Hesaplaşma ve kavgayı yükseltme zamanı!
Çalışma Bakanlığı işkollarındaki işçi sayıları ve sendikaların üye sayılarına ilişkin istatistikleri açıkladı. Geçtiğimiz haftalarda çıkarılan “Sendikalar ve Toplu İş İlişkileri Kanunu”na bağlı olarak yayınlanan istatistikler, bu yasanın nasıl da büyük bir gasp yasası olduğunu bir kez daha doğruladı. İstatistik sonuçlarına göre halihazırda yüzde 1 olarak uygulanan işkolu barajı nedeniyle çok sayıda sendika toplusözleşme yetkisini kaybeti, pek çoğu da sınırda. Sendikalı olduğu halde toplusözleşmeden yararlanamayacak olan işçilerin sayısı yüzbinleri bulmakta. Gaspın boyutlarını başlıklar halinde şöyle ifade edebiliriz:
* Daha önce toplu sözleşme yetkisine sahip olabilen 7 sendika yeni istatistiklere göre yüzde 1 olarak belirlenen barajın altında kaldı. Bu sendikalar arasında Deri-İş ve Nakliyat-İş gibi sendikalar da bulunuyor. Daha önce toplusözleşme imzalayan 52 sendika varken, yeni durumda bu sayı 43’e düştü. Bu yeni yasanın toplusözleşme hakkına vurduğu ilk büyük darbeyi gösteriyor.
* Pek çok sendika da yüzde 1’lik barajı kılpayı geçebildi. Bu sendikalardan DİSK Tekstil Sendikası’nın 1.10, Tümtis’in yüzde 1.01, Ağaç-İş’in yüzde 1.10, Oleyis’in yüzde 1.01, Öz-İş’in 1.01 üye oranları bulunuyor. Bakanlık 6 ayda bir bu istatistikleri yayınlamaya devam edecek. Dolayısıyla bu sendikalar her an baraj altı kalma korkusu yaşayacak ve istatistiklerde yapılacak küçük oynamalarla baraj altında bırakılabilecekler.
* Yüzde 1’lik baraj 2016’da yüzde 2’ye çıkarılacak. Bu durumda ise bugünkü üye sayılarıyla birlikte toplam 13 sendika daha barajın altında kalacak. Böylelikle de iki işkolunda (basın, yayın ve gazetecilik ile sağlık ve sosyal hizmetler işkolu) barajı aşabilecek sendika kalmayacak. Yani bu işkollarında toplusözleşme hakkı tümden ortadan kaldırılmış olacak. Öte yandan da yüzde 2 oranının hemen üstünde olan 6 sendika daha barajın altında kalma korkusu yaşayacak.
* İşkolu barajı 2018 yılında yüzde 3’e çıktığında ise en az 7 sendika barajın altında kalırken böylelikle bu sendikalara üye 105 bin işçi toplusözleşme hakkını kaybedecek. Yanısıra 4 işkolunda (inşaat, ticaret-büro-eğitim, hava-kara ve demiryolu ulaşımı, konaklama ve eğlence) yetkili sendika kalmayacak. Bu orana bağlı olarak da yine 3 sendika daha baraj korkusu yaşamaya başlayacak.
* Tüm bunlardan sonra ve bugünkü verilerden hareketle bakıldığında yeni yasa ile birlikte 27 sendika baraj altında kalırken, daha önce toplusözleşme yetkisi alabilen 52 sendikadan sadece 23’ü yetki alabilecek. Böylelikle toplamda 265 bin sendikal işçi, sendika üyesi olmasına rağmen toplu sözleşme hakkını kullanamayacak. Yetkili sendika kalmayan işkollarıyla birlikte 5 milyon 277 bin işçi toplusözleşme yapabilecek sendika bulamayacak.
* Daha özelde ise barajın altında kalacak sendikaların büyük bölümünün mücadeleci olarak bilinen sendikalardan olmasıdır. Taşeron işçileri çetin mücadelelerle örgütleyen Dev Sağlık-İş yetkisiz bırakılmıştır. Diğer yandan Sosyal-İş ve Nakliyat-İş gibi sendikalar şimdiden “yetkisiz” kalmışlardır. Birleşik Metal-İş ve Tümtis gibi sendikalar da mevcut üye sayılarını kat kat yükseltmedikçe “yetkisiz kalacak sendikalardandır. Daha genel ölçekte DİSK’in 15 sendikasından sadece biri yüzde 3 barajını aşabilecektir. Bu veriler de gösteriyor ki, bu yasa mücadeleci sendikaları büyük ölçüde sendikal haklardan yoksun bırakıp onları dernek statüsüne sokarken, Türk Metal ve Tes-İş gibi sendikalara özel bir ayrıcalık sağlamaktadır. (Kaynak DİSK-AR raporu...)
İşçi sınıfı nereden bakılırsa bakılsın büyük bir hak gaspıyla yüzyüze kalmıştır. Sermaye ve devleti işçi sınıfının sendikal hak ve özgürlüklerini iyiden iyiye kuşa çevirmiş, dahası önüne yeni ve daha yüksek engeller koymuştur. Bu her bakımdan faşizan bir yasadır. Yüzde 10’luk işkolu barajı 12 Eylül faşist darbesinin ürünüydü ama bugünkü biçimiyle yüzde 1’lik barajıyla AKP’nin yeni yasası ondan daha demokratik değildir. Demokratik olmak bir yana sonuçları itibariyle ondan daha da faşizan, daha gaspçı, daha bir hoyrattır.
Anayasalarına bir sendikaya üye olmayı hak olarak yazan sermaye ve uşakları, gerçekte işçi işçilerin sendikalaşmasını engellemek için zorbalıkta sınır tanımıyorlar. Ama bu zorbalığa rağmen sendikalaşan işçilerin önüne de engeller koyuyorlar. Amaç işçi sınıfının elini kolunu bağlamaktır. Sendikal barajların işlevi bundan ibarettir. Bundan dolayı da sendikal baraj milyonda 1 dahi olsa özünde faşizandır. Çünkü bu, örgütlü bir şekilde sermaye ile toplusözleşme yapma iradesi gösteren işçinin bu iradesine müdahale etmek, ona ipotek koymaktır. Bunun için milyonda bir dahi olsa sendikal barajlar işçi sınıfının hakaret etmek, onu iradesi olmayan köle yerine koymak, onurunu çiğnemek demektir.
Bunun için bu gaspçı yasa neyi nasıl gaspettiğinden çok öncelikle işçi sınıfının onurunu ve iradesini hedef almıştır. İşçi sınıfı bu yasaya baktıkça her şeyden önce yüreğinde derin bir sızı duymalı, böyle bir yasayı sineye çektiği için utancını yaşamalıdır. Ama belirtmek gerekir ki bu utanç herkesten önce de sendikaların başına oturmuş, onun kaynaklarına hükmeden, karar alma-imza atma yetkisine sahip olan yöneticilere aittir. Ama o yöneticilerden bazıları var ki, bu utancın en beterini yaşamalıdır, ama onlar bundan utanç duymayacak kadar arsız ve aldırmazdırlar. Elbette Türk-İş ve Hak-İş yöneticilerini kastediyoruz. Çünkü bu yöneticilerin, bu satılmış hain takımının bu gasp yasasının altında imzaları var. Normalde onurlarına ve iradelerine helal gelmesin diye barajın zerresi üzerine dahi tartışma yapmayı kabul etmemeleri gerekirken altına imza atan bu utanmaz soysuzlar, böylelikle, iradesiz ve onursuz olduklarını bir kez daha ispatlamışlardır. Evet bunlar ipleri sermaye ve hükümetinin elinde olan iradesiz kuklalardır. Tüm hareketlerini olduğu gibi geleceklerini de onların ellerine bırakmışlardır. Öyle ki kendi durdukları zemini de kaydıran bir yasanın altına imza atabilmişlerdir. Bu nedenle işçi sınıfı bu onursuz-iradesiz kukla takımını bir gün dahi o koltuklarda oturtmamalıdır. Oturttuğu her gün için büyük bir utanç duymalıdır