Avrupa'nın Gündemi | "Ben olmasaydım yoksul, sen olamazdın zengin!"

Almanya’nın ihracatı korona krizinin ortasında yeni bir rekor seviyeye ulaştı. İşçilerin sırtından kazanılan kârlar bunlar. Güvencesiz çalışma artıyor.

  • Çeviri
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 13 Şubat 2022
  • 09:53

Almanya, dünyanın ihracat rekortmenlerinden olmaya devam ediyor. Pandemiye rağmen sermayenin kârı arttı. Buna karşılık, güvencesiz işler, düşük ücret sektörü ve yoksulların sayısı da. Brecht’in dediği gibi “Ben olmasaydım yoksul, sen olmazdın zengin!”

Britanya’da nisan ayından itibaren hanelerin enerji masraflarının yüzde 50 yükselmesi bekleniyor. Enerji fiyatları ve enflasyondaki büyük artışın ardından Merkez Bankası başkanının emekçilere ve yoksullara “Maaş artışı istemeyin” çağrısı büyük tepki aldı. 

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Rusya Lideri Vladimir Putin’le 5 saat görüştü. Dev bir masanın etrafında çekilen fotoğrafla dalga geçilse de nisan ayında gerçekleşecek ve aday olacağı Cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyasının başladığı şu günlerde Macron “barışı sağlama” girişimlerini şimdiden kullanmaya başladı.

Sermayenin vicdanı yok

Simon ZEISS
Junge Welt

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük ekonomik krize rağmen Alman sermayesi ihracat rotasını acımasızca sürdürdü. Almanya’dan şirketlerin ihracatı 2021’de yeni bir rekor seviyeye ulaştı. Bir önceki yıla göre ihracat yüzde 14 gibi büyük bir artışla yaklaşık 1,4 trilyon avro değerine ulaştı. 

Federal İstatistik Dairesi’ne göre, 2019 kriz öncesi seviyesinin yüzde 3,6 üzerindeydi.

Yüksek cari fazlalar, yoğun rekabet nedeniyle sermayeye aktı. Güvencesiz istihdam, fahiş şirket kârlarının diğer yüzü. “Mini-job Center” yaptığı açıklamada, geçen yıl mini iş arayanların sayısının yüzde 7,4 arttığını duyurdu. 2021’in sonunda, 430 binden fazla artışla 6,2 milyondan fazla güvencesiz işçi kaydedildi.

AB üyesi ülkeler Almanya’daki düşük ücret seviyesine ayak uyduramıyorlar, avro bölgesinin neoliberal anayasası nefeslerini kesiyor; para birimlerini devalüe edemiyorlar ve “içeriden” yöntemlerle ücretlerini ve sosyal harcamaları kısmak zorunda kalıyorlar. .

Almanya’dan sonra AB’nin ikinci büyük ekonomik gücü olan Fransa, baskıyı giderek daha fazla hissediyor. Fransa Maliye Bakanı Bruno Le Maire, salı günü, şu anda 84,7 milyar avro olan ticaret açığının “ekonomide karanlık bir nokta gibi” durduğundan şikayet etti. Le Maire, çıkış yolu olarak yalnızca sert bir neoliberal tedavi görüyor: Kamu maliyesini “dengelemek” acilen gerekli.

Max Planck Toplumlar Araştırma Enstitüsü’nde Avrupa Entegrasyonunun Politik Ekonomisi araştırma grubunun başkanı Martin Höpner, Alman fazlalığının orta vadede artabileceğinden korkuyor. “Yeni rakamlar, pandemi krizinin Almanya cari fazlalarına zarar veremeyeceğini gösteriyor.  

2021 için büyüklük boyutu GSYİH’nın neredeyse yüzde yedisi. Avro bölgesindeki mevcut enflasyonist baskı, Alman ihracat sermayesine daha fazla kazanç sağlayabilir. 

Sonuçta, 2021’de Almanya’da özellikle kamu sektöründe sadece çok ılımlı ücret anlaşmalarına varıldı. Almanya’yı burada başka ülkelerin izleyip izleyemeyeceğini zaman gösterecek. 

