Emperyalist saldırı, savaş ve iç savaş aygıtına karşı mücadeleye!
NATO temelde uluslararası bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütüdür. Dünyanın dört bir yanında katliamlar örgütleyip darbeler tezgahlamakta, silahlı paramiliter güçler yetiştirmekte, kontr-gerilla faaliyetleri yürütmektedir. Sınıf hareketlerini dağıtmak ve baskı altına almak için çalışmaktadır. Sovyetlerin çöküşüyle beraber dünya jandarmalığı görevine soyunan NATO, halen de bu görevini yerine getirmektedir.
Ayrıca sürekli olarak krizler ve bunalımlar yaşayan sistemin devamlılığını sağlama, emperyalist-kapitalist ülkeler arasındaki çelişkilerin derinleşmesini önleme/düzenleme ve bu çelişkileri giderme ve uzlaştırma aracı olarak da faaliyet yürütmektedir.
NATO bugün ülke gündemine, özellikle Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale üzerinden girmektedir. Ortadoğu’daki emperyalist saldırıların taşeronu, pazarlıkların kırıntı peşinde koşanı olan Türk sermaye devleti, NATO içerisindeki rolünü de layıkıyla yapmaktadır. İzmir’in NATO komuta merkezi olması, Malatya-Kürecik’e füze kalkanı ve radar sisteminin kurulması ve Patriotlar’ın Suriye sınırına konuşlandırılmasıyla işçi ve emekçiler ile gençlik için savaş çok daha hissedilir bir hal almış, sermaye devleti savaşa bir adım daha atmıştır. Emperyalistlerle kurduğu ilişkiler ve bölgesel çıkarları doğrultusunda Türk burjuvazisi savaşa hazırlanmakta, savaşın tüm faturasını da işçi ve emekçiler ile gençliğe kesmektedir.
Türkiye’nin NATO’ya girişi
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı esnasında kendi çıkarları doğrultusunda ‘tarafsız’ kalmaya çalışan Türkiye açık bir tutum sergilemekten kaçındı. Hemen hemen bütün ülkelerle arayı iyi tutmaya çalışan, Hitler faşizmiyle gizli yazışmalarla ilişkiyi sürdüren Türk sermaye devleti savaşın sonlarına doğru çıkan sonucu değerlendirerek tutum aldı. Hitler faşizminin yenileceğinin açığa çıkmasıyla beraber ve dönemin kapitalist ülkelerince oluşturulan Birleşmiş Milletler’e girebilmek için Almanya’ya savaş ilan etti. Bunun savaşın bitmesine sayılı günler kalmasından kaynaklı pratik bir karşılığı yoktu. ABD ve İngiltere’nin Almanya’ya savaş ilan etmeyen ülkeleri birliğe almayacaklarını açıklamalarından kaynaklı yapılmış bir manevraydı.
NATO’nun kurulmasıyla beraber Türkiye, kapitalist kamptaki yerini sağlamlaştırmak ve kampın emperyalist devletlerince korunmak için NATO’ya katılım başvurusunda bulundu, ancak reddedildi. Türk sermaye devleti bunun ardından uşaklıkta sınırların aşıldığı bir tutum alır. Kore’ye gerçekleştirilen emperyalist müdahaleye 500 asker istenmesine rağmen 5.000 asker gönderir. Bu savaşta Türkiye’den 721 asker ölür. Kore savaşının faturasında bunun dışında, 175 kayıp, 2147 yaralı, 234 esir, 346 hasta asker vardır. Türk burjuvazisinin işçi sınıfı ve emekçilere ödettiği bu ağır faturanın hemen ardından, sermaye devleti 1952’de NATO’ya alınır. NATO üyesi ülkelerin Türkiye’yi üyeliğe alırken, bu kanlı bedelden çok, Türk sermaye iktidarının aynı ‘bonkörlüğü’ sonrasında da yapacağını göz önünde bulundurduklarından kuşku yoktur.
Zaten üyelikten yedi ay sonra İzmir’de Müttefik Kara Kuvvetleri Karargahı (LANDSOUTHEAST) kurulmuş, karargahın başına ABD’li bir korgeneral getirilmiştir. Bu şekilde dünya jandarması NATO, üssünü kuracağı ve sürekli olarak savaş tehlikesi ve tehdidiyle seve seve yüz yüze olacak ülkeyi bulmuştur.
1954’te yapılan antlaşmayla beraber ABD’nin üs kurması, asker bulundurması kabul edildi. 1966’da üslerin sayısı 112’ye, kapladığı alan 35 km²’ye çıkmıştı. En baştan itibaren tüm NATO üsleri özerk bölge olarak kabul edilmekte, NATO ve ABD toprağı olarak kullanılmaktadır. 1976’da ve 12 Eylül 1980 darbesinin ardından yapılan antlaşmalarla 12 üs direkt olarak ABD’nin kontrolüne verilmiştir. İncirlik-Kargaburun’da kurulan üs de “ABD-Türkiye Savunma ve İşbirliği Anlaşması” ile ABD’nin denetimine verilen üslerden biridir. Afyonkarahisar Havaalanı NATO’nun ikinci büyük havaalanıdır ve “Ana Jet Bakım Üssü” olarak kullanılmaktadır. Sivil uçuşlara açılmasına NATO izin vermemektedir.
İzmir Hava Üssü’nde ise 42 uçak ve 300 asker-personelin yanısıra I-HAWK ve Roland füze sistemleri konuşlandırılmıştır. 2004’te LANDSOUTHEAST ana karargâhı Napoli’den İzmir’e taşınmış, 2006’da da ABD 16. Hava Filosu, Almanya’nın Rammstein hava üssünden alınarak buraya yerleştirilmiştir. Bunlar gibi daha birçok askeri mühimmat Avrupa’daki ülkelerden Türkiye’ye getirilerek konuşlandırılmıştır ve bu devam etmektedir. Şile Üssü (Stinger füzelerinin fırlatılması için uluslararası standartlarda bir atış alanıdır), Konya 3. Ana Jet Üssü Komutanlığı (Irak işgali sürecinde NATO tarafından getirilen AWACS’lar buradadır), Balıkesir 9. Hava Jet Üssü (6 adet “vault” denilen füze rampası bulunmaktadır), Muğla Aksaz Deniz Üssü, Ankara-Ahlatlıbel, Amasya-Merzifon, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır-Pirinçlik, Eskişehir, İzmir-Bornova, İzmit, Kütahya, Lüleburgaz, Sivas-Şarkışla, İskenderun, Ordu-Perşembe, Rize-Pazar, Erzurum, Van-Pirreşit ve Mardin’de NATO’ya bağlı Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezleri bulunmaktadır.
Bu politikanın iki temel nedeni vardır. Birincisi emperyalist devletler için açık bir tehlike ve tehdit olan üsleri kendi topraklarının dışında konuşlandırma çabası, ikincisi ise Ortadoğu üzerinden geliştirilen emperyalist planların icraatında Türkiye’ye biçtikleri roldür.
Türk sermaye devleti ise NATO üslerinin Türkiye’de bulunmasından gurur duymaktadır. Bunu da NATO için önemli bir devlet olmalarına bağlamaktadırlar. Elbette ki bu işçi ve emekçilerin gözlerini boyamaktan başka bir şey değildir.
Güncel gelişmeler ışığında Türkiye’nin Ortadoğu’daki tetikçilik rolü
Yakın zamanda ise Malatya-Kürecik’e kurulan füze kalkanı ve radar sistemleri ile Ortadoğu üzerinde tam bir hakimiyet kurma çabasındaki ABD ve NATO, aynı zamanda İsrail’in açıktan koruyuculuğunu yapacaktır. Çevreye vereceği zararsa cabasıdır.
Suriye’ye emperyalist müdahale üzerinden gündeme gelen Patriotlar’ın ismi ise ‘91 Körfez Savaşı’ndan hafızalarımızdadır. Saddam’ın Scout füzelerine karşı sürekli olarak “ABD’nin Patriotlar’ı Türkiye’yi koruyacak” yalanları ile ABD’nin üsleri meşrulaştırılmıştı. Bugün de Patriotlar ve NATO askerleri Türkiye’ye gelmeye başlamıştır. Patriotların komuta merkezi İzmir’de olacak olsa da düğme Türkiye’nin değil, NATO’nun elinde olacaktır. Tüm bunlar da göstermektedir ki Türkiye açıktan taşerondur, topraklarını emperyalist planlar doğrultusunda kullandırmaktadır.
Ancak, bu demek değildir ki Türk burjuvazisinin çıkarları da bunu gerektirmemektedir. Elbette Türk burjuvazisi de kendi çıkarları doğrultusunda bu adımları atmaktadır.
Suriye’de gelişen süreçler sermaye devletini rahatsız etmektedir. Suriye’de halkın hoşnutsuzluğunu emperyalist müdahaleye vesile etmek isteyen emperyalizm, Türkiye ve Katar’ı öne sürerek gelişecek süreçlere müdahale etme gücü yaratmaya çalışmaktadır. Tüm bunlar Türk sermayesinin çıkarları ile de örtüşmektedir. Türk sermaye devleti, Irak’ta olduğu gibi Suriye’nin yeniden şekillendirilmesinde de pay kapma peşindedir. Bunun içinse önden sürece dahil olmak derdindedir.
Bu arada Batı Kürdistan’ın bir gerçeklik halini alması ve Kürt hareketine moral kaynağına dönüşmesi, Türk sermaye devletini ayrıca rahatsız etmektedir. Emperyalist efendilerinin tüm dayatmalarını peşinen kabul edip gereklerini hızla yerine getirmesinin arkasında, bir de buradan doğan kaygılar yatmaktadır.
Türk devleti, tüm bunların karşısında Suriye tarafından sınır ihlalleri gerçekleştirildiğini iddia ederek fütursuzca savaş çığırtkanlığı yapmaktadır. Sınır köylerine düşen mermiler, sınırda yaşanan çatışmalar -ki birçoğu Türkiye’nin destek olduğu ve kışkırttığı ÖSO’nun damgasını taşıyor- vesile edilerek, NATO sözleşmesinin ünlü 5. maddesi öne sürülmektedir.
İlk adımda NATO’dan saldırı kararı çıkartılamamış olması özellikle emperyalistler arası güç dengelerinin elvermemesinden, Rusya ve Çin’in vetosundan dolayıdır. Fakat bu kadarı batılı emperyalist ittifakın savaş hazırlıklarını pervasızca sürdürmeye yetmediğindendir ki Patriotlar Türkiye’ye konuşlandırılmakta, ülke toprakları NATO’nun savaş üssü haline getirilmektedir.
2005’te güncellenen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde de “NATO’daki rolümüzü korumalıyız. NATO’nun farklılaşan siyasetinde yerimiz olmalı” şeklinde ifade edildiği üzere Türkiye gelişen süreçlere dahil olmak ve pay kapmak için çaba sarfetmektedir. Bu bir devlet politikasıdır.
Tüm bunları AKP’nin şefi Erdoğan da açıkça dile getirmektedir. Türkiye’nin Ortadoğu’daki gelişmelerin ışığında öneminin arttığını, “özgür dünyanın savunmasında” temel bir rol oynayacağını iddia ederek, uşaklıkta elinden geleni yapacağının sözünü vermektedir.
NATO’ya karşı mücadele anti-emperyalist mücadelenin temel bir boyutudur!
Yüzü aşkın NATO üssü ile Türkiye on yıllardır NATO’nun ileri karakolu ve savaş üssüdür. Bu, Ortadoğu’da gelişen süreçlerde Türkiye’nin rolüne de işaret etmektedir.
Bunun yanı sıra, düzen için tehdit oluşturabilecek bütün süreçlere NATO’nun bir şekilde müdahil olacağı, buradan doğru gelişecek toplumsal mücadelenin karşısında emperyalist-kapitalist sistemi bulacağımız çok açık. On yıllardır Türkiye’de de, dünyada da olan budur. Bugün de birçok ülke üzerinden yaşanmaya devam etmektedir. Açıktan veya gizli fark etmeksizin emperyalist-kapitalizm, NATO eliyle işini şansa bırakmamaktadır. Dünya çapında gelişen süreçlere kirli iç savaş örgütlenmeleri, kontrgerilla faaliyetleri, provokasyonlar, katliamlar ve darbelerle müdahil olan NATO her bir ülkede gelişen sosyal mücadeleleri de kendisine yönelik bir tehdit olarak algılamaktadır. 5. Maddenin anlamı budur.
Bu yüzden bunu gözetmek, bu bilinçle hareket etmek, daha bugünden NATO’ya karşı bir bilinç açıklığına kavuşmak önemlidir. NATO’nun rolünü sadece teoride kabul etmek değil, mücadele pratiğinde de ortaya koymak gerekmektedir.
Füze kalkanı, Patriot füze rampaları ile gündeme yeniden giren NATO karşıtı mücadele gençlik içerisinde de çok yönlü bir şekilde işlenebilmelidir. Bu politikanın pratik ayaklarını üniversitelerin bu konuda girdiği işbirliklerine, gençlik üzerinden yapılan hesapların açığa çıkartılmasına kadar genişletebilmeliyiz.
Dolmabahçe 6. Filo eylemleri, ODTÜ’de Kommer’in arabasının yakılması gençliğin anti-emperyalist duyarlılığının, militanlığının göstergeleridir. Gelişecek süreçlerle beraber NATO üsleri gençliğin kitlesel, militan öfkesinin hedefi haline gelebilmelidir.
Bugünden bu süreçlere hazırlanmak bizlerin görevidir. Öncelikle bilinç açıklığı, geleceği kucaklama güç ve iradesi, “enginleri fethetme ruhu”nu kuşanabilmeliyiz. Bugünün hem toplumsal hem örgütsel kalıplarıyla değil, geleceği temsil eden bir hareketin ruh haliyle hareket etmeli, geleceği kendi elleriyle yaratacak olan kitlelerin coşkusunu bugünden karakterimiz haline getirmeliyiz.
(Ekim Gençliği, sayı 142, Ocak 2013)