Petrol ambargosu Rusya’ya diz çöktürecek mi?

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta Rusya'ya yönelik petrol ambargosu, İngiltere'de Boris Johnson'un daha çok sorgulanması ve Fransa'da 'sol' güçlerin ittifakı irdeleniyor.

  • Çeviri
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 08 Mayıs 2022
  • 09:18

AB Komisyonunun Rusya’ya yönelik yaptırımları devam ediyor. Yaptırımların en acı vereni olacağı tahmin edilen petrol ambargosu, birkaç AB üyesi ülkenin itirazına rağmen yürürlüğe sokulacak. Ancak petrol ambargosu gerçekten Rusya’ya diz çöktürecek mi? German Foreign Policy’den aldığımız analiz bunu irdeliyor.

Guardian Gazetesi Köşe Yazarı Andy Beckett, Boris Johnson’ın belirsiz ama büyük vaatlerle Muhafazakar Parti liderliğine ve başbakanlığa geldiğini, görevdeki ilk yılında işe yarar görünen bu vaatlerin cazibesinin azaldığını ve zayıflayan konumu nedeniyle ve günün gerçekleri karşısında sorgulanır hale geldiğini belirtiyor. Beckett, “Boris Johnson şanlı bir gelecek vaadiyle yükseldi; ama artık elinde sadece acı bir şimdiki zaman kaldı” diyor.

Fransa’da solun lideri Jean-Luc Melenchon’un partisi La France Insoumise (LFI, Boyun Eğmeyen Fransa) ile Yeşiller (EELV), Komünist Parti (PCF) ve Sosyalistler (PS) önemli müzakereler sonucu haziran ayında düzenlenecek parlamento seçimlerinde birlikte hareket etmek için anlaştı. “Yeni ekolojik ve sosyal Halk Birliği” cephesi altında anlaşan Sol güçlerinin koalisyonu, nisan ayında 2. dönemi için seçilen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a karşı parlamentoda milletvekili çoğunluğunu elde etmek hedefiyle mücadele edecek. “Tarihi bir an” olarak nitelendiren sol güçlerinin birliği, içinde bölünmeler tanıyan Macron’cu çoğunluğa soğuk terler döktürüyor.

Rusya’ya petrol ambargosu

German Foreign Policy

AB Komisyonu, Rus petrolüne kapsamlı bir ambargo planladı. Ambargo, şu anda Rusya’ya uygulanan altıncı AB yaptırım paketinin bir parçası; Şimdiye kadar olanlar en büyük Rus bankası olan Sberbank’ın uluslararası ödeme sistemi SWIFT’den çıkarılmasını, üç Rus yayıncısının lisanslarının iptal edilmesini ve AB’nin Ukrayna savaşında sivillere karşı suç işlemekle suçladığı Rus askeri yetkililerine yönelik cezai tedbirleri içeriyor. Muhtemelen en ciddi olan petrol ambargosu, Rus petrol ürünlerinin alımını yıl sonuna kadar aşamalı olarak kaldırmayı hedefliyor - önce ham petrol alımı, sonra da her türlü rafine petrol ürünlerinin ithalatı. Macaristan ve Slovakya, en azından daha uzun bir süre için Rus petrolünü ithal etmeye devam etmelerine izin verilmesini talep ediyor, çünkü - karayla çevrili ülkeler olarak - ithalat limanlarına sahip değiller ve diğer yandan diğer ham petrol türlerine geçiş onlar için olağanüstü derecede pahalı. Bulgaristan da dün muafiyet istediğini açıkladı. Çek Cumhuriyeti ise dönüştürme maliyetlerinin daha adil bir şekilde dağıtılmasını istiyor.

Uzmanlar, ambargonun AB ülkelerinin kendileri üzerinde geniş kapsamlı etkileri olacağını varsayıyorlar. Örneğin, akaryakıt ve kalorifer yakıtı fiyatları muhtemelen önemli ölçüde artacak: Bir yandan ucuz Rus petrolünün yerini Norveç, Büyük Britanya veya Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerden daha pahalı petrol almak zorunda kalınacak; öte yandan, altyapıda kapsamlı düzenlemeler yapılması gerekiyor. Federal Ekonomi Bakanlığı tarafından yayınlanan güncel bir rapor, “geçici bölgesel kıtlıkların” beklendiğini belirtiyor: “Sonuç olarak, yerel yakıt ve ısıtma yağı fiyatlarının artmaya devam etmesi muhtemel.” Benzin fiyatlarının 3 avroya kadar çıkmasından söz ediliyor.

