Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’in dün 6 saati aşan görüşmesinden çıkan ‘muhtıra’ kuşkusuz Suriye krizinin en kritik dönemeçlerinden birini oluşturuyor.
Ankara açısından Kürtlerin liderliğindeki özerk yapılanmaya hayat hakkı tanımayan; Moskova açısından da Suriye devletinin yeniden bölgeye dönüşünü temin eden bir süreç, bu muhtıra ile ikinci fasla geçiyor.
İlk fasıl, ABD Başkanı Donald Trump’ın yeşil ışığıyla başlayan “Barış Pınarı Harekatı”yla Türkiye’nin Tel Ebyad (Gire Spî) ve Ras’ul Ayn’a (Serekaniye) girmesi; Suriye yönetimi ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında varılan mutabakatla Suriye ordusunun belli bölgelere yerleşmesi ve yine ABD’nin bastırmasıyla kabul edilen 120 saatlik ateşkesle SDG’nin çatışma bölgesinden çekilmesiyle yaşandı.
Kongre baskısı altında kalan Trump, ateşkesin bozulması ve harekâtın genişleyerek devam etmesi halinde yaptırımları ‘Demokles’in Kılıcı’ gibi sallamıştı. Erdoğan’a harekâtın geleceğini ve diğer bölgelerin durumunu belirlemek için Putin’in kapısına gitmekten başka çare kalmamıştı.
Muhtıra, harekât için deklare ettiği hedeflerle Amerikan yaptırımları arasında sıkışıp kalan, aynı zamanda Astana ortakları Rusya ve İran’la da karşı karşıya gelen Erdoğan’ı rahatlatan boyutlar içerse de esasen Rusya’nın Suriye sahnesindeki stratejisinin önünü açıyor.
***
Maddeleri teker teker ele alırsak durum şöyle:
Madde 1: “Her iki taraf Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğünün muhafazasına ve Türkiye’nin milli güvenliğinin korunmasına olan bağlılıklarını teyit ederler.”
Astana Mutabakatı’nın temelinde de bu var. Ancak Rusya ve İran, Türkiye’nin hareket tarzını Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğini tehdit eder nitelikte buluyordu. Taahhüt mutat olduğu üzere ilk maddede tekrarlanıyor.
Madde 2: “Terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle mücadele etme ve Suriye topraklarındaki ayrılıkçı gündemleri boşa çıkarma yönündeki kararlılıklarını vurgularlar.”
Bu madde daha çok Türkiye’nin dilini ve kaygılarını yansıtıyor. Rusya, ABD’yi Kürtleri ‘ayrılıkçı bir gündeme’ çekmekle eleştirse de Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) kesinlikle “terör örgütü” demiyor. Aksine Putin ortak basın toplantısında Türkiye’nin ısrarla karşı çıkmasına rağmen Kürtlerle sorunun Şam’la müzakerelerle çözülmesi gerektiğini vurguladı. Putin’in terör örgütü olarak gördüklerine de Erdoğan “Milli Ordu” muamelesi yapıyor. Bu madde görüşlerin değiştiği anlamına gelmiyor.
Madde 3: “Bu çerçevede, Tel Abyad ve Ras Al Ayn’ı içine alan 32 km derinliğindeki mevcut Barış Pınarı Harekatı alanındaki yerleşik statüko muhafaza edilecektir.”
Tel Ebyad ve Ras’ul Ayn’da kontrolün tanımlanmayan bir süre için Türkiye’de kalacak olması, Erdoğan’ın şimdilik en önemli kazanımı. Buradaki askeri varlığını bir çapa olarak kullanıp şartlarını dayatabilecektir. Rusya, “Barış Pınarı”nın devam ettiği sırada Suriye yönetimi ile SDG arasında mutabakat sağlarken bölgeye intikal etmeye başlayan Suriye ordusunu bu iki yerden uzak tutarak Türkiye ile olası karşılaşmayı önledi. Bu tutum statükonun korunabileceği ihtimalini doğurmuştu. Ancak bunun için Fırat’ın batısında Türkiye’den geri adım atmasını isteyeceği öngörülüyordu. İdlib meselesi konuşuldu ama içeriği henüz basına yansımadı. Bundan sonra Fırat’ın batısındaki süreç hızlanabilir. Dün Suriye lideri Beşşar el Esad’ın İdlib kırsalında askerleri ziyaret etmesi bir işaret fişeği sanki.
Madde 4: “Her iki taraf Adana Anlaşması’nın önemini teyit eder. Rusya Federasyonu mevcut koşullarda Adana Anlaşması’nın uygulanmasını kolaylaştıracaktır.”