Değilse, orta vadede avro bölgesinde farklı enflasyon oranları devam edebilir. 

Bu, Alman ihracatçılarına ek maliyet avantajları sağlayacaktır. 

Bu olursa, avro bölgesi yeni bir avro krizine dönüşebilecek bir stres testiyle karşı karşıya kalacak” dedi.

Berlin ağırlıklı olarak banko oynuyor. Maliye Bakanı Christian Lindner (FDP) Salı akşamı krizi ısıtmaya devam etti. Deutsche Bank’ta yılın başında, AB istikrar anlaşmasının gevşetilmesini reddetti. Lindner, anlaşmaya dokunmanın bir anlamı olmadığını ve tamamen yanlış bir sinyal vereceğini söylüyor. 

Ayrıca, 2023’ten itibaren “borç freninin” tekrar korunmasını isteyecek. Bunun için öncelikler belirlenmek zorunda: “Arzu edilen her şey hemen finanse edilemez. Konsantre olmalıyız.”

(Çeviren: Semra Çelik)

Enerji fiyatları ve enflasyonun gerçek maliyeti

Dominic ALEXANDER
Counterfire

Egemen, “neo-klasik” ekonomi okulu, kâr etme büyüsüne mümkün olduğunca az siyasi müdahale olması koşuluyla, serbest piyasaların dengeye yönelmesinde ısrar eder. Bu denge pratikte hiçbir zaman fiilen varmaz ve Marx, sistemin tekrarlanan krizlere yol açan çelişkilerle parçalandığını göstermiştir. Üstelik bu krizler, kapitalizmin çelişkilerini bir kez daha çözmesi için para ödemesi beklenen insan kitlesine anlatılmaz zararlar veriyor.

Enflasyondaki mevcut artış, ücret artışlarından değil, salgının katalize ettiği darboğazlar ve arz sorunlarından kaynaklanmaktadır. Bu artış, halihazırda artan faturalara ek olarak, Nisan ayında beklenen gaz fiyatlarında yüzde 50’den fazla olası bir artışı da içeriyor. Sektörün ücret düzeylerinden ziyade kârlılıkla ilgili çeşitli kararlarından kaynaklanan bu sorunları “ücret kısıtlaması” çözmeyecektir. Sonuç olarak, İngiltere Merkez Bankası Başkanı Andrew Bailey için, giderek artan yaşam maliyetleriyle başa çıkmak için gerekli olan işçilerin ücret taleplerini sınırlamalarını talep etmek, şeffaf bir sınıf haydutluğu örneğidir. Arz sorunlarının yaşam standartlarına yönelik vahşi saldırılarla düzeltilmesi meşru kabul edilse bile, bir ‘ücret-enflasyon sarmalı’ yaşanması pek olası değildir.

Gaz arzıyla ilgili sorun, hane halkı tüketimini boğarak çözülmeyecek ve bunun yerine yükü omuzlamak için sermayenin adım atması gerekli. Şu anda Fransa’da durum böyle, hükümet, hiçbir şekilde solda olmasa da isyan eğilimli Fransız halkı yerine kamulaştırılmış enerji şirketi EDF’nin 7 milyar sterlinlik bir darbe alması konusunda ısrar ediyor. Birleşik Krallık’taki özelleştirilmiş enerji sistemi buradaki zorluklara eklendi, ancak durumun sorumluluğunu üstlenmek ve sermayeyi sıradan insanlardan daha az zahmetle yapabileceği masrafları karşılamaya zorlamak devletin gücü dahilindedir.

Genel olarak enerji maliyetlerindeki enflasyonu tetikleyen, özelde gaz arz sorununun nedenlerini açıklamak, bunun neden sermaye ve kâr elde etme ile ilgili bir sorun olduğuna açıklık getirmektedir. Ne yazık ki, bununla ilgili sınırlı bir tartışma var gibi görünüyor, ancak belirgin olan birkaç faktör var. İlk olarak, arz darboğazlarına neden olan salgından gelen talepte bir toparlanma var. Bunun bu kadar uzun süreli bir sorun haline gelmesinin nedeni, geniş çaplı tedarik zincirlerinde yer alan maliyet düşürme ve genel olarak endüstrilerin ‘tam zamanında’ stratejileridir. Tam açıklama bu olsaydı, bir noktada enflasyonist baskıların hafiflediğini görmeyi beklerdik. Ancak, örneğin, gaz fiyatlarıyla ilgili mevcut beklenti, bu fiyatların bu ekimde daha da artması yönünde.

Britanya’da ilgili bir konu, tedarik zincirleri gibi sistemden daha fazla kâr elde etmeyi amaçlayan bir strateji olan özelleştirme nedeniyle depolama kapasitesinin azalmasıdır. Ancak bu bile tüm açıklama değildir, çünkü enerji enflasyonu Avrupa, hatta dünya çapında bir sorundur.

Genel olarak doğal gaz tedarik kapasitesinde temel bir sorun olduğu konusunda hiçbir şüphe yok gibi görünüyor. Bazıları, yenilenebilir enerjileri teşvik etmek için tasarlanmış politikaları suçladı, ancak ayrıntılı olarak analiz edildiğinde bu argüman ikna edici değil. Sektörle ilgilenen Avrupa Birliği ajansından bir isim, Enerji Düzenleyicileri İşbirliği Ajansı’nın altyapı, perakende ve gaz başkanı Dennis Hesseling, boru hattının önemli sayıda ülkeden tedarik edilmesinin ‘biraz garip’ olduğunu söyledi. Gaz arzı artmadı ‘çünkü normalde fiyat yükselirse ve tedarikçiyseniz ve yedek kapasiteniz varsa, bu fırsatı daha yüksek fiyata daha fazla gaz satmak için kullanabilirsiniz’; yedek kapasite eksik. Ancak bu, işçilere ısınma ve yiyecekleri arasında seçim yaptırarak düzeltilecek bir şey değil.

Asıl açıklama, büyük fosil yakıt şirketlerinin yatırım kararlarında yatmalıdır, bu da üretimi gereken ölçüde artıracak altyapı kapasitesinin olmadığı anlamına gelir. (...)

Ekonominin yatırım tarafında ortaya çıktığı açık olan bir sorun nedeniyle ücretlerin bu kadar değer kaybetmesi için hiçbir neden yoktur ve bunun sonucunda sıradan insanların mağdur olması tamamen gayri meşrudur. Bu arada, Shell veya Exxon gibi en büyük yirmi fosil yakıt şirketinin kârları geçen yıl birkaç ayda 65 milyar dolar arttı. Yine de, nüfusun önemli bir bölümü için maliyet enflasyonu ölümcül bir etkiye sahip. Barınma, enerji ve gıda gibi temel ihtiyaçlara giden işçi sınıfı gelirinin oranı, hali vakti yerinde olanlara göre çok daha yüksek. Tüm bunların maliyetindeki küçük değişiklikler, yoksullukla mücadele kampanyacısı Jack Monroe’nun enflasyonun etkisinin gerçek doğasına ilişkin açıklamasının gösterdiği gibi, birçok haneyi yoksulluğa ve daha kötüye itebilir.

Kapitalist sistemin başarısızlıkları nedeniyle işçi sınıfının acı çekmesi kaçınılmaz değildir. Öncelikle, insanların ihtiyaçlarını planlamaya ve kârdan ziyade yenilenebilir kaynaklara adil bir geçişe yönelik olabilmesi için tüm enerji sisteminin kamulaştırılması gerektiği açıktır. Ancak kısa vadede bile, hükümeti olduğundan farklı bir yol izlemeye zorlamak mümkündür. (...) Enflasyon, sınıf mücadelesinin, ya sermayenin ya da emeğin çıkarları için çözmesi gereken bir sorun olmuştur. Mevcut durumda, seçkinlerin davranışlarına karşı zaten bol miktarda öfke var ve toplumun bir ucunda zenginlikteki grotesk artışlar, diğer ucunda ise umutsuz yoksulluk ve ıstırap var. Bu durumda kazanmamiz için halkın toplu mücadelesi şart.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

Volkanın üzerindeki poker partisi

Denis STIFFER
Politis 

Genelde Putin’in Le Pen’e oy vereceği var sayılır. Oysa bu sefer Emmanuel Macron’a seçimler öncesi büyük bir kıyak geçti: Başa baş 5 saatlik bir görüşme. Her ne kadar da 4 metrelik bir masanın etrafında olmuş olsa da böylelikle ona itibar göstermiş oldu. Ardından ortak düzenlenen basın açıklamasında Putin’in ağzından çıkan su sözlerde ilginç: “Macron Başkan bir uzlaşma sağlayabilmek için bana işkence yaptı”. 

Üç kasketli Fransız misafir (Fransız Cumhurbaşkanı, Avrupa başkanı ve kampanyaya başlamak üzere olan seçim adayı) böylelikle başarı elde etmiş oldu. Sert muhatabına karsı boyun eğmediğini göstermiş oldu. Daha önceki uluslararası çıkışlarının tersine (örneğin Lübnan’da) bu sefer Macron girişimlerini davul zurna eşliğinde yapmadı ve önümüzdeki dönem için elde edilen başarıyı kullanmak için alet elde etti. (…) 

Kuşkusuz eğer Rus orduları Ukrayna’yı işgal ederse tüm bu alet altüst olur. Zira Putin görüşme sonrası da zayıflamadı. (…) Ama açıkça belirtmek gerekirse bu yoğun diplomatik sekansın ardında Rusya başkanının niyetleri konusunda bir belirsizlik var olmaya devam ediyor. 

Söylediği gibi sadece NATO’nun ordularını ülkesinin sınırlarından uzaklaştırmak mı istiyor? Yoksa Batılıların belirttiği gibi eski Sovyet topraklarının tümü ya da bir kısmını tekrar ele mi geçirmek istiyor? Zira, sürekli tekrar etmek gerekir, bugün yaşadıklarımız 1990’lı yıllarda ABD’nin SSCB’ye yaşattığı utanç verici durumun doğurduğu bitmez tükenmez şok dalgasının bir devamıdır.  Amerika’nın öne sürdüğü hipotez yaşananların “post Sovyetik” öç alma isteğidir. Tabii ki teyit edilemeyecek istihbarat bilgilerini öne sürerek Washington Putin’in niyetinin sadece Donetsk veya Lugansk gibi sınır bölgesi Donbass işgal etmek olmadığını, esas amacının Kiev’i ele geçirmek istediği belirtiyor. Sınır bölgesine yerleştirilen devasa askeri birlikler bu iddiayı güçlendiriyor. (…)  Putin ise destekleyicisi Viktor Yanukoviç’i deviren 2014 gösterilerinden bahsederken “bir darbe” olduğunu belirtmeye devam ediyor. (…) 

Hiç kuskusuz Rus başkanının “Hitlerleştirmek” saçma bir yaklaşımdır. En azından Washington’un öne sürdüğü felaketi meşrulaştırmayı amaçlayan bir yaklaşımdır. Pazartesi tek şok edici söylem Kremlin’den değil Beyaz Saray’dan geldi ve Joe Biden’ın ağzından çıktı. ABD Başkanı, Ukrayna’nın işgali durumunda Rusya ile Almanya arasında gaz boru hattı Kuzey Akımı 2’yi yok etmekle tehdit etti. Bu sözleri Alman Başbakanı Olaf Scholz’un önünde de tekrar etti ve her halde bunu duyan Alman başbakanını hıçkırık tutmuştur ve zira bu Almanya için olduğu kadar da Rusya için de ekonomik bir felaket olur. Biden’ın bu söylemi Moskova’yla arayı bozmaya çokta yanaşmayan büyük gaz tüketicisi Alman müttefikini hizaya dizme teşebbüsüne benziyor. 

Ama gerçekleşmesi ihtimal olanlara tekrar dönmek gerekirse, Moskova’nın NATO’dan (yani ABD’den) Rusya’nın etrafında silahsal donanımını güçlendirmemesinin garantisini istemesi hayalidir ve Putin’in bunu elde edemeyeceğini çok iyi biliyor fakat Rusya bu süreçte önemli tavizler de elde ederek çıkma ihtimali yüksektir. (…)

(Çeviren: Nihat Polat)

Evrensel / 13.02.22