Yaraşır: “İçinden geçtiğimiz süreç, bir dizi imkanın ve tehdidin olduğu bir süreçtir”

  • Arşiv
  • |
  • Ortadoğu
  • |
  • 28 Ağustos 2012
  • 07:59

Araştırmacı-yazar Volkan Yaraşır, Gelecek Gazetesi’nin sorularını yanıtladı.

Emperyalistlerin Kıbrıs üzerinden planlarından, özelleştirmelere değin birçok konuda yapılan röportajda Yaraşır, sınıfsal temelli mücadelenin yollarına ve önemine vurgu yaptı.

Gelecek Gazetesi: Kıbrıs'ın kuzeyinde AKP eliyle özelleştirmeler adı altından kurum ve kuruluşlar peşkeş çekiliyor. Ada üzerinden yeşil sermayenin özelleştirme politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

“AKP, Türkiye Cumhuriyeti’nin transformasyon sürecinin en önemli politik aktörüdür. AKP’nin yükselişi uluslararası yeni jeo-politik ve jeo-stratejik gelişmelerin yanında, Türkiye Cumhuriyetinin yeniden yapılanmasının bir yansımasıdır. ABD’nin 2001 sonrası hegemonyasını restore etme adımı olan Genişletilmiş Ortadoğu Projesi, AKP iktidarının ve gelişiminin önünü açtı. GOP, Kuzey Afrika, Arap yarımadası, Ortadoğu, Kafkaslar ve Asya’ya uzanan bir coğrafyayı kapsıyor. Ve bu bölgenin yeniden yapılanmasını içeriyor. Yine bu coğrafyada siyasal İslam önemli bir siyasal aktör olarak devrededir. Ve bölgenin yeniden dizaynında katalizör rolü üstlenmektedir. Özellikle Mısır ve Tunus ayaklanmaları ve aşağıdan devrim tehlikesi emperyalizm açısından bölgenin acilen dizayn edilme ihtiyacını doğurdu. GOP’un içerdiği coğrafyada bir karşı devrim programı olarak farklı düzeylerde restorasyon politikaları devreye sokuldu. Fas’ta AKP ile aynı adı taşıyan, ve aynı amblemi kullanan siyasal İslamcı parti iktidara geldi. Tunus’ta aşağıdan devrimin önünü kesmeyi amaçlayan En-Nahda iktidara taşındı. Mısır’da Müslüman Kardeşler cuntayla işbirliği yaptı ve devrim tehdidine karşı restorasyonun temel gücü gibi hareket etti. Ürdün’de ve Suriye’de Müslüman Kardeşler önemli bir siyasal güce sahip. Ortadoğu’nun birçok ülkesinde siyasal İslam hızla bir yükseliş içine girdi.

Bu sürecin 2001deki ilk adımlarından biri Türkiye’de atıldı. Türkiye Cumhuriyeti izlediği neo-liberal politikalarla ve ılımlı İslamcı çizğisiyle model ülke, AKP’de İslami de-radikalizasyonun ifadesi olarak model parti olarak öne çıkarıldı. AKP’nin iktidara gelişi, Türkiye özgülünde gerçekleşen bir “renkli devrim”oldu. Eski Sovyet coğrafyasında renkli devrimler, kapitalist restorasyonun parçası ve kapitalist entegrasyonun derinleşmesini hedefleyen operasyonlar olarak işlev gördü. ABD’nin ve AB’nin bölgedeki nüfuz ve ekonomik alanlarını genişletme hamleleri olarak devreye sokuldu. Türkiye’de ise “renkli devrim” ıskartaya çıkmış Soğuk Savaş devlet yapılanmasının tasfiyesini içerdi. Kapitalist rasyonlara ve uluslararası entegrasyona uygun bir şekilde gerçekleşti. Devletin restorasyonunu ve finans kapitalin hamlelerini içerdi.

