“Sendikal hareket dibe vurmuştur!”

  • Arşiv
  • |
  • Sınıf Hareketi
  • |
  • Röportaj
  • |
  • 31 Ocak 2013
  • 11:07

(31.01.13) - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın istatistiklerinin 26 Ocak’ta Resmi Gazete’de yayınlanmasının ardından birçok sendika işkolu barajına takıldı. Sermaye ve hükümet eliyle devreye sokulan yetki saldırısına ilişkin Enerji Sen Genel Başkanı Kamil Kartal ile konuştuk...

- İşkolu istatistiklerinin açıklanmasınını ardından aralarında Enerji Sen’in de bulunduğu çok sayıda sendika yetki gaspıyla karşı karşıya kaldı. Hükümetin bu hamlesi sizce ne ifade ediyor?

Kamil Kartal (Enerji Sen Genel Başkanı): Öncelikle birkaç noktanın altını çizmek gerekiyor. Türkiye’de üretim süreçlerine dahil olmuş toplam çalışanlarla 5510 sayılı yasayla kayıt altına alınmış işçiler arasındaki uçurumu görüyoruz. 10 milyon civarında kayıt altında işçi görünüyor. Oysa üretim süreçlerinin tamamına baktığımızda 26 milyon civarında bir çalışan olduğu devletin resmi istatistiklerinde de yayınlanıyor. Bu da gösteriyor ki Türkiye’de aslında güvencesizlik, bütün emek süreçlerinde artık belirleyici bir rol almıştır. Bu çerçevede de yayınlanan istatistiklere bakmak gerekiyor. Kayıtdışı çalışma içerisinde yer almış milyonlarca emekçi görmemezlikten geliniyor.

İkincisi, bu istatistikler başka bir şey daha gösterdi. Toplu İş İlişkileri Kanunu gündeme geldiğinde de altını çizmeye çalışmıştık. Bu yasa aslında sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden belirlenen bir yasadır. Önemli sayıda işçinin örgütsüzlüğünü ve örgütlenmenin daha da güçlendirildiği bir süreci gösterecektir. Çünkü sermaye kendi yasalarını bile dikkate almayan bir azgınlıkla siyasal iktidara istediklerini çok rahat  biçimde yaptırabiliyor. 1 milyonu aşmış, fiilen kayıt içinde çalışmasına rağmen (taşeron şirketler üzerinden çalıştırılan) ve güvencesizleştirilmiş devasa bir kitle var. Bu kitlenin örgütlenmesinin de önünde ciddi bir engel olarak bu istatistikler kendini açık ve net olarak gösterdi. 5510 sayılı yasayı gerekçe gösteriyorlar. 5510 sayılı yasada aslında taşeron şirketler, alt işverenlerin çalıştırdıkları, fiilen yaptıkları işe göre kendi işyeri SSK kodlarını yapmaları ve devlet bunu denetmesi gerekirken bu taşeron şirketler çalıştıkları işkolunun dışında kodlarla sosyal güvenlik tescil işlemlerini gerçekleştiriyorlar ve siyasal iktidar buna bile bile göz yumuyor.

Doğal olarak böyle görününce de sistemden kaynaklandığını iddia ettikleri megakodlarına göre üyelikler örneğin enerji ya da sağlık işkolunda çalışan işçiler inşaat, turizm, temizlik işkolunda veya başka işkollarında alt işverenler tarafından gösterildiği için noter tasdikli üye kayıt işlemleri siyasal iktidar tarafından görülmüyor. Biz 26 Aralık’ta Dev Sağlık-İş Genel Başkanı ile birlikte Çalışma Bakanı’yla yaptığımız görüşmede bu sorunları ifade ettik. Buna rağmen hayata geçirdiler. Yasa, asıl iş ve yardımcı işlerin toplamını aynı işkolunda sayıyor. Bakan da bu olumsuzluğu ortadan kaldıracaklarını söyledi.

