Önce bir not: Geçen yüzyılın başında, modern devleti kurarak parlamenter demokrasiye doğru yola çıkmış Aydınlanmacı ve bağımsızlıkçı bir Cumhuriyetin bayramı, onu yıkarak, parlamenter demokrasiden tamamen uzaklaşmış, emperyalizme bağımlı bir “Cumhuriyetin” sultası altında, “kutlandı”... Heyecanınızı paylaşmadığım için bağışlayın.
Bu sırada, “Büyük durgunluk” içinde ikinci isyan dalgası, küresel çapta (Lübnan, Irak, Şili, Ekvador, Haiti, Hong Kong, Londra...) “zamanın ruhunu” yeniden şekillendirerek yükselmeye devam ediyor. Bu konu artık dünya medyasının gündeminde, yorumcular, “Neden?”, “Nasıl?”, “Nereye doğru” sorularına cevap arıyorlar.
Muhafazakâr tarihçi Nial Ferguson The Times’taki köşesinde bu şöyle diyordu: “Geçmişteki büyük devrimci dalgaların ortak amaçları vardı. 1789’da Serbestlik, Eşitlik, Kardeşlik; 1848’de (ve 1989’da) ulusçuluğun baharı; 1917’de barış, toprak, ekmek; 1968’de savaşma seviş. Bugün dünyanın birçok yerinde patlak veren protestolarda böyle bir ortak tema bulamıyoruz.”
Financial Times’ta çok yazarlı bir analize göre bu isyanların ortak noktaları var: “Bunlar genellikle lidersiz isyanlar; örgütleri, ilkeleri, bir ‘Küçük Kızıl Kitap’la, ya da parti toplantılarında saptanmıyor, onun yerine sosyal medya da şekilleniyor. Bu isyanlarda halk, parti liderlerinin önderliğinde, merkez komitelerin tasarladığı sloganlarla değil ‘akıllı telefon’ mesajlarıyla toplanıyor, ‘hashtag’ler ile teşvik ediliyorlar”.
The Guardian’da Jack Shenker, sosyal medyanın rolünü kabul etmekle birlikte “bu protestolara finansal krizin çocukları önderlik ediyor” dedikten sonra ekliyor, “ekonomik, toplumsal ekolojik çöküş gençlerinin canına tak etti.”
Bu örnekleri çoğaltmak olanaklı. Sanırım UN Başkanı Antonio Gutteres’in, bu isyanlarla ilişkili olarak, “Liderler her yerde halkın gerçek sorunlarını dinlemeli, güven sorununa bir çare bulmalıdırlar” sözleri de “zamanın” şekillenmekte olan yeni “ruhunu” tanımaya yardımcı olacaktır.
İsyanları anlamaya çalışan yorumcuların hemen hepsi, gençlerin özellikle de lise ve üniversite eğitimli ancak iş ve gelecek garantisinden yoksun gençlerin çoğunluğu oluşturduğuna işaret ediyorlar. Dünya nüfusunun yüzde 41’inin 24 yaşın altında olması (Ortadoğu’da, yoksul ülkelerde bu oran yüzde 50’nin üstüne çıkıyor) da bu saptamayı destekliyor.
Bugün kapitalist uygarlık, çocuklarına, ekonomik, siyasi hatta ekolojik açılardan arzulanır bir gelecek vaat edemiyor. Buna karşılık internet, akıllı telefon, sosyal medya eğitimli gençler arasında yabancı dil bilenlerin yaygınlığı, bu kesimlerin hemen her yerde patlak veren ekonomik, toplumsal, ekolojik sorunlardan, felaketlerden, haksızlıklarda anında bilgilenmesini hatta ortak kaygılar ve duyarlılıklar, değerler geliştirmesini kolaylaştırıyor.
Ancak, ne kapitalist uygarlık ne de halen bu gençlere ulaşabilen alternatif perspektifler, gençlere, yaşamlarını yönlendirecek hakikatler ve ilkeler sunabiliyor. Bu hakikati dinde arayanlar, ya kısa sürede ağır egemenlik bağımlılık, kulluk, kadın düşmanı ilişkilerle karşılaşarak düş kırıklığına uğruyorlar, ya da umudunu ölümle bu dünyayı terk ederek arzularını tatmin edecek bir “cennete” gitmeye yönelik, cihat seçeneğine bağlanıyorlar.
Yaşamına yön verecek hakikati, ilkeleri, bu dünyada arayanlar, kültür endüstrisinin kahramanları örnek, parayı yüce nesne olarak dayatan kuşatmasına direnebilmek için hakikati isyanda, eylemde arıyorlar. Bu isyan dalgası bu arayışın dışavurumudur.
Ancak, bu hakikat arayışı, henüz kendi doğasına, gereksinmelerine, teknolojik gelişme düzeyine, sınıf şekillenmelerine uygun, bir gelecek projesi, otoriter değil dayanışmaya ve gönüllü birliğe dayanan, merkezi değil yatay yapılanmaları tercih eden duyarlılıkları ifade edebilecek, “yönetebilecek” örgütleri, hatta liderlikleri üretebilmiş değil! Ne yazık ki, geçen yüzyılın, örgütsel biçimleri, programları, liderlik anlayışları bu arayışa bir ışık tutamıyor, karşısında ya sessiz kalıyor, ya da etkisiz... Etkisiz kaldıkça da bu arayışa, kuşkuyla hatta düşmanca yaklaşıyor; böylece çözümün değil sorunun parçası olmaya başlıyor.
Cumhuriyet / 31.10.19