AKP “hayırsever”, “cemaatçi” kapitalizm uygulamalarıyla en vahşi neo-liberal politikaları hayata geçirdi. Paradoksi gibi görünse de büyük kitle desteğiyle sosyal yıkım programlarını soğukkanlı bir şekilde uyguladı. Bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti GOP’a tam angaje olarak, dışarıda emperyalizmin lejyoneri ve aktif taşeronu olarak konumlandı. Aynı süreç ülke içinde Çin/Vietnam çalışma rejiminin inşası biçiminde gelişti. Çin ve Vietnam çalışma rejimi özünde “beleş ücret” ve kölece çalışmaya dayanmaktadır.

Anadolu’nun bir yandan küresel finans kapitalinin üssüne dönüştürülmesi, diğer yandan emperyalizmin ön cephesi ve ana karargahı olması yönünde önemli düzenlemeler yapıldı. AKP bu süreçte ciddi misyonlar üstlendi. Finans kapitalin ajandasının aktif uygulayıcısı ve realize edici gücü oldu. On yılı kapsayan bu süreç bir yanıyla da, Türkiye Cumhuriyeti egemen bloğu içinde daralmalara yol açtı. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu güçlerinden biri olan asker-sivil bürokrasi bu süreçte etkisizleştirildi ve hegemonyası kırıldı. Finans kapitalin rasyonlarına uygun bir şekilde yeniden konumlandırıldı.

Bu sürecin ayrı bir yansıması ise sermayenin ontolojisine uygun bir gelişme olan, sermaye klikleri arasında yaşanan rekabet savaşları oldu. TÜSİAD finans kapitalin en önemli örgütlülüğü olarak, AKP iktidarı döneminde muazzam ataklar yaptı. Sömürü oranını maksimuma çıkardı. Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda pre-kapitalist unsurlar olarak egemen blok içinde yer alan; tefeci-tüccar ve bezirgan güçlerin evrimi ilginç bir seyir izledi. Finans kapital dozajı artan bir tarzda bu güçleri etkisizleştirdi.1960 darbesiyle tasfiye edilmeye çalışılan pre-kapitalist güçler, 1971 12 Mart darbesiyle ikinci büyük tasfiyeyi yaşadı. 12 Eylül 1980’le bütünüyle etkisizleştirildi. Ama bir kısmı Özal döneminin yarattığı olanaklarla metamorfoza uğrayıp, İslami finans kuruluşlarıyla şekillendi, cemaat ve tarikat ilişkileriyle güç ve olanaklar kazandı. Petro-Dolar’larla hızla palazlandı ve giderek küresel sermayeyle bağ kuran bir aşamaya ulaştı. AKP iktidarının sağladığı muazzam olanaklarla inanılmaz atak yapan ve güçlenen yeşil sermaye ya da Anadolu sermayesi diye de anılan sermaye güçleri MÜSİAD’da kurumsal ifadesini buldu. Ve hızla bir sermaye kliği haline dönüştü. Ayrıca bu kliğin bir varyantı olan 11.500 işadamı temsil eden, 150 işadamı derneğinin bir araya geldiği, 7 federasyondan oluşan TUSKON da bu yıllarda dipten ataklar yaptı. TUSKON Ortadoğu, Uzakdoğu ve Pasifik’te geniş bağlar kurdu ve AKP döneminde muazzam düzeyde güçlendi ve kollandı. MÜSİAD ve TUSKON artık finans kapitalin düşük profillide olsa bir fraksiyonudur. Bugün açısından TÜSİAD’ın gücüne ulaşamasa da (TÜSİAD finans kapitalin en güçlü ve en örgütlü yapısıdır), siyasal iktidarın sağladığı olanaklarla ve binlerce yıllık tefeci tüccar geleneğinin yarattığı hırsla hamleler yapmaktadır. Bazen AKP, TÜSİAD’ı hizaya sokucu ve “tehdit” edici pozisyonlar da alabilmektedir. İçinde bulunduğumuz süreç sermaye klikleri arasındaki rekabeti şiddetlendiriyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin transformasyonuna bağlı olarak yeni pazar alanlarının oluşması bu rekabeti ekstrem boyuta yükseltiyor.

