"Topyekün saldırıya karşı, topyekün direnişi örgütlemeliyiz!"

  • Arşiv
  • |
  • Sınıf Hareketi
  • |
  • Röportaj
  • |
  • 04 Şubat 2013
  • 14:26

Yapı Yol Sen üyesi Halil Tümtürk ile Karayolları'nda yaşanan özelleştirme saldırısı üzerine konuştuk...

- Sermaye devleti özelleştirme saldırısını hız kesmeden sürdürüyor. Daha önce TÜPRAŞ'ı, PETKİM'i, TEKEL'i, POAŞ'ı ve TELEKOM'u özelleştirerek sermaye baronlarına peşkeş çeken sermaye devleti, bugün de Karayolları'nın özelleştirilmesi sürecine hız kazandırmış bulunuyor. Karayollarını ve çalışanlarını hedef alan özelleştirme politikası hakkında ne düşünüyorsunuz? Karayollarındaki özelleştirme politikası ile temel hedef nedir?

- Özelleştirme süreçlerinin ilk dönemlerine bakıldığında özelleştirilmesi planlanan fabrikaların, işletmelerin önce içleri boşaltılarak işlevsizleştirildiği, hatta çalışılamaz duruma getirilerek atadıkları bürokratlar eliyle zarar ettirildiği görülüyor.

Çalışanlar açısından da kurum ya da fabrikanın çalışma barışının bozulması sağlanarak “satılsın kurtulalım” yanılsaması sağlanıyordu. Günümüzde artık bunlara bile gerek kalmadan yapılıyor özelleştirmeler. Ayrıca zarar eden (?) işletmelerin özele devrinden sonra büyük kârlar açıklaması da tesadüf değildir. Kapitalizmin krizler içinde debelendiği günümüzde kapitalizmin anavatanı ABD'de kamulaştırma harekatı da tesadüf değildir. Bu iki olguyu birlikte değerlendirdiğimizde çıkan sonuç gayet açıktır; kârlı işletmeler sermayeye peşkeş çekilir, zarar etmeye başlamışsa kamulaştırılır. Yani her iki durumda da sermayenin çıkarları ön planda tutulurken bu alışverişin tüm zararını halk çeker. Yani ortada emekçi halkın hiçbir çıkarı söz konusu değildir.

Bu özelleştirmeler içinde Karayollarını ayrı bir yere koymak gerekiyor diye düşünüyorum. Nitekim Karayolları bir şey üreten değil, tamamen hizmet mantıklı bir işletme ve ücretsiz olması gereken bir hizmet ağının tamamen sermayenin insafına terkedilmesi gerçeği ortada durmaktadır.

Geldiğimiz noktada üretim işyerlerinin neredeyse tamamının sermayeye terk edilmesiyle artık devlet, hizmet işyerlerini de tamamen elinden çıkarmaya başlamıştır. Yani sözün kısası topladığı vergilerle elektrik, su, yol yapan devlet artık onu dahi sermayenin hizmetine sokmuştur. Dün, bu hizmetlerle, sermayenin hizmetinde olduğu gerçeğini örterek “sosyal” olduğunu iddia edebiliyorken bir gerçeği bugün bize haykırıyorlar; ekonomik işleyiş bakımından sosyal devlet diye bir şey yoktur, devlet ya sosyalisttir ya da kapitalist. İkisinin arası, kitleleri sosyalizmden uzak tutma çabasından başka bir şey olamaz. Bu azgın özelleştirme saldırıları da işçi sınıfının bugünki durumuyla alakalıdır. İşçi sınıfının hareketlenmeye başladığı dönemlerde sermaye uşakları “sosyal devlet”i sınıfın önüne alternatif olarak tekrar koyacaklardır.

- Karayollarına dönük gerçekleştirilen bu politika, genel bir özelleştirme saldırısının bir parçası ve sermaye devletinin AKP iktidarı ile birlikte hayata geçirmeyi düşündüğü politikalardan biri. Karayollarındaki özelleştirme poliktasının karayollarında çalışan işçi ve emekçilere yansıması ne olacaktır?

- Şu an için karayolları emekçileri süreci tam olarak kavrayamadılar. Aslında sorun daha önceki özelleştirmeler de alamadıkları tutumla doğru orantılı diye düşünüyorum. Bu süreçte en uğursuz rolü de Türk-İş oynadı. Örgütlü olduğu tüm işyerleri özelleştirilirken elde kalanla yetinmeye, diğer işyerlerindeki işçileri süreçten uzak tutmaya, sınıfın ortak hareket etmesini birkaç ileri unsur hariç engellemeye çalıştılar. Süreci örgütlemeye çalışanları ise marjinalleştirmeye çalıştılar. Kendi sendika binalarına işçiler alınmayarak işgalci muamelesi yapıldı. Toplum nezdinde işçilerin meşru müdafaa hakları küçümsendi, yadırganmaları sağlandı. Türk-İş sermayenin kölesi olarak üzerine düşeni layıkıyla yapmıştır. Çok iyi biliyoruz ki “köleler, özgür olmak isteyenlerden nefret ederler”, Türk-İş'in yaptığı da bundan başka bir şey değildir. 2. emperyalist paylaşım savaşında Martin Niemöller örneği değişik bir biçimiyle bugün yaşanmaktadır. Sıra geldiğinde sesimizi duyuracak kimse kalmayabilir. Bugünden yarınlarımızı örgütlemeye başlamalıyız. Tüm yakıcılığı ile bu sorun bir görev olarak önümüzde durmaktadır.

- Örgütlü bir kamu emekçisi olarak, sermayenin özelleştirme politikasına karşı, işçi ve kamu sendikalarının mücadele hattı ne olmalıdır? Yol-İş ve Yapı Yol Sen'in bu süreç üzerinden ortaya koyduğu bir mücadele perspektifi var mı?

- Sermayenin özelleştirme politikasına karşı KESK'in bir bütün olarak sorunu politika üretmedeki yetersizliğidir. Yıllardır protestocu çizgiden çıkıp fiili-meşru hak alma mücadelesi çizgisine giremedi. Oysa protesto sadece yanlışı söylemektir, direniş ise yanlış olanın tekrarını engellemek, hakkını almaya teşebbüs etmektir ve sadece bunun için bile meşrudur.

Bugün bakıldığında bir geç kalınmışlık söz konusudur ama hala yapılabilecek çok şey var ve en büyük sorun buna önderlik edecek kesimlerdeki umutsuzluktur. Yıllardır dillendirilen tabanın örgütlenmemesi sendikaların en büyük zaafıdır. Karayolları, taşeron sisteminin bel kemiğidir ve neredeyse tüm işler müteahhitler eliyle gördürülür. Yıllardır taşeron işçilerin sorunlarını görmezden gelen, umursamayan hatta dışarıdaki işsizliği gösterip işine sahip çıkmayı öğütleyen bir Yol-İş çizgisi var. Elbette bunun böyle olmaması gerektiğini dillendiren ileri unsurlar da var. Hatta taşeron işçilerini örgütlemeye çalışan ama sonucunda sahiplenilemeyen bir süreçte yaşandı. Bu bile örgütlü kesimlerin ne kadar örgütsüz olduğunun açık göstergesidir.

Kendi örgütüm Yapı-Yol Sen açısından da çok iç açıcı şeyler söylemek olanaksız. Neredeyse son iki-üç yıldır süreci takip etmeyen bir Yapı-Yol Sen var. Birkaç şubesi dışında varlığını göstermeyen bir süreç yaşanıyor. İşyerleri unutulmuş durumda demek abartı olmayacak, nitekim işyerlerimizde süreci anlatan sendika yöneticisi görmek neredeyse imkansız. Süreç duyarlı sendika üyeleri ile dinç tutulmaya çalışılsa da ortada bir örgütsüzlük sorunu olduğu aşikar. Aslında KESK'in mevcut durumunun Yapı-Yol Sen'e küçük bir yansıması diyebiliriz. Karşısında kontra sendikaların da desteği ile güç olarak görmediği bir KESK var devletin. Bunun da yansıması olarak en kısa sürede karşımıza getirilecek olan “Kamu Personel Reformu” tuzağına karşı mücadele bayrağını tüm kesimleri buluşturarak yükseltmeliyiz. Artık tek tek değil topyekün iş güvencemiz elimizden alınmak isteniyor. Topyekün saldırıya, topyekün direnişi örgütlemeliyiz.

- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

- Biz biliyoruz ki bu ülkenin en ileri sendikalarından biri olan KESK, üzerindeki bu ölü toprağını atmayı bilecek yetiye ve birikime sahiptir. KESK tarihinden aldığı güçle ve birikimle bu zor dönemlerin de üstesinden gelecektir. Çünkü KESK tarihi “sendikal hak” ve “özgürlükler” tarihidir.