Yine sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda sermayenin dediklerini yaptılar. Aslında bu çok açık bir saiyasal tavırdır. Siyasal iktidarın güvencesizleştirilmiş ve çok düşük ücretlere mahkum edilmiş olan işçilerin yaşadığı temek sıkıntılarını örgütlü bir şekilde aşma şsnslarını elinden alıyor. Eğer taşeron şirketlerde çalışan ve sayıları milyonları bulan bu işçi kitlesi çalıştıkları işyerlerinde çalıştıkları işkollarına ait sendikalarda üyelikleri gerçekleştirilmiş ve toplu sözleşmeli düzene geçme şansı elde etmiş olabilseler sömürü mekanizmaları bu kadar azgınlaşamayacak. Özellikle kendi işkolumuz üzerinden bakıldığında iş sağlığı ve güvenliği alanı bu kadar görmemezlikten gelinmeyecek, iş kazalarının önüne mümkün olduğu kadar geçilecek ve işçiler kendi hak ve çıkarları doğrultusunda daha örgütlü ve sendikal mücadele süreçleri içerisinde yer alacaklar.

Sermaye bunu çok açık biçimde görüyor ve doğal olarak da sermaye siyasal iktidar üzerinde kurduğu baskıdan kaynaklı bir biçimde taşeron şirketlerde çalışan işçilerin sendikasızlaştırılması doğrultusunda da gündeme gelen her yaklaşımı gündeme getirmeye çalışıyor. Yayınlanan istatistik de bunu bir kez daha açık biçimde gösteriyor. Örneğin Enerji-Sen’in taşeron şirketlerde çalışan 3 bin üyesinin üyelikleri yok sayılıyor. Dev Sağlık-İş’in 10 bin üyesi muvazaa kararlarına rağmen (asıl işyerlerinin asıl işçileridir) bu devletin mahkemelerinin verdiği kararlar bile görmezden gelindi. Sendikalara noter tasdiğiyle üye olmuş işçiler görmezden gelindi. Bunun öbür tarafına baktığımızda bizim işkolumuzda gerçekte 35 bin üyeye düşmüş Tes-İş Sendikası’nı biz örgütlenmeye başladığımız zaman bizim ve taşeron işçilerin örgütlenmesinin önünü kesmenin önünde ciddi bir handikap oluşturmak ve onları da sermayeye peşkeş çekmek karşısında bir taşeron örgütlenmesi gündeme getirmeye başladı. Türkiye çağında yaklaşık 2 bin taşeron örgütledi. Tes-İş Sendikası’nın taşeron üyelikleri görünüyor.

Sendikalar Kanunu ve Toplu İş İlişkileri Kanunu çıkarken siyasal iktidara yamanmış bazı kurumları gözettilerse (Medya-İş, Öz Orman-İş vb.) işkolu istatistikleri açıklandığında görüldü. Yine Sendikalar Kanunu ve Toplu İş İlişkileri Kanunu’na eklenen bir geçici maddeyle 2009 Temmuz istatistiklerinde barajı aştığı görülen sendikalara 3,5 yıllık bir muafiyet tanındı. Bu istatistikler de gösteriyor ki kayıt altına alınmış 10 milyon işçiden 1 milyonu sendikalı gösteriliyor. Burada da aslında doğru değil bu istatistikler Türkiye’de toplu iş sözleşmelerinden faydalanan işçi sayısı 600 bini geçmiyor. Yine AB süreci açısından üye sayılarını mevcut çalışanların yüzde 10’undan fazla göstermek açısından bazı sendikalara kıyak geçilmiş durumda. Örneğin Tes-İş Sendikası’nın 35 bin üyesi olmasına rağmen bu sayı 46 bin olarak gösteriliyor. Türk Metal’in 120 bin civarında üyesi olmasına bu sayı 160 bin gösteriliyor. Mevcut sendikal düzenleme ve ona dayanarak çıkartılan bu istatistikler aslında güvencesizleştirilmiş işçilerin taşeron şirketlerde çalışan işçilerin örgütlenmesinin önüne geçmeyi amaçlayan, üretim süreçlerini de güvencesizleştirilen bir yaklaşımı kalıcı kılmaya yönelik siyasal iktidarın ve sermayenin yaklaşım tarzının tescilidir.

