Bu haftaki seçkimizde her biri yeterince uzun üç yazıyla yetiniyoruz.
Edvard Çesnokov, Komsomolskaya Pravda’nın uluslararası siyaset redaksiyonu şefi. Cümleleri, iktidar çevrelerine yakın bir kalemin görüşleri. Çesnokov Türkiye ile ilişkileri yazıyor.
Armen Martirosyan ise 1999-2003 arasında eski Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı, 2003-2009 arasında BM daimî temsilcisi, 2009-2013 arasında Berlin Büyükelçisi, 2015-2020 arasında Yeni Delhi Büyükelçisi. Dolayısıyla, Nezavisimaya Gazeta’daki yazısı sadece eski bir diplomatın görüşleri değil Erivan’da iktidar odaklarından birinin yaklaşımı olarak görülmeli. Martirosyan Ermenistan-Rusya ve Ermenistan-Türkiye ilişkileri üzerine yazıyor.
Aleksandr Svistunov ise diğer yazıların yazarları kadar tanınmış bir isim değil, ama Vzglyad, önem taşıyan bir yayın organı. Svistunov Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığının anlamı üzerine yazıyor.
'Türkiye Batı’yla ilişkilerini bitirirse ucuza enerji alabilir'
Genellikle Ukrayna krizinden herkesten çok ABD’nin avantaj sağladığı kabul ediliyor: Sermaye Avrupa’dan kaçıyor, Moskova da kendi arka bahçesindeki yangını söndürmekle uğraşıyor. Ama yararlanan bir yer daha var; Türkiye. Herkes için vazgeçilmez. ...
Son haber: Türk bankaları eylül sonunda Rusya’nın Mir ödeme sistemiyle çalışmaktan vazgeçtiler. Resmi olarak ABD’nin baskısı altında. Tabii “alternatif bir platform” üzerinde çalışmayı vaat ettikten sonra; ama canının istediği her şeyi vaat edebilirsin, bizim oryantal ortaklarımız öyle severler. Erdoğan avantaj kazandıracaksa Beyaz Saray’ın her tür talebine keyifle tükürüyor. Türkiye bu yıl, ABD’nin hezeyanlarına rağmen ikinci paket S-400 hava savunma sistemini de satın aldı. Söylentilere bakılırsa Erdoğan “Ege’de Yunanistan tarafından işgal edilen adaları” geri almaktan çekinmiyor; bu durumda burada gökyüzünü kapatmak işe yarar.
“Moskova Ankara’nın tükürüklerine nasıl tahammül ediyor?” diye sorarsanız, buna karşılık başka bir soru da mümkün: “Peki ABD nasıl tahammül ediyor?” İşte böyle. Çünkü Erdoğan iki kampa da kesinlikle gerekli. Rusya’ya, özel askeri operasyonun harareti içinde tarafsız bir oyuncu olarak gerekli. Düşünsenize, İstanbul ve Çanakkale Boğazı’ndan Karadeniz’e Ukrayna’ya yardım için Britanya donanması gelecek olsa... Ama gelmiyor; Erdoğan izin vermiyor. Bize olan aşkından değil elbette, o durumda çatışmanın başlıca ve yegâne moderatörü olamayacağı için.
Türkiye, Amerikalılar için de gerekli. NATO’nun ikinci büyük ordusu, o olmasa blok çöker.
Ama her maceranın bir sonu olur. Erdoğan’ın imparatorluk rönesansı pahalıya patlıyor. Türkiye’de enflasyon ağustosta yüzde 80’i aştı; TL, rublenin tam tersine, dünyadaki en istikrarsız para birimi haline geldi. Buzdolapları boşken seçmene Büyük Turan’dan bahsetmek mümkün değil. ... Genel seçimler 2023 yazında; o zamana kadar ekonomiyi ancak bir mucize kurtarabilir.
Mesela Türkiye Batı’yla ilişkilerini kesin bir şekilde bitirse, Moskova’nın başında olduğu Avrasya Ekonomik Birliği’ne katılsa, oradan ucuz enerji alabilir (eski imparatorluğun kendi gaz ve petrolü yok). Şu anda bu fantastik görünüyor. Ama 8 yıl önce Türk savaş uçakları Rusya’nın Su-24’ünü Suriye üzerinde düşürdüklerinde de İstanbul’un bugünkü tarafsızlığı imkânsız görünüyordu. (E. Çesnokov / Komsomolskaya Pravda, 29 Eylül)
'Taht ısınıyor'
Türkiye’nin neredeyse bütün toprakları Küçük Asya’da, yalnız ülkenin güneyinde, Akdeniz kıyısında Ortadoğu’ya kama gibi giren küçük bir “apendisit” var. Bu, Suriyelilerin kendilerine ait saydığı Hatay vilayeti. Bu, yeni-Osmanlıcı Türkiye’nin eski mülklerindeki köprübaşı.