Zurnaya ‘zırt’ dedirten maddelerden biri bu. Rusya epey zamandır Suriye ile Türkiye arasında ilişkileri yeniden tesis edip sahadaki çatışma dinamiklerini bitirmek için Adana Mutabakatı’nı basamak olarak kullanmak istiyordu. Bu mutabakat sonuç itibariyle Erdoğan’ın meşruiyetini tanımadığı Suriye yönetimiyle koordinasyonu gerektiriyor. Bunun devamında Şam’la el sıkışmak var. Rusya ilk kez bunu bir metne ve taahhüde dönüştürmüş oldu. Ancak bu mutabakatın içeriği ve uygulanabilirliği çok tartışmalı. İki tarafta da ‘uluslararası anlaşma’ niteliği kazanmamış olan bu mutabakatta Türkiye’nin sınırdan içeriye 5-10 km girebileceğine dair bir hüküm yok. “Anlaşmanın gizli maddelerinde var” deniliyor ama gerçekte ne olduğunu bilmiyoruz. Şam tarafı bu mutabakatı ağzına bile almıyor. Ayrıca mutabakatın yerini alacak şekilde 2010’da imzalanan ve 2011’de meclisten geçen ikili güvenlik anlaşması var. Bu teknik tartışmalardan ziyade Rusya’nın Türkiye’yi sahada sınırlandırmak ve Şam’la ilişkileri normalleştirmek için mutabakatı basamak yapması önemli.
Madde 5: “23 Ekim 2019, öğlen saat 12.00’den itibaren, Rus askeri polisi ve Suriye sınır muhafızları, Barış Pınarı Harekât alanının dışında kalan Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafına, YPG unsurları ve silahlarının Türkiye-Suriye sınırından itibaren 30 km’nin dışına çıkarılmasını temin etmek üzere girecektir. Bu işlem 150 saat içinde tamamlanacaktır. Aynı saat itibarıyla, mevcut Barış Pınarı Harekat alanı sınırlarının batısı ve doğusunda 10 km derinlikte Kamışlı şehri hariç Türk-Rus ortak devriyeleri başlayacaktır.”
Bu maddeyle Türkiye, Suriye ordusunu sınırlardan uzak tutma yönündeki angajman siyasetini terk etmiş oluyor. Suriye ordusunu sınırlara yaklaştırmama konusundaki tekrarlanan argüman “Suriye rejiminin meşruiyetini yitirdiği ve kendi toprak bütünlüğünü sağlayacak durumda olmadığı” yönündeydi. Bu maddeyle, Erdoğan, Suriye ordusunun sınırlarda kontrolü devralması yönündeki Rusya-İran yol haritasına gelmiş oluyor. Fakat YPG’nin 30 km’nin altına indirilmesi iddialı bir hedef. YPG/SDG zaten sınırları Suriye ordusuna bırakmayı kabul etmişti. Bu konuda bir çelişki yok. Ama Tel Ebyad ve Ras’ul Ayn dışındaki yerlerde 32 km çekilmeyi kabul etmediler. Rusya’nın bu taahhüdü nasıl ve ne şekilde gerçekleştireceği mühim bir konu. Amerikalı temsilci James Jeffrey’e göre Ruslar bunu başaramayacak. YPG/SDG’nin Suriye ordusuna “Beşinci Kolordu” olarak entegre edilmesi gibi bir plan da gündemde. Bu plan yürürse Türkiye, YPG’nin üniforma değişikliğiyle bölgede kalmasını sindirmek zorunda kalacak. Bu konunun nasıl müzakere edildiğini bilmiyoruz. Eğer YPG, Suriye ordusuna eklemlenecekse Türk-Rus ortak devriyesinin de muhatabı Suriye ordusu olacaktır. O vakit bu devriyenin anlamı da kalmıyor. Erdoğan İdlib’deki gibi burada da 12 kontrol noktası kurmayı umuyordu ama metne göre talep karşılık bulmadı.
Madde 6: “Münbiç ve Tel Rıfat’tan bütün YPG unsurları silahlarıyla birlikte çıkarılacaktır.”
Fırat’ın batısında yer alan Menbic’e zaten Rus askeri polis gücü ve Suriye ordusu intikal etti. Menbic’le ilgili böyle bir maddenin artık çok hükmü yok. Güvenliği zaten Menbic Askeri Konseyi sağlıyordu. Daha önce Ruslarla pazarlık konusu olsa da metne dökülmesi bakımından Tel Rıfat’la ilgili kısım yeni. Tel Rıfat, Afrin ile Menbic arasındaki koridordu. YPG 2018’de Afrin’i kaybederken Tel Rıfat hattına çekilmişti. Şimdi YPG’nin oradan da çekilmesi Afrin’e dönme çabalarına darbe olacaktır. Fakat YPG’nin Suriye ordusuna katılması senaryosu Menbic ve Tel Rıfat’ta da Türkiye’nin arzulamadığı sonucu getirebilir. Ki YPG/SDG ile ilgili yeni bir statü, Kürtlerin Afrin ve İdlib gibi yerlere Suriye ordusuyla birlikte gitmesi önerisini de içeriyor. Erdoğan’ın asla görmek istemediği bir ortaklık bu.
