyu” diyenlerden Erdoğan’ı Lahey’e göndermekten bahsedenlere kadar geniş bir karşı cephe şekilleniyor.
Türk diplomasisinin bu kadar çakıldığı bir durum dünya savaşlarında bile görülmemişti.
***
Sahaya dönersek; Erdoğan, Amerikan askerlerinin çekilirken yerlerini Türkiye’ye bırakacağı hesabını yapıyordu. Boşalan üslere Rusya ve Suriye ordusu yerleşiyor. Aynı şekilde Erdoğan, Kürt-Şam diyaloğunun sonuç vermesi üzerine Putin’le olan özel diyaloğunu kullanarak Suriye ordusunun Menbic ve Kobani gibi yerlere girmemesini temin etmeye çalıştı. Amerikalılar çekilirken Menbic’te kent merkezine Rus askeri polisi, çevresine Suriye ordusu konuşlandı. Secur nehri kıyısına yığılmış İslam Ordusu gibi vekil güçlerin salvoları da sonuç vermedi.
İki yıldır Menbic’e girmek için tehditler eşliğinde Amerikalılarla müzakere eden Erdoğan, sonunda “Menbic’e rejimin girmesi benim için çok çok olumsuz değil. Niye? Sonunda bunların kendi topraklarıdır” diyecek noktaya geldi. 14 Ekim’de Rusya ve ABD ile görüştüklerini belirtip “Kobani’de sıkıntı olmayacağa benziyor” diyordu. 36 saat sonra “Kobani’ye saldırmak gibi bir hedefimiz yok” diyerek elindeki haritaya bir çizik daha attı.
***
Amerikalıların yeşil ışığı ve Rusların muğlak rızasına göre bina edilmiş harekat planı, Türkiye’yi belalı bir labirente çekiyor. Buna bir öngörü olarak evvelki yazımda ‘bataklık senaryosu’ demiştim.
Elbette önce fetihle kitleleri silahlı kıtaları coşturup sonra “Menbic, Suriye toprağıdır” dedirten bu hesapsızlık yarın başka şeyleri de söyletecektir. Fetihçi macera hezimetle sonuçlandığında da yüksünmeden diyecekleri belli: “Amacımız terör örgütünün kontrolüne son vermekti. Suriye ordusunun gelmesiyle amaç hasıl oldu, toprak bütünlüğü sağlandı.”
Yine de “Osmanlı’da oyun bitmez” sözünü haklı çıkartacak şekilde bozucu ve yıkıcı aktör olmayı sürdürebildikleri yere kadar sürdüreceklerdir.
“Girdiğimiz yerler kârdır, yedeklediğimiz Milli Ordu karttır” mantığıyla çoklu pazarlık masalarına oturulacaktır:
“Suriye’den çıkmamızı istiyorsanız Kürtlere statü vermeyeceksiniz” denilecektir.
“Suriye’den çıkmamızı istiyorsanız Suriye Milli Ordusu’nu da kabul edeceksiniz” diye dayatacaklardır.
Bunu “Suriye’den çıkmamızı istiyorsanız Suriye’nin yeniden inşasında bize de pay vereceksiniz” talebi izleyecektir.
Kuşkusuz Türkiye’nin askeri müdahalesi, Amerikan güçlerinin çıkışını hızlandırması, Suriye ordusunun tekrar bölgeye intikal etmesi, Kürtlerin elinin zayıflaması ve özerklik projesinin tehlikeye girmesi bakımından Suriye devletinin hanesine yazılan kazanımlardır. Suriye lideri Beşşar el Esad için bu, 2011’den beri Türkiye’nin yapıp ettiklerine karşılık küçük bir diyet sayılır.
Rusya bundan sonra sahada Kürtlerin zor durumunu ve Türkiye’nin çıkmazını kullanarak vaziyeti yeni bir dengeye taşıyacaktır. O dengede muhtemel senaryo, taraflara mutlak zafer ya da yıkıcı hezimet duygusu yaşatmadan Amerika’yı tamamen oyun dışı bırakacak ve Suriye devletini selamete taşıyacak ihtiyatlı bir çizgi izleyecektir. Muhtemelen Türk askeri varlığını şimdilik Tel Ebyad (Grê Sipî) ve Ras’ul Ayn (Serekaniye) ile sınırlandırıp müzakerelere dönülmesini önceleyeceklerdir.
Rusya, Suriye ordusunun bölgeye sokulması sürecini hem Türkiye hem ABD ile irtibatta kalarak yürütüyor. Amaç hem istenmeyen karşılaşmalarla Amerikalıların çekilme kararını bozdurmamak hem de Türkiye ile Suriye ordularını karşı karşıya getirmemek. Ruslar bu sigorta işleviyle dört tarafı da kendisine bağlıyor.
Suriye ordusu Fırat’ın doğusunda konuşlanmaya devam ederken Ruslar, SDG’nin Suriye ordusuna 5’inci kolordu olarak eklemlenmesi, Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Federasyonu’nun geleceği, enerji kaynaklarının paylaşımı, sınır kapılarının kontrolü gibi konularda müzakerelere arabuluculuk edecektir.
Kürtlerle müzakere Türkiye’nin en koyusundan kırmızı çizgisi. Rusya eğer Kürtlerle Suriye devleti arasında ‘uyumlu’ bir ortaklık yakalarsa sıra diğer hamlelere gelecektir:
– İdlib’deki cihatçı bakiyeyi temizleyecek operasyona SDG’nin de katılması gündemde. Kürtler böylesi bir ortaklığı Afrin’in kurtarılması ve özerkliğin garanti edilmesi şartına bağlıyor.
– İkincisi Adana Mutabakatı’nı kullanarak Türk askeri varlığının sınır hatlarına doğru geriletilmesi.
Ruslar, Suriye stratejisini başarıya ulaştırmak için Trump’ın şamarlarıyla serseme dönen Arap dünyasını da kazanmaya çalışıyor. Bütün bu gelişmeler yaşanırken Putin, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) turundaydı. Arap Birliği cephesi Şam’la ilişkileri normalleştirme niyetini Amerikan baskısı yüzünden askıya aldı. Yeni gelişmeler oradaki freni de devre dışı bırakabilir.
Süreç ABD’de Amerikan askeri varlığının korunması konusundaki artan baskıya Trump’ın direnip direnmeyeceğine, Türk-Amerikan cephesindeki gerilimin istikametine, Şam’ın Kürtlerin talepleri konusundaki esnekliğine, bu arada Ankara’nın Kürtlerle diyalogu sabote etmek için Şam’la doğrudan diyaloğa geçip geçmeyeceğine bağlı.
Türkiye, ABD’nin arabuluculuğunda Türk-Kürt diyaloğuna mevcut pozisyonuyla kapalı. Rusların Şam-Ankara köprüsünün yeniden kurulması teklifine ise göz kırpılıyor. Burada kışkırtıcı faktör Kürtlerin Şam’la teması. İddiayı büyüterek soralım: Ruslar Türkiye, Suriye ve Kürtler arasında üçlü bir diyalog mekanizmasına öncülük edebilir mi? Müşterek Hareket Merkezi kurulurken Türkiye ve ABD arasındaki masada Kürtler görünmez üçüncü koltuktaydı. Zor ama “Zinhar olmaz” demek de zor. Gecesi gündüzünü tutmayan Suriye sahnesinde büyük laf insanı utandırır. Kimin nerede nasıl çelme yiyeceğini oyun kurucuların bile öngöremediği bir sahne burası.
Gazete Duvar / 17.10.19