Benzer çelişki ve çatışkıların Kıbrıs’taki özelleştirme sürecine yansıması son derece olağandır. Kıbrıs bir anlamda yeni pazar kavgalarının merkezi konumundadır. Benzer süreç daha önce Kuzey Irak’ta yaşanmıştı. Kıbrıs’taki özelleştirme operasyonlarında TUSKON ve MÜSİAD’a bağlı şirketlerin ataklar yapması şaşırtıcı değildir. Sürecin havasına ve siyasal iklime uygundur. Kıbrıs’ın tüm toplumsal ve maddi kaynaklarının yağmalanması, finans kapitalin iştahını kabartmaktadır. Kıbrıs sermaye kliklerinin yeni rekabet alanı olarak öne çıkıyor. Siyasal iktidarın yarattığı olanaklar ve avantajlardan MÜSİAD ve TUSKON’un yararlanması büyük bir ihtimaldir. Bu iki yapının siyasal gücünü AKP temsil ediyor.

Bütün bu tanımlamalara rağmen sorun sermaye klikleri arasında yaşanan savaş ve rekabetten öte, özelleştirme yağmasına ve bir karşı devrim programı olan neo-liberal politikalara gecit vermemektir. Kitlelerin kolektif karşı duruşunu örgütlemektir. Kitleleri duyarlı kılmak ve mobilize etmektir. Genellikle özelleştirme karşıtlığı ulusal sermayeyi destekleyici açıklamalara indirgenip, sistem bir başka düzlemde aklamakta ya da rektifiye edilmektedir.Aslonan anti-kapitalist ve sistem karşıtı bir cepheyi örmektir.Marksist bir yaklaşımda bunu gerektirir.  Bu yönde çok yönlü ideolojik, kültürel, politik ve pratik hamleler gerçekleştirilebilir. Yağmaya karşı işçi sınıfı ve emekçi yığınların kolektif aksiyonları açığa çıkarılabilir”

Özelleştirme saldırıları devam ederken, diğer bir yandan 'din kurumlarının artırılması, gece kulüplerinin fazlalaştırılması, şovenist ayrımcılıkların körüklenmesi' gibi pek çok yozlaşmaya gidiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

“Tüm boyutlarıyla, her şey “hayırsever”, “cemaatçi” kapitalizme uygun biçimleniyor. Kapitalizmin yeniden yapılanmasına ve yeni sermaye birikimi rejiminin sonuçlarına bağlı olarak hayatın her alanının metalaşması yönünde adımlar atılıyor. Toplumsal, insani ihtiyaçların tümü metalaştırıldı.

Neo-liberal karşı devrimci saldırılara ve sosyal yıkım programlarına karşı kitlelerin reaksiyonlarının masedilmesi ve reaksiyonların sisteme yönelmemesi için yeni rıza mekanizmaları devreye sokuldu. “Hayırsever” ve “cemaatçi” neo-liberalizm bir yanıyla da Chomsky’nin değimiyle “rızanın imalatını” yarattı. AKP ülke çapında özellikle belediyeler aracılığıyla bir ağ şeklinde örgütlenerek, hak bilincini ortadan kaldırıp, yurttaşı tabi kılarak, “hayırseverliği” imal etti. Sosyal yıkım operasyonlarıyla enkaz haline getirilmiş yığınlar, muhtaçlar yığınına dönüştürülüp, biat etmesinin zeminleri kuruldu. Bu muhtaçlar yığınına bir lütuf olarak “hayırseverlik” hizmetleri götürüldü. Kitleler bir nevi “dilencileştirildi”. “Hayırseverlik” AKP’nin bir anlamda parti politikasının temelini oluşturdu. Cemaatlerin kurduğu vakıf örgütlenmeleri bir yandan cemaat üyeleri arasında sosyal dayanışma ilişkilerini ördü, diğer yandan bu vakıflarla “hayırseverlik operasyonları” gerçekleştirildi ve cemaatlerin toplum içindeki nüfuzu yaygınlaştırıldı. Sosyal-devletin sosyal yanının özelleştirilmesi bu süreci giderek daha da derinleştirdi. Radikal neo-liberal politikalar eşitsizliği, umutsuzluğu yaygınlaştırdı ve gelecek korkusunu derinleştirdi. Neo-liberalizmin yarattığı bu olağanüstü katastrof, cemaatçi neo-liberal politikaları güçlendiren ve besleyen faktörler oldu. Yıkımın kendisi yıkana güç verdi. Dünkü “yurttaşın” kendini müşteri gibi hissetmesi sağlandı. Aynı müşteriye ya da muhtaç kişiye kamusal yükümlülükler yerine, “hayırseverlik” dayatıldı. Biat içselleştirildi. Kömür dağıtılması, ihtiyaç filesi verilmesi, parasal yardım yapılması, muhtaç kişinin minnettarlığını beraberinde getirdi. Ve kitlelerce “hayırseverlik” yaklaşımları bir sosyal politika gibi algılanmaya başlandı.