Madde 7: “Her iki taraf terörist unsurların sızmalarının önlenmesinin temini için gerekli tedbirleri alacaktır.”
İşin doğrusu 2012’den beri Kürtlerin elinde tuttuğu hatlar, Türkiye-Suriye sınırlarının en güvenli olduğu yerlerdi. Eğer çatışma mekaniği devreden çıkarılırsa sınırlar için dünyayı ayağı kaldırmaya da gerek kalmaz.
Madde 8: “Mültecilerin güvenli ve gönüllü şekilde geri dönüşlerini kolaylaştırmak maksadıyla ortak çalışma yapılacaktır.”
Erdoğan’ın kafasındaki güvenli bölge haritası bu muhtıra ile hükmünü yitirdi. Hesapta 32’ye 480 km’lik güvenli bölge kurulduktan sonra M-4 karayolunun altına inilecek ve 2 milyon sığınmacı tüm bu bölgelere taşınacaktı. Bu harita geçersiz kılındığına göre sığınmacılarla ilgili planlar da hepten hayal oldu. Mültecilerin geri dönüşünün mümkün olduğu tek seçenek savaşın bitirildiği, siyasi çözüme paralel istikrarın sağlandığı bir ortamdır. Türkiye 110 bin mevcuduyla “Milli Ordu” adını verdiği cihatçı-yağmacı kümeleri sahada tutarak ve El Kaide çizgisindeki örgütlere himaye sunarak bu istikrarı temin edemez. Bu, başlı başına çatışma dinamiğini canlı tutan bir yol. Fakat bu maddede ortak çalışmadan bahsedilmesi Rusya üzerinden Şam’ın da muhatap alınacağı kaçınılmaz seçeneğe yaklaşıldığı anlamına geliyor.
Madde 9: “Bu muhtıranın uygulanmasını gözetmek ve koordine etmek amacıyla müşterek bir denetim ve doğrulama mekanizması ihdas edilecektir.”
Rus-Türk koordinasyonunun işlerlik kazanması gel-gitlerle muhataplarını şaşkına çeviren ABD’yi daha da oyundan düşürebilir. Türk-Amerikan müşterek harekât merkezi, Ruslar ve İranlıların diken üstünde kalmasına neden olmuştu. Sıra Amerikalılarda.
Madde 10: “Taraflar Astana Mekanizması çerçevesinde Suriye ihtilafına kalıcı bir siyasi çözüm bulunması amacıyla çalışmalarını sürdürecek ve Anayasa Komitesi’nin faaliyetlerini destekleyecektir.”
Türkiye, Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ni temsilen herhangi bir ismin anayasa komitesine girmesine izin vermemişti. Bu, komitenin başarısızlığını garanti eden bir eksiklikti. Türkiye’nin bu tutumunu esnetmesi beklenmiyor. Ancak Rusya’nın ısrarıyla paralel bir süreç kaçınılmaz gözüküyor. Yani Şam’la diyalog yoluyla Kürtlerin sistem içine alınması yönünde bir süreç. Erdoğan bunu da sabote etmek için elinden geleni yapabilir. Aksi yönde bir emare yok.
***
Bu maddelere Kürtlerin yanıtı ne olacak? Dün hemen tepki vermek yerine değerlendirme yoluna gittiler. Ruslar Türkiye ile pazarlık yaparken Kürtlerle neyi ne kadar konuştular? Bundan sonraki süreç kent merkezlerindeki sivil yönetimleri ve yerel askeri meclislerini nasıl etkileyecek? Bunlar özerklik projesinin devamı olan kuruluşlar. Kamışlı’nın istisna yapılması bu konuda bir esnemeye işaret ediyor.
Kuşkusuz muhtıranın üreteceği sonuçlar SDG’nin tepkisine, Kürtlerin Suriye yönetimiyle vardığı mutabakatı ne kadar ilerletebileceklerine ve Amerikalıların yeni bir tutum takınıp takınmayacağına bağlı. Amerikalı yetkililer SDG ile çalışmaya devam edeceklerini söylüyor. Kürtler de hem ABD ile çalışmaktan hem de Suriye yönetimi ile diyalogda kalmaktan yana. Dengelerin nerede oluşacağı önem kazanıyor.
Türkiye’nin müdahalesiyle Kürtleri Şam yoluna döndüren Rusya bundan sonra İdlib’e odaklanıp ardından da Türkiye’yi muhtıranın ilk maddesine uygun davranmaya davet edebilir. Yani çok da acele etmeden “Çekilme sırası sende” diyecektir.
Gazete Duvar / 23.10.19