- Bu değişiklikler işçi sınıfı hareketinin geleceğini nasıl etkiler?

- Bu mücadele sürüyor. Mutlaka ama mutlaka taşeron şirketlerde çalışan işçiler hem hukuki anlamda hem de fiili-meşru mücadele yöntemleriyle kendilerini bu siyasal iktidara göstereceklerdir. Bir üçüncü şey daha ifade edeyim. “Çarık ayağı sıkıyor” diye bir laf vardır. Aslında ciddi anlamda gençleştirilmiş bu bir işçi kitlesiyle karşı karşıyayız. Üretim süreçlerine dahil çalışanların yüzde 70’inden fazlası 30 yaşın altındadır. Bu işçilerin çok önemli bir kısmı kayıtdışı işlerde çalışıyor. Kayıt içine alınmış olanlar da çok büyük oranda örgütsüzleştirilmiş vaziyette. Asgari ücrete mahkum edilmiş ve çeşitli sosyal hakları gasp edilmiş bu insanların hayatta kalma, çocuklarını doyurma şansları zaten sözkonusu değil. Bu işçileşme süreçleri aynı zamanda kendi hak ve çıkarlarını talep etme doğrultusunda yeni bir süreci inşa ediyor. Bu da gerek Dev Sağlık-İş’in gerekse de Enerji Sen’in taşeron şirketler üzerindeki örgütlenme süreçlerini dikkate aldığımızda bu kitlelere ulaşıldığında bir karşılık buluyor. Buna ilişkin çeşitli çevrelerin biriktirme süreçleri diye tabir ettiğimiz süreçlere ilaveten yaklaşımları da irili-ufaklı belki gündelik gibi görülse de katkı sağlar. Önümüzdeki dönem açısından da güvencesizleştirilmiş emek süreçlerine kuralsız bir biçimde sürülmüş devasa kitleler kendi ve hak ve çıkarları konusunda bizim gibi fiili-meşru mücadele yöntemlerini temel alan, yasaları bu mücadeleye destek vermek doğrultusunda değerlendirmeye tabi tutan sendikal mücadele araçlarıyla önümüzdeki sürece müdahale edilecektir.

- Mücadele cephesinde nasıl bir tablo oluşacak?

- İşçi havzalarında, sanayi sitelerinde ve çeşitli bölgelerde çeşitli çevrelerin deneme girişimleri sözkonusu. Örneğin Gaziantep bunun örneklerinden biridir. Orada sendikal örgütlenmeyi reddeden süreç tehlikeli bir süreç ama fiili-meşru mücadeleyi yürüten arkadaşların kendi hak ve çıkarları doğrultusunda biraraya gelmenin de mümkün olduğunu gösteriyor. Başka bölgelerde de buna benzer mücadele yöntemleri var. Metal, sağlık, enerji işkollarında ciddi kaynamalar yaşanıyor. Bu mücadeleler bir yere kanalize edilir ve toplumsal mücadele süreçleri ortaklaştırılır ve sınıf biliminin bize yüklediği görevleri temel alan bir yaklaşım içinde davranırsak önümüzdeki döneme Türkiye solunun işçi sınıfı mücadelesinin ortaklaştırılması noktasında da ciddi anlamda bir ortak perspektif yetiştirme şansının yüksek olduğu bir döneme giriyoruz.

- Sınıfın örgütlülüklerine ve örgütlenme mücadelesine yönelik böylesi kapsamlı saldırılar varken sendikal hareketin tablosu nedir?

- Eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor. Türkiye’de sendikal hareket istisnalar hariç olmak üzere dibe vurmuştur. Bunlar da biriktirme süreçlerine müdahale eden yapılardır. Bunun dışında geleneksel sendikal yapılar çöktü. Bunlar sendikal işleri yerine getirmekten ziyade mevcut işlevini koruyan ve siyasal iktidarın ya da sermayenin gündeme getirdiği tamamen kendi yerlerini korumaya yönelik kendilerini hapsetmiş durumdalar. Bu yapılar çatırdayacak. Bu yapılar mutlaka ama mutlaka kendi yerlerini bakalarına devretmek zorunda kalacak. Çünkü bu yapılarla Türkiye sınıf hareketinin ilerlemesi mümkün değil. Yine kendi işkolumuzdan örnek vereyim. Daha iki yıl öncesind ekadar 118 bin üyeye sahip olan Tes-İş Sendikası bugün gerçekte 35 bine düşmüş durumda. Bir taraftan güvencesizleştirme süreçleri, bir taraftan taşeronlaştırma, bir taraftan işçilerin mevcut sendikal yapılara karşı güvensizliği, işten atılmalar bu sendikal yapıları ciddi biçimde çatırdatıyor. Kendi doğal seyri içerisinde de gelenekselleşmiş ve sermayeye manivela haline gelmiş, değişen sınıf hareketinin önünde engel teşkil eden bu yapılar işçilerin yeni mücadele yöntemleriyle kesinlikle parçalanacaktır.

***

“İşçi hareketi toparlanma ve biriktirme sürecinde...”

Dev Sağlık-İş Sendikası Genel Sekreteri Gürsel Kaya: İktidar birtakım yerlere belli sözler vermiş ve ülkedeki değerleri sermayenin hizmetine sunacağı taahhüdünde bulunmuş ve onun gereklerini yerine getiriyor. Sermayeye, “size ucuz elektrik ve işçi vereceğim” demiş. İşçi sınıfının en güçsüz, en örgütsüz olduğu dönemde kendisine verilen görevi yerine getiriyor. Dev Sağlık-İş’in 10 bin üyesini yok saymaları sadece bürokrasiyle açıklanamaz. İşçi sınıf dinamiğinin yükselmesi, taşeron işçilerinin öne çıktığı bu dinamiğin önünü kesmeyi amaçladılar. Bir taraftan bunları söylerken bir taraftan da devletin nasıl sahtekarlık yapabileceğini de görüyoruz. Bugün Bursa Uludağ Üniversitesi’nde lehimize mahkeme kararı var. Buna rağmen hastanede çalışan arkadaşlarımızı bir aylığına Kayseri’de, Yozgat’ta çalışıyor göstermişler. SGK’ya giden taşeron şirket “ben sağlık işi yapmıyorum” diyor. Şirketin beyanını esas alıyor. Taşeron sisteminde çalışan insanların örgütlenememesi anlamına gelir bu.

İşçi hareketinin yeni dinamikleri taşeron işçileridir. Dev Sağlık-İş, Zonguldak maden işçileri ayağa nasıl kalktıysa bu dinamiğin önüne geçebilmek için ayak oyunları yapıyorlar. İşçi hareketi toparlanma ve biriktirme sürecinde. Zayıf, güçsüz ama büyük bir iradeyle büyüyor.

Biz bu süreçte örgütlü olduğumuz tüm hastanelere noter getirip arkadaşlarımızın orada çalıştığımı ispat edeceğiz. Bakalım ne diyecekler. Bu bir anlamda devletin çevirdiği üçkağıdın deşifresi olacak. Çalışma Bakanlığı’yla yaptığımız son görüşmede  bürokratlar, kendilerinin yapacağı bir şey olmadığını, bunu çözecek olanın siyasi irade olduğunu ifade ettiler. Bizim de mücadelemiz devam edecek. İşçi sınıfının mücadelesini büyütmek, işçilerin örgütlülüğünü sağlamak bizim görevimizdir ve bu görevi yerine getireceğiz.

Kızıl Bayrak / İstanbul