Böylesine bir kapitalist işleyiş ve onun yarattığı ruh hali bir yandan insanların değerlerini erozyona uğrattı ve ardından yeryüzündeki cehennemden kaçmak için kitleler farklı dinsel oluşumlara yöneltildi. Bu doğrultuda yoğun dinsel kurumlar açıldı ve faaliyetleri yoğunlaştırıldı. Kıbrıs bugün bu sürecin içindedir. Yine Kıbrıs’ta bir taraftan şovenist duygular körüklenirken, diğer taraftan radikal özelleştirmelerin yapılması da aynı sürecin parçasıdır. Aslında her şey “hayırsever ve cemaatçi” kapitalizme uygun biçimleniyor. Paradoksi gibi gözüken gelişmeler, kapitalizmin organikliği içinde yerini buluyor. Ve bizim mücadelemizin anti-kapitalist bir eksende yürütülmesinin ne kadar yakıcı bir önemde olduğunu gösteriyor. Çünkü anti-kapitalist mücadele sınıfsal antagonizmayı açığa çıkartır, netleştirir, onu perdeleyen bütün mistifikasyonu ortadan kaldırır. Kapitalizmin çürümüşlüğünü asalaklığını bütün çıplaklığıyla ortaya koyar. Gericilikle özelleştirmeler arasındaki bağı, ahlaki çöküş ve çürümeyle şovenizm arasındaki ilişkiyi bütün çıplaklığıyla gösterir, sınıf mücadelesini sarihleştirir ve kitlelerin ruhunu silahlandırır”
 
Kıbrıs'ın kuzeyinde ağır sanayinin olmamasıyla beraber işçilerin genelini göçmenler oluşturuyor. Aynı zamanda bu işçiler 'sınırdışı edilme' endişesi nedeniyle örgütlülüğüne izin verilmiyor. Her türlü haktan yoksun olan işçiler kötü koşullarda yaşatılmasıyla beraber sendikalaşmalarına dahi izin verilmiyor. Bu konudaki önerileriniz nedir?

“Göçmen işçiler, küresel düzeyde olduğu gibi Kıbrıs’ta da sınıfın en yoğun çalışan ve en ağır sömürüye maruz kalan kesimini oluşturuyor. Sınıfın en alt ve en marjinal kesimini meydana getiren göçmen işçiler yeterli bilinç ve örgütlenme düzeyinin zayıflığından dolayı, sermaye tarafından emeğin hiyerarşik biçimde bölünmesine, parçalanmasına ve atomize olmasına zemin hazırlamaktadır.

Sınıf kimliğinin ve bilincinin son derece zayıf olduğu, bağlantılı olarak eylem ve örgütlenme kapasitesinin güçsüz olduğu göçmen işçiler,  ağır koşullarda yaşamakta ve çalışmaktadırlar. Modern cangılda, yani metropollerde bir savunma mekanizması olarak alt kimliklerine sarılan göçmen işçiler, sermayenin her türlü tahakkümüne karşı sessiz kalırlar. Yoğun hak mahrumiyetlerine rağmen örgütlenmeye mesafeli dururlar.

Göçmen işçilik konusunda belirleyici görev; bu görev aynı zamanda enternasyonalist görevdir, yerli işçilere düşmektedir. Göçmen işçileri kavrayacak, bu gücü sınıfın kolektif gücü haline getirecek, siyasal ve sendikal örgütlenmeleri yaratmak yerli işçilerin temel görevidir. Bunun yapılmadığı koşullarda sınıf içinde farklı hiyerarşik bloklaşmaların doğması, diskriminasyon ve şoven politikaların kök salması kaçınılmazdır. Sermaye göçmen işçileri sınıfın örgütlülüğünü dağıtmak ve kazanılmış hakları gasp etmek ve ücretleri aşağı çekmek için kullanabilir. Göçmen işçiler her an sınırdışı edilmeyle karşı karşıyadır, açlık ve işsizlik oların kaderi gibidir. Bu yön yoğun sömürü ve tahakküme karşı sessiz kalmalarına yol açar. Yerli işçiler için tehdit unsuru olarak kullanılan göçmen işçilerin örgütlenmesi son derece yaşamsaldır. Devrimci enerjilerin açığa çıkması, sınıf ve sendikal bilinç ve örgütlülüğün gelişmesi işçi sınıfının kolektif gücünü artıracaktır. Bunları gerçekleştirmek ve bu zeminleri örmek temelde yerli işçilerin görevidir.

Bu yönde Kıbrıs’ın özgün şartlarını gözeten formel örgütlenme biçimlerinden öte, enformel örgütlenmeler üzerinde düşünmek gerekir. Göçmen işçilerin güvencesiz, geleceksiz ve ağırlıkla enformel sektörde çalışması, hukuken örgütlenmelerin engellenmesi, yeni ve yaratıcı örgütlenmelerin yaratılmasını zorunlu kılmaktadır.

En başta sınıfın tarihsel birikimi olan taban örgütlenmeleri, sınıfın her kesiminin örgütlenme modeli olduğu gibi, göçmen işçilerin örgütlenmesinin ve devrimci enerjisinin kristalize edilmesinin olmazsa olmaz koşuludur. Taban örgütlenmeleri, işyerlerini esas alan bir örgütlenme biçimidir. Çünkü emekle sermaye çelişkisinin en yoğun, en keskin, en çıplak yaşandığı yer işyerleridir. Taban örgütlenmeleri buralarda yaşanan somut sorunlardan hareket edilerek, kurulan yapılardır. Ücretlerin ödenmemesi, geç ödenmesi, iş kazası, işverenin baskıları, tacizleri, çalışma koşullanın ağırlığı ve yoğunluğu gibi, çıplak ve somut sorunlar, örgütlenmeye başlamanın zeminleridir. Bir işçinin “artık yeter” demesi ya da “ne yapabiliriz?” sorusu taban örgütlenmelerinin başlangıcıdır. Sınıfın somut sorunlarından hareket ederek kurulan bu örgütlenmeler, işçi sınıfının kolektif gücünü ve iradesini simgeler. Taban örgütlenmeleri sınıfın kolektif aklı, kolektif yüreği ve kolektif yumruğudur. Dayanışma ve paylaşma ilişkilerinin oluşması, taban örgütlenmelerinin mayasıdır. Son derece esnek bir yapıya sahip olan taban örgütlenmeleri işyerlerine, atölyelere, birimlere kadar uzanabilecek, bir üzüm salkımı şeklinde yayılabilecek yapılanmalardır.

Sınıfın parçalanmışlığını aşmayı hedefleyen taban örgütlenmeleri sınıfı, kolektif bir güç haline dönüştürür ve onun kolektif aksiyonunu açığa çıkarır.

Göçmen işçilerin dağınıklılığı, ortak hareket etme zeminlerinin zayıflığı, sınıfsal bilinç ve kimlilerindeki aşınmışlık, örgütlenme deneyimlerinin olmaması önemli problemlerdir. Ama yine bu kesimin son derece güçlü sınıfsal öfke ve kine sahip olduğu unutulmamalıdır.

Taban örgütlenmeleri bir anlamda sınıfın olduğu her yerde, sınıfın ontolojisinden beslenen, onun yıkıcı gücünü açığa çıkaran, otonomisinden ya da mücadele zenginliğinden güç alan ve gelişen özörgütlenmelerdir. Sınıfsal kin ve öfke taban örgütlenmelerinin mayasıdır. Esnek bir yapıda olması, somut sorunlardan hareket etmesi, işyerlerinin yapısına göre şekillenmesi, taban örgütlenmelerinin gücüdür. Ve esneklik kabiliyetini ortaya koyar. Evet, göçmen işçilerinin örgütlenmesi son derece zordur. Ama taban örgütlenmeleri duvardaki sarmaşık gibi, en zoru ve en imkansızı gerçek haline getirir. Sınıfı şekillendirir, kolektif gücü ve iradesini açığa çıkarır.

Ayrıca bugünkü sendikal yapılarla göçmen işçilerinin örgütlenmesi olanaklı değildir. Bir gölge sendikacılık anlayışıyla hareket edilmeli, yani taban örgütlenmelerini esas alan bir yaklaşımla göçmen işçileri kavrayacak pratikler yaratılmalıdır. Bu işçilerin toplusözleşme yapamasa da sendikaya üye olması, sendikal çatı altında bulunması kolektif hareket etme kabiliyetlerini artıracaktır. Sendikalar bu işçileri fiilen üye yapacak, ona göre aidat düzenlemesini organize edecek, örgütlenmesi için her türlü olanağı sağlayacak adımlar atması zorunludur. Ama her şeyden önce bu işçilere özgüven kazandırmak, muktedir olma duygusu yaşatmak önemlidir. Göçmen işçilerin ancak yaşanan şartlardan dolayı fiili, meşru, militanca örgütlenebileceğini bilmek gerekir. Hayatın içinden çıkacak enformel örgütlenme tipleriyle muazzam pratikler gerçekleştirebiliriz. Bugün katı, klasik, dikey, hiyerarşik, bürokratik ve korporatist sendikal yapılarla bırakın göçmen işçileri örgütlemeyi, var olan örgütlülüğü korumak bile mümkün değildir. Böylesi çabanın bir aynı zamanda, sendikal hareketin yeniden yapılanmasını sağlamaya yönelik bir çaba olduğu unutulmamalıdır”

Yapılan tüm saldırılara karşı Kıbrıs'ın özgün koşulları da gözönüne alınarak, Yunanistan, ,İngiltere ve Türkiye ile sınıf dayanışmasına gidilmeli midir? Gidilirse bu nasıl sağlanabilir?

“Kıbrıs işçi sınıfı köklü tarihsel, toplumsal, kültürel, demografik özelliklerinden dolayı, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere işçi sınıfıyla ortak, birleşen noktaları bulunmaktadır. Bugüne kadar bu birleşim noktaları birçok faktörden dolayı çok fazla öne çıkarılmadı (bu faktörleri şöyle sıralayabiliriz: İngiliz sömürgeciliğinin etkileri, adanın iki devlete bölünmesi, şovenist eğilimlerin sınıf içindeki yansımaları ve başta Türkiye işçi sınıfı ve Yunanistan işçi sınıfının çeşitli sınıfsal ve sendikal örgütlenmelerinin Kıbrıs işçi sınıfıyla organik bağ kurmamaları gibi), fakat içine girdiğimiz yüksek konjonktür yeni ve zengin olanaklar sunmaktadır. Kapitalizmin yapısal krizi yeni süreçte, yeni enternasyonal zemin ve olanaklar yaratıyor. Önümüzdeki dönemde bu olanakların daha da artması muhtemeldir.