Türkiye ve şahsen Erdoğan, Suriye’de iç savaşın başladığı 2011’den beri Arap Cumhuriyeti’nin topraklarını bölüşme işine aktif şekilde katılıyorlar. Elbette doğrudan değil, vekil kuvvetlerin (Türk eğitmenler tarafından eğitilen silahlı İslamcı birlikleri) yardımıyla. Bölgedeki Türkiye yanlısı en büyük ve en tanınmış terörist grup da Hayat Tahrir el-Şam.
Bu grubun merkezi, halen hükümet kuvvetlerinin kontrolü dışında bulunan ve fiilen teröristlerin rehinesi durumundaki 3 milyon insanın yaşadığı İdlib vilayeti. Şimdi haritada İdlib’i bulalım: İşte şurada, Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye vilayeti olarak tanınan Hatay’ın hemen bitişiğinde. Basitçe konuşursak, Erdoğan’ın Suriye topraklarına diyagonal bir kama sokarak ve adeta ikiye bölerek genişlettiği köprübaşı.
Türkiye fiiliyatta açıkça HTŞ’ı ve diğer hükümet karşıtı kuvvetleri himaye ediyor ve Suriye Arap Ordusu’nun veya Rusya askerlerinin İdlib’i temizlemesine ve Suriye çatışmasına bir nokta koymasına izin vermiyor. Erdoğan bunun yerine kamuoyu karşısında Esad’ın “kendi topraklarını elinde tutamadığını”, yani kendisiyle, Erdoğan’la anlaşmak zorunda olduğunu söylüyor. Olan bitene bakılırsa Türkiye Cumhurbaşkanı Suriye’de ateşkese ancak Esad’ın toprak tavizi veya asgari olarak Türk “barış gücü” bulundurması karşılığında kapı açıyor. Yeni sultan kaybedilmiş mülkleri topluyor. ...
Suriye Kürtleri çatışmalar boyunca Esad’ın tarafına sadece şu nedenle geçtiler: Türkiye kendilerine karşı karınlarını doyurduğu cihatçılarla eyleme geçtiği için. Bunların zaferi Kürtler için kelimenin tam anlamıyla soykırım olurdu. Ama bu sadece ortak düşmana karşı geçici bir ortaklık, başka da bir anlamı yok.
Kürtler Suriye’nin kuzeydoğu vilayetlerinde bağımsız bir Kürdistan kurmak istiyorlar. Buysa Esad için yeni toprak kaybı demek. Erdoğan için de hemen yanı başında kendisine azami seviyede düşman bir devletin ortaya çıkması.
Durum taraflardan hiçbiri için kolay değil. Mevcut durumdan en çok yarar sağlayan ise Amerikalılar; bunlar Esad ve Erdoğan’ın görüşüp anlaşmasına açıktan karşılar. Başına buyruk Erdoğan’la gitgide daha çok çatışan Washington için, bölgede taraflardan hiçbirinin nihai zaferine olanak vermeyen gerilimin devam etmesi avantajlı. Bu seçenek ne Esad’ın ne Erdoğan’ın işine geliyor.
Bunlardan ilki, elinde mümkün olduğunca çok toprak tutup en nihayet 11 yıldır süren savaşı bitirmek istiyor. İkincisinin önünde ise 2023’te başkanlık seçimleri var. Seçimler öncesi Erdoğan’a gürültülü bir zafer gerek. Suriye’den eski Osmanlı mülklerinin bir kısmını koparsa, savaşı kendi şartlarında bitirse ve Kürtleri de ezse böyle bir zaferi kazanmış olacak. Tam bu yüzden Şam’la hemen şimdi konuşmayı ısrarla istiyor. Yeni sultanın altındaki taht ısınıyor, küçük bir savaş var zaten elinde, geriye kalan tek şey onu kazanmak. (A. Svistinov / Vzglyad, 27 Eylül)
'Yenilgi sonrası Ermenistan'
Çok sayıda eski ve şimdiki siyasetçi, Ermenistan’ın KGAÖ’nde bulunmaya devam etmesinin menfaatlerine uygun olmadığına dair kuşkularını kamuoyu karşısında dile getirdiler. Ermenistan’ın 2022 güzünde İkinci Karabağ Savaşı’ndaki ağır yenilgisinden sonra Ermenistan siyasi nizamının temsilcileri ağzından meselenin giderek daha sıklıkla bu şekilde konulduğunu kabul etmek gerek. Bu tür tepkilere şaşırmak, hatta öfkelenmek faydasız ve öngörüsüz; askeri yenilgiler en dostça ilişkilerde bile korozyona ve tuhaf ittifaklar kurulmasına yol açabilir. ...
Ermenistan yetkililerinin Azerbaycan tarafından ileri sürülen temel barış ilkelerini fiiliyatta hiçbir şerh düşmeden ve karşı öneri getirmeden ve şaşılacak kadar rahatlıkla kabul etmesine ve bu amaçla bir mekik diplomasisine girişmesine rağmen Baku resmi olarak ordusunun bu sürecin hızla tamamlanmasına “katkıda bulunmaya” hazır olduğunu söylemeye devam ediyor. Askeri gücün “barış sürecine” ne kadar yardımcı olacağını zaman gösterecek. Ama tarihin tanıklık ettiği gibi, muzaffer taraf barışçıl çözüme içtenlikle hazır olan bir mağlupla uğraşırken kafasında, belli bir anda, zafer için gerekli uzlaşmazlıktan istikrarlı bir barışın sağlanması için zaruri mütarekeye geçmek gerektiğini tutmalı.
Son tırmanışın kamuoyunun dikkatini KGAÖ ve Ermenistan’ın bu askeri-siyasi ittifakla gelecekteki ilişkileri üzerine çekmiş olmasında şaşılacak bir şey yok. 1992’de Kolektif Güvenlik Anlaşması imzalandığında aklı başında Ermeni siyasetçiler bunun, Rusya’nın BDT topraklarında hegemonya yolunda en önemli inisiyatiflerinden biri olduğunu görmüşlerdi. ... Bu örgütün oluşumuyla birlikte örgüt üyelerine başlıca tehditlerin öncelikle BDT’deki ortaklarından geldiği, dolayısıyla KGAÖ’nün tüzükle belirlenmiş ilk misyonunun, yani üyelere yönelecek dışarıdan bir saldırıya karşı koymak ve bunların dış siyasetteki tutumlarını koordine etmek hedefinin pratikte hayata geçirilemez olduğu ortaya çıkmıştı. Bugün pek az kimse hatırlıyor: 1997’de Rusya’nın post-Sovyet bölgesindeki nüfuzunu sınırlamak için Amerikan inisiyatifiyle Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan, Moldova tarafından kurulan GUAM ittifakının üyelerinden biri olan Azerbaycan 1993-1999 arasında aynı zamanda Rusya yanlısı askeri-siyasi ittifakın üyesiydi. Bu güç dengesi ... Azerbaycan tarafından askeri tırmanış halinde KGAÖ’nden Ermenistan’a işlevsel bir askeri yardım ihtimalini fiilen ortadan kaldırıyordu. Bundan sonra KGAÖ üyelerinin çoğu Azerbaycan’la, Ermenistan’la olduğundan daha sıkı iktisadi ve siyasi ilişkiler de tesis ettiler. ...
Bugün Kafkaslar ve Ukrayna’da krizler ve Orta Asya’da periyodik tırmanışlar, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının tek perdelik bir trajedi olmadığını, tamamlanmamış bir olay olduğunu gösteriyor. ...
Bütün bunlar küresel diplomaside ve SSCB’nin dağılmasıyla doktriner olmaktan ziyade faydacı bir nitelik alan Rusya diplomasisinde etkisini gösteriyor. Rusya ile ortaklığa yönelen ülkeler Moskova’nın kendilerine memnuniyetle stratejik tokalaşma önereceğini, ama bunun çokları içinden sadece biri olacağını hızla fark ettiler. ...
Böylece Ermenistan Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bağlarını tutarlı şekilde geliştirdi. ... Ancak itiraf etmek gerek ki 2020 Karabağ Savaşı Ermenistan’ın NATO’nun izafe edilen görevlerin yerine getirilmesindeki etkinliğiyle ilgili yanılgılarını dağıttı. ...
Kuşkusuz, Erdoğan Ermenistan'la ilişkileri normalleştirmenin ön şartı olarak Türkiye’de Ermeni soykırımının uluslararası tanınması meselesini Ermenistan’ın gündeminden çıkarmaya çalışıyor. Öngörülen çözümlerin bölgede güç dengesinde değişikliğe, bunun neticesi de Rusya’nın güney sınırlarında Türkiye’nin nüfuzunun artmasına yol açacağı göz ardı edilemez. ...
Ermeni siyasetçilerin SSCB’nin çöküşü arifesinde doğan ve 2018 baharında iktidara gelen “devrimci” kozmopolitik kuşağı, eski iktidarın önde gelen temsilcilerinden tamamen başka şartlarda şekillendiler. Bunların ilki küreselleşen dünyada Ermenistan’ın gelişme problemlerini Karabağ problematiğiyle ve Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin çözüme kavuşturulmamış olmasıyla ilişkilendiriyorlar; bağımsız Ermenistan’ın kurucu babaları ve onların taraftarları ise Dağlık Karabağ halkının halklarının kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesini raison d’etre, varlık sebebi sayıyorlardı. ... (A. Martirosyan / Nezavisimaya Gazeta, 26 Eylül)
Hazal Yalın- Gazete Duvar / 02.10.22