Etkileri, yaptırımlarıyla Rusya’ya diz çöktürmeye çalışan Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleriyle sınırlı değil. Petrol fiyatlarındaki artış küresel; zaten ambargonun duyurulması üzerine birden yükseldi. AB’nin ambargo politikası, bu nedenle, savaş ve yaptırımların neden olduğu artan gıda fiyatlarına ek olarak, enerji kaynaklarına giderek daha fazla para harcamak zorunda olan dünya çapındaki daha yoksul ülkeleri etkiliyor. Alman hükümeti de gelişmeyle ilgileniyor, ancak bunun tek nedeni tüm Batı’nın tehditlerine rağmen Rusya’nın petrolünü satın almak için teşvikler sunması. Federal Ekonomi Bakanı Robert Habeck geçen pazartesi günü AB enerji bakanları toplantısında ambargodan etkilenen dünyanın yoksul ülkelerinin Putin’in; “Sana indirim yaparak yardım edeceğim, istediğim tek şey dayanışma” sözüne kanabileceğini söyledi. Aslında, Moskova zaten Rus petrolünü indirimli fiyatlarla sunuyor; Satın alan ülkeler arasında Hindistan da var. Buna bağlı olarak, Rusya’nın petrol ihracatı geçen ay düşmedi, aksine arttı. Örneğin, eski Sovyetler Birliği dışındaki ülkelere yapılan petrol ihracatı, nisan ayının ilk dört haftasında günde 4.88 milyon varildi. Mart ayına göre de yüzde ikiden fazla. Açık bir değişim vardı. Başlangıçta, Ukrayna savaşından önce, tüm Rus doğal gaz ihracatının yaklaşık yüzde 50’si Avrupa’ya gidiyordu, nisan ayında petrol arzının çoğu Asya’ya, özellikle Hindistan ve Çin’e gitti. Avrupalı ​​emtia tüccarları, AB yaptırımlarını kırmamak için mayıs ayında Rus petrol işinden çekileceklerini açıkladılar. Ancak bunun Asya ülkelerine yapılacak teslimatları ne ölçüde etkileyeceği belirsiz. Petrol ve gaz fiyatlarındaki sert artışla bağlantılı olarak Rusya, savaşın başlangıcından bu yana fosil yakıt ihracatından elde ettiği geliri önemli ölçüde artırmayı başardı. Helsinki merkezli Enerji ve Temiz Hava Araştırma Merkezi (CREA) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Rus şirketleri savaşın ilk iki ayında petrol, gaz ve kömür ihracatından toplam 62 milyar avro kazandı; AB ülkeleri bunun 44 milyarını ödedi.

Çeviren: Semra Çelik

Johnson’ın şanlı gelecek vaadinden, acı şimdiki zamana yolculuğu

Andy Beckett
Guardian

Gelecek, Boris Johnson’ın en iyi arkadaşıydı. Tory liderliği için manevra yaptığı uzun yıllar boyunca, ulusal ününü canlı tutmak için “Boris Adası” havaalanı gibi fantastik inşaat önerilerini gündeme getirdi. Başbakanlığının ilk aşamasında, Brexit konusunda büyük vaatlerle seçmenleri kazandı. Ve on yıldır iktidarda olan bir partiyi, hükümetteki en iyi günlerinin hâlâ gelecekte olduğuna ikna etti.

Sık sık geçmişin ağırlığını hisseden ve geleceği karamsar gören bir ülkede, Johnson’ın amansız iyimserliği olağandışı ve güçlüydü. Bir bakan olarak korkunç siciline ve Londra belediye başkanı olarak önemli başarılardan yoksun olmasına rağmen, birçok kişi onun farklı olacağına ikna oldu. “Boris” kişilik kültü ihtiyaç duyulan “inanç aşısını” sağlamıştı. Milyonlarca seçmene göre o, bir şekilde ülkeyi değiştirecek bir süper kahramandı.

Bir süredir geleceğe odaklanmak Johnson’ın yeteneklerine ve kişiliğine uyuyordu. Kötü bir yönetici, ama herkesi memnun etmeye heveslidir; dikkat çekici ancak hesap verebilirlikten hoşlanmayan; kendi özgünlüğünün reklamcısı ama aynı zamanda sürekli bir yalancı. Kusurları ve çelişkileri o kadar çok ve aşikar ki, şimdiki zamanla ya da yakın geçmişle, yani performansının dikkatle incelenebileceği zaman dilimleriyle uğraşmak ona pek uymuyor. Toplum içinde ciddi olmaya çalıştığı durumlarda, sadece muhteşem geleceği tahayyül ederken rahat görünüyor.

Partisi de giderek bu zaman dilimini tercih ediyor... 2018’de, Brexit fırsatlarından sorumlu bakan Jacob Rees-Mogg şunları savundu: “Brexit kazanımları için büyük fırsat, önümüzdeki 50 yıl içinde.” Referandum sırasında Brexit’e oy veren yaşlı Britanyalılara bu söylenmiş olsaydı, AB’den ayrılma kampanyası o kadar iyi gitmeyebilirdi. Johnson’ın başbakanlığının ilk dönemleri açısından, bazen ertelemeden başka bir şey ifade etmeyen bu tür muhafazakar fütürizmine, Danışmanı Dominic Cummings bir dereceye kadar entelektüel enerji ve güvenilirlik kazandırdı. Britanya’nın modern dünyaya geç uyum sağlamasının bir yolu olarak, bir gerçekçilik dozu olarak kamu hizmetini ve ekonomiyi yeniden şekillendirme planlarını agresif bir şekilde teşvik etti. Ancak bu kadar hırslı ve büyük ölçekli olmaları, gerçekleştirmelerinin uzun yıllar alacağı gerçeği, aynı zamanda hükümetin şu anki zorluklarından kaçınma yolu anlamına geliyordu. Cummings’in 2020’de Downing Street’ten hayal kırıklığına uğramış bir şekilde ayrılmasından sonra bile, hükümetin geleceğe sığınma eğilimi devam etti. Geçen sonbaharda Johnson, ülkede tır şoförü sıkıntısı ve bunun sonucunda ortaya çıkan tedarik zinciri kaosunu, “Ücretlerin yüksek olduğu bir ekonomi” olma yolundaki tümsekler olarak sunmaya çalıştı. Ancak o zamandan beri gelecek, kendisi ve muhafazakarlar için çok daha az güven verici bir yer haline geldi. ‘Partigate’e yönelik (Kovid kısıtlamaları döneminde başbakanlıkta partiler verildiğinin ortaya çıkması) polis soruşturmasının devam etmesi, geçim krizinin kötüleşmesi, Muhafazakarların anketlerde geride kalması ve parti üzerindeki otoritesinin gevşemesiyle, önümüzdeki birkaç ay en azından Johnson için çok tehlikeli görünüyor. Ve konumu zayıfladıkça vaatlerinin cazibesi de azalıyor. Ama günleri sayılı görünen bir başbakanın programının gerçekliği de sorgulanır hale geliyor. Geleceği kararırken, Johnson diğer rahatlık alanına çekildi: Uzak geçmiş… Ukrayna’nın işgaline verdiği yanıt, her zamankinden daha bilinçli bir şekilde Churchillvari oldu. Hatta bu hafta Ukrayna parlamentosuna seslenirken de onun ifadelerinden birini kullandı. Ancak 1940’tan farklı olarak İngiltere savaşta değil. Hükümetin Ukrayna savaşını ele alış biçimi, seçmenlerin genel olarak onayladığı birkaç şeyden biri olsa da, Johnson’ın Churchill taklidi hükümetin genel anket pozisyonunu yükseltmedi. Johnson ve gazetelerin çabalarına rağmen, ikinci dünya savaşı, çoğu seçmene heyecan veremeyecek kadar eskide kalmış olabilir. Etkili olacak şekilde geçmişe atıfta bulunamayan ve artık gelecek hakkında konuşamayan Johnson, sonunda siyasetini şimdiki zamanda yürütmek zorunda kaldı. Ama bu onun için kolay olmuyor… Johnson, bir başka anlamda da şimdiki zamana hapsolmuş görünüyor: Siyasete yeniden hakim olamayacak kadar hasar görmüş durumda, ama onu hemen devirebilecek bariz haleflerden yoksun. Bunun yerine, haftalık hayatta kalma stratejileriyle zamana karşı oynayan, ayrıntılı parlamenter prosedürlere dayanan siyasi varoluşu, 2019 seçimlerinden önce, başbakanlığının ilk aylarında Avam Kamarasında (Çeşitli geciktirme taktikleriyle Brexit’i önlemeye çalışan) AB yanlılarına benzemeye başlıyor. O zaman Johnson, geciktirme taktiklerini halkın iradesine bir engel olarak gördüğünü söyleyip aşağılamıştı; ama şimdi onların nasıl hissettiklerini anlamaya başlamış olabilir. Başbakanlar genellikle hızlı yaşlanır. Johnson da bu günlerde bazen solgun ve kederli görünüyor. Bu, kovidin yan etkileri olabileceği gibi, her ne kadar partiniz, birçok gazeteci ve seçmen inanmak istese de siyasette fazla vaatte bulunmanın yeterli olmadığının geç idrakı da olabilir. Johsnon’ın halefi David Cameron’ın bir keresinde (İşçi Partili Eski Başbakan) Tony Blair’e Blair’in başbakanlığının sonu görünürken söylediği gibi: “Bir zamanlar gelecektin.”

Macroncular sinir krizinin eşiğinde

Benjamin König
L’Humanité

Solun birliği korkutuyor. Öyle ki, oyuncaklarının ellerinden alınacağı korkusuyla Macron’cular hakaret ve lanetleme yarışına girdiler. Ancak bu saldırılar belli olan ateşliliği kötü gizliyor. Çünkü, pek çok insan gibi, bu yeni birleşiminin geleceğini görmemişlerdi. Ve aşırı sağ tehlikesi geçtikten sonra, toplumsal kazanımlardan ve kamu hizmetlerinden geriye kalanları yok etmek için ellerinde olan bir ulusal meclise dayanarak yönetmeye hazırlanıyorlardı. Parçalanmış bir solun çöküşe indirgendiğini izlemenin verdiği tatminle. Ancak bu sonucu elde etmekten çok uzaktalar. Paris milletvekili ve çoğunluk grubunun (LREM partisi) Eski Patronu Gilles Le Gendre, topu ilk atan isim oldu. Sosyalist Partinin, LFI (Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi) ile ittifakını “François Mitterrand’ın ikinci ölümü” ile karşılaştırarak bu durumu sosyalist partinin tarihine bir “hakaret” olarak nitelendiriyor. Macronist grubun sözcüsü Pieyre-Alexandre Anglade tarafından geliştirilen aynı fikir, ancak Ekolojist Parti hakkında şöyle ifade ediliyor: “bu anlaşma EELV’nin sonunu işaret ediyor” ve Yeşilleri “Kendilerini Avrupa düşmanı ve milliyetçi bir partiye satmakla” suçluyor. Sosyalist Partinin eski üyesi ve LREM partisi adına aday olacağı öngörülen Manuel Valls, tüm “solcu cumhuriyetçileri” Emmanuel Macron ile harekete geçmeye çağırıyor.  Macron Hareketinin genel delegesi Stanislas Guerini, milletvekili seçimlerinin bir kayıt formalitesinden başka bir şey olmaması gerektiği fikrini yaymak isteyerek: “Meclis seçimlerinin anlamı bir intikam meselesi değil, cumhurbaşkanına çoğunluğu sağlamayı hedeflemeli” dedi. Ancak bu çirkin saldırılar, parlamentoda Macron’cu çoğunluk grubunu saran endişeyi pek de gizleyemiyor.

Macronist senatörlerin lideri ve kendisi de Sosyalist Partiden gelen François Pariat, güçlü bir oy kullanmama bahsine giriyor: “Bu seçimlere katılım, cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki gibi önemli olmayacak”. Ne kadar değişik bir demokrasi anlayışı.

Özellikle önemli sayıda Macron’cu milletvekilinin 2017’deki seçimlerini solun bölünmesine borçlu olduğunu biliniyor. Ve “Yeni ekolojik ve sosyal Halk Birliği”nin (Nouvelle Union populaire écologique et sociale) ortaya çıkışı kartları yeniden karıştırıyor. Bazıları, Paris’in 8. bölgesinde seçilen Laetitia Avia gibi kendilerini doğrudan tehdit altında hissediyorlar. “Bu ittifak, ideolojik temellerini unutan partiler için bir hayatta kalma anlaşması. Yeşiller’in Avrupa’dan vazgeçmelerine hâlâ inanamıyorum ve seçmenlerinin de aynı ruh halinde olduğunu düşünüyorum” diye ikna etmeye çalışıyor. “Daha sosyal bir söylemin somutlaşmasına ihtiyaç var” diye devam ederek, aslında zenginlerin lehine beş yıllık bir yönetiminden sonra halkın beklentilerine dair net bir farkındalığın işaretini gösteriyor. Bu doğmakta olan Sol birliği, Macron’cuları milletvekili seçimlerine aday gösterme konusunda kendi iç bölünmelerine yönlendiriyor. Canard Enchainé gazetesinin aktardığı yorumlara göre, bu durum cumhurbaşkanını çok endişelendiriyor: “Çoğunluğumuzda çok farklı güçler var” diye kabul ediyor (…) Bu Makronist grup önemli bölünmelerle bir araya gelmeye çalışacak. Ama ne düşünürlerse düşünsünler bu sefer onlara karşı birleşik bir sol olacak.

Çeviren: Diyar Çomak

Evrensel / 08.05.22