En başta küresel kapitalizmin bugün ulaştığı boyut ve entegrasyon düzeyi, ulusal çeperleri iyice inceltmiş, yaşanan sorunların ya da krizin etkilerinin hızla bölgesel ve küresel düzeye yansımasına yol açmıştır. Öte yandan kapitalist kriz AB’de yeni bir evreye girerek, kendini borç krizi şeklinde dışa vurdu. Borç krizi senkronu özellikle Avrupa’nın Akdeniz havzasını sardı ve sarstı. Yunanistan AB’nin en zayıf halkası olarak öne çıktı. Ve iflas noktasına geldi. AB, AB Merkez Bankası, IMF, yani troykanın tüm “operasyonları” Yunanistan’da sonuç vermedi. Sosyal ve siyasal yıkımlar yarattı. Yunanistan’a dayatılan sosyal yıkım programları, bir anlamda ülkedeki sınıfsal antagonizmayı şiddetlendirdi. Yunanistan’da bugün bir ön devrimci durum yaşanıyor. Yunanistan büyük sınıfsal kutuplaşmalara gebe bir ülke olarak dikkat çekiyor. Öte yandan İrlanda, Portekiz, İspanya borç krizi içine girdi. Hatta İtalya ve Fransa’nın da bu sarmalın içine girmesi bekleniyor. İspanya’nın durumu giderek kritikleşiyor. Ayrıca içine girilen konjonktürden Güney Kıbrıs’ın da şiddetle etkilenmesi büyük bir olasılıktır. Güney Kıbrıs hızla  borç krizi içine savrulabilir. Yunanistan’da sınıf hareketi son derece büyük bir yükseliş gösterdi. Yunanistan işçi sınıfı son üç yılda 50 büyük grev, 18 genel grev gerçekleştirdi. Bu büyük sosyal patlamaların etkisi Güney Kıbrıs’a da yansıyabilir. Özellikle borç krizinin yıkıcılığı Güney Kıbrıs işçi sınıfını mobilize edebilir. Yunanistan işçi sınıfının yükselişi, gelişme düzeyi, sokağı kullanma gücü ve kapasitesi etkilerini hızla Güney Kıbrıs’ta da gösterebilir. Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde radikal özelleştirme operasyonları işçi sınıfını mobilize edici etkiler yaratabilir. Anadolu coğrafyasında her ne kadar kıta Avrupa’sındaki gibi büyük sınıf ve kitle hareketleri olmasa da lokal düzeyde önemli pratikler yaşanıyor. Bugün Türkiye Cumhuriyetinde ötelenmiş bir kriz ortamı var. Özellikle AB’de yaşanan borç krizinin derinleşmesi, AB ve ABD’yi saran ekonomik durgunluğun artması, petrol fiyatlarındaki kontrolsüz yükselme, Suriye ve olası Iran savaşı, Çin’in büyüme oranında hızlı düşüş gibi, jeo-stratejik faktörler ve Türkiye ekonomisinin dış kaynağa bağımlılığının getirdiği problemler Türkiye’de her an sarsıcı ve yıkıcı bir krizin önünü açabilir. Bu durum sınıfsal antagonizmayı şiddetlendirecektir. Yaşanan konjonktür Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan’ı, hatta Avrupa’nın Akdeniz havzasını aynı auranın içine sokmaktadır. Özellikle Yunanistan işçi sınıfının gerçekleştirdiği muazzam pratikler, sadece kıta Avrupa’sında değil, Kıbrıs’ta da ciddi oranda etkileri olacaktır. Yeni süreç sınıf hareketinin yeni enternasyonalist zeminlerini güçlendiriyor. İngiliz işçi sınıfının bile Kıbrıs, Yunanistan ve Avrupa’nın Akdeniz havzasında yaşananların parçası haline gelmesi olasıdır. Çünkü İngiltere’de krizin şiddetli etkileri sonucu genel grev, büyük kitle mobilizasyonları ve siyahi ayaklanmalar yaşandı. AB’de borç krizinin derinleşmesi İngiltere’de benzer ve daha radikal sınıf ve kitle hareketlerine yol açabilir.

Kapitalizmin yapısal krizinin yaşandığı koşullarda sınıfın bu yeni birleşim noktalarına ve yeni enternasyonalist zeminlere dikkat etmek ve bu boyutlara kafa yormak zorundayız”

Taban inisiyatifi nedir? Ne için gereklidir?

“Taban inisiyatifi sınıfın ontolojisinden kaynaklanan, sınıfın kolektif iradesini ve gücünü koordine eden ve onun yıkıcı enerjisini açığa çıkaran örgütlenmelere verilen addır.

Taban inisiyatifi, sınıfın doğrudan eylem ve doğrudan demokrasi anlayışını bugünden gerçekleştiren ve kuran, sınıfın kolektif yeteneklerini örgütleyen yapıları içerir.

Bu örgütlenmeler sınıfın tarihsel deneyimleri ve pratikleri içinden süzülmüş oluşumlardır. En genelde taban örgütlenmeleri adı verilen bu yapılar, işyeri komiteleri olarak tanımlanabilir.

Taban örgütlenmeleri yukarıda geniş olarak bahsettiğimiz gibi sınıfın otonomisinin ürünüdür. Bugün açısından acil ve somut sorunlar etrafında örgütlenen ve (sendikalaşma komitesi, toplusözleşme komitesi, örgütlenme komitesi, grev komitesi, direniş komitesi, işgal komitesi gibi) çeşitli adlar alan taban örgütlenmeleri, sadece sendikal alanlarda değil, sendikasız, güvencesiz, marjinal sektörde çalışanları, sokak işçilerini, hatta işsizleri bünyesinde barındıran sınıfın özörgütlenmeleridir. Sınıfa “örgütlüysen her şeysin, örgütsüzsen hiçbir şeysin” anlayışını kavratan taban örgütlenmeleri, sınıfı öznel ve nesnel olarak hızla şekillendirir. Sınıfsal kimlik ve bilinci inşa eder. Taban örgütlenmeleri sınıfın bağımsız, birleşik, siyasal gücünü yaratmanın en temel yapı taşlarıdır. Sınıfın doğrudan eylem potansiyelini açığa çıkardığı gibi, sınıfın yönetme yeteneklerini besler ve sınıfı özneleştirir. Aynı zamanda sınıfın demokrasi anlayışını bugünden hayata geçirir. Taban örgütlenmeleri sınıfın yarını bugünden fethetme araçlarıdır. Aynı zamanda sınıfın yıkıcı enerjisini kristalize eden yapılardır. Marx’ın tanımlamasıyla “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacak” ilkesi, taban örgütlenmelerinde en temel şiarıdır”

Adadaki işçi ve emekçilere yönelik bir mesajınız var mı?

“Kapitalizmin yapısal krizi, küresel düzeyde olağanüstü bir sürecin önünü açtı. Yapısal krizler, iki olasılığı beraberinde getirir. İşçi sınıfı örgütlüyse ve siyasal öncüsü varsa devrimin imkanı doğar. Ancak işçi sınıfı örgütlü değilse ve siyasal öncüsü yoksa karşı devrim mayalanır. İçinden geçtiğimiz süreç, bir dizi imkanın ve tehdidin olduğu bir süreçtir. Kıbrıs işçi sınıfı da yaşanan sürecin yarattığı muazzam olanakları imkana çevirebilir. Kıbrıs işçi sınıfının, sınıf dostlarının ve devrimci öznelerin görevi sınıfın hızla nesnel ve öznel şekillenmesini sağlayacak mücadele ve örgütlenme pratikleri yaratmaktır. Özellikle taban örgütlenmelerinin yakıcı önem taşıdığı bir konjonktürdeyiz. Bu yöndeki her pratik bizi güçlendirecek ve geliştirecektir. Unutulmasın işçi sınıfın yaparak öğrenir, öğrenerek yapar. Kapitalizmin yapısal krizi her coğrafyada olduğu gibi Kıbrıs’ta da sınıfsal antagonizmayı şiddetlendirmektedir. Sınıfın özgüvene ve muktedir olma duygusuna ihtiyacı olduğunu bilerek, sınıfın gerçekleştirdiği her pratiği bir manifestoya çevirmeliyiz”

Gelecek Gazetesi / 28.08.12