Suriye'de çatışmaları bitirecek yol müzakere - Patrıck Cockburn

  • Arşiv
  • |
  • Ortadoğu
  • |
  • 11 Ocak 2013
  • 04:21

“Yazıklar olsun sana! Yazıklar olsun The Independent’a!” diye bağırıyordu Suriyeli bir entelektüel telefonuma, ben Şam’dan Beyrut’a döndükten yarım saat sonra. O kadar ipe sapa gelmez bir öfke içindeydi ki, tam olarak neye itiraz ettiğini anlamak zordu, ama görünüşe göre günahım, Şam’a gitmiş, Suriye hükümet mensuplarıyla görüşmüş ve bu yakınlarda çökmeyeceği sonucuna varmış olmamdı.
Keskin bir atışmadan sonra, hisleri bu kadar kuvvetliyse niye ‘benim gibi insanlara kabalaşmayı bırakıp, tüm zamanını Beyrut kafelerinde geçirmek yerine, Halep’e giderek isyancıların saflarında savaşmadığını’ sordum. Hemen ardından telefonlarımızı karşılıklı kapattık.
Şam ile Beyrut arasındaki kısa mesafeyi almak, bir gezegenden diğerine geçmeye benziyor. Suriye’nin dışına çıkıldığında, medya ve diplomasi öngörülerinde, isyancıların zaferinin ve Beşşar Esad’ın hezimetinin eli kulağında olduğu tekrarlanıyor. Bu spekülasyonların görmezden geldiği önemli bir nokta var, o da, Esad’ın güçlerinin tüm büyük şehir ve kasabaları tümüyle ya da büyük ölçüde hâlâ elinde tuttuğu.
Taraflı medya
Şam’ın içindeki ve dışındaki algı farklılığı, kısmen, uluslararası ve bölgesel medyanın savaşı tasvir şekliyle açıklanabilir. Vize almanın zorluğundan ötürü Suriye başkentinde az sayıda yabancı gazeteci var. Bunun tersine, isyancılar bayağı sofistike ve genelde yabancı merkezli bir medya operasyonu yürütüyor, seçici değil ama ilgi uyandırıcı YouTube görüntüleriyle destekleyerek, her olayın ayrıntılarını sunuyorlar.
Tahmin edileceği üzere, olayların isyancıların yansıttığı şekli, fena halde kendi taraflarını tutarken, Suriye hükümetini şeytanlaştırıyor. Daha şaşırtıcı olanı, genelde Beyrut ama aynı zamanda Londra ve New York merkezli uluslararası medyanın, aslında iyi kalite propaganda olan bu yayını neredeyse hiç şüphe duymadan kusma istekliliği. Sanki kasımdaki ABD başkanlığı seçimleri öncesinde yabancı gazeteciler ABD’ye giriş vizesi alamamış da, kampanyayla ilgili bilgi almak için Cumhuriyetçi Parti militanlarına, hatta Meksika ve Kanada üslü Cumhuriyetçi aktivistlere güvenmeye karar vermiş gibi.
Doğrudur, Şam’da toplar gümbürdüyor ama şehir kuşatma altında değil. Kuzeyde Humus, güneyde Dera’ya giden yollar açık, Beyrut yolu da. İsyancılar bir ilçeyi ele geçirdiklerinde, hükümet top ateşi yağdırıyor, bazılarını öldürüyor, diğerlerini de kaçmak zorunda bırakıyor. Şam’ın hasarsız bölgelerinde yaşayanların geleceğin neler getireceğine dair korkuları, tüpgaz ve ekmek kıtlığı, elektrik kesintileri yüzünden gündelik yaşamı sürdürmenin zorluğuyla birleşerek artıyor.
İsyancılar sahada bazı ilerlemeler kaydediyor ama sonuçta Suriyeliler siyasi ve askeri bir düğümle karşı karşıya. İsyancıların Halep ve Şam’a yönelik saldırıları durakladı, ama hükümet güçlerinin onları ele geçirdikleri bölgelerden söküp atacak gücü yok. Özellikle kuzeyde, isyancılar, Hama, İdlib, Halep çevresindeki köylerde zemin kazanıyor, ancak ilerlemeleri hâlâ çok yavaş.
Devrim, iç savaşa döndü. Suriyelilerin Mart 2011’de başlayan zalim polis devletine karşı ayaklanması, Alevilere, Hıristiyanlara, Dürzilere ve diğer azınlıklara, giderek daha çok, kendilerini yok etmeye yönelik mezhepçi bir seferberlik gibi görünüyor. Törenle kafaları kesilen Alevi subayların YouTube’taki görüntülerini izliyorlar ve Esad yenilirse kendilerini bekleyen akıbete dair endişeleniyorlar.
Dahası, Halep’in mahvolduğunu gören ve aynısının Şam’a da olacağını düşünen şehirli orta sınıfın anarşi korkusu var. Aralık başında Şam’a vardığımda, bir dosta durumu sordum ve ‘’Yüzde 15 hükümetin tarafında, yüzde 15 karşısında ve yüzde 70 herkesi mahvetmeden evvel bu savaşın bitmesini istiyor’’ yanıtını aldım.
Mevcut düğüm çözülür mü? Eğer isyancılar yoğun para akışı, eğitim ve silah almazsa –bunun belirleyici etkide bulunması da zaman alır- çözüleceğe benzemiyor. Buna alternatif olarak, uzun zamandır Washington ile Londra, Suriye liderliğinin bölünmesine umut bağlamıştı, lakin gerçekleşmedi. Saf değiştirmeler bile rejimin çekirdeğinden kaynaklanmadı.
ABD ile müttefiklerinin politikası gitgide tuhaflaşıyor: Bir yandan Suriyeli Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Konseyi’ni Suriye’nin meşru temsilci olarak tanıyorlar, diğer yandan onun etkili savaşan gücü Nusra Cephesi’ni Kaide bağlantılı ‘terör örgütü’ diye yaftalıyorlar. 2003 sonrası Irak gibi, Suriye de tüm Müslüman âleminden cihatçı savaşları mıknatıs gibi kendine çekiyor. Cihatçı militanları güçlendirecek ve Suriye’deki hükümet mekanizmasını sona erdirecek doğrudan isyancı zaferi için Washington’ın yaptığı tezahürat sürekli azalmakta.

Suriye-Irak benzerliği
Bu krizde Suriye açısından başlı başına bir sorun var, o da bir çatışmanın içine çok fazla çatışmanın sarılmış olması. Ayaklanmanın laik destekçileri, ‘rejime karşı halk’ meselesini vurguluyor. Mezhepsel doğasını önemsiz gösteriyor, bunun hükümetin abartması ve çarpıtması olduğunu söylüyorlar. Ama Irak gibi Suriye’de de mezhepçilik ve demokrasi iç içe geçmiş durumda. Irak’ta adil bir seçim, Sünnilerin yerine Şii çoğunluğun yönetime gelmesi demekti. Suriye’de de nüfusun yüzde 70’ini oluşturan Sünnilerin, Alevilerle müttefiklerinin yerine yönetime gelmesi demek. Irak’taki gibi Suriye’de de demokratik değişimin patlayıcı mezhepsel sonuçları olacak, çünkü çoğunluk iktidarı, gücü elinde tutan cemaatin değişmesi anlamına geliyor.
Suriye krizi, iki bölgesel mücadelenin merkezinde olması yüzünden daha da karmaşıklaşıyor. Bu mücadelelerden ilki, Müslüman âleminde büyüyen Sünni-Şii çekişmesi, ikincisi de ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve müttefikleri ile İran ve az sayıdaki dostları arasındaki sidik yarışı.
Mevcut düğümün nasıl çözüleceğini öngörmek zor. Şam, Halep ve Humus, giderek daha çok 15 yıl süren iç savaştaki Beyrut’a benziyor. Bu şehirlerin bazı kesimleri normal hayata tutunurken, birkaç blok ötede, topçu ateşiyle harap binalarda keskin nişancılar saklanıyor. Her iki tarafta da birbirini yenecek güç yok. İrili ufaklı savaş ağaları, ülkenin gerçek yöneticileri haline geliyor. Suriye’nin ticari kalbi Halep’te, isyancıların baş meşguliyeti, şehri yağmalamak. Ayaklanmanın askerileşmesi, özündeki demokratik gayeyi yozlaştırıyor.

Radikal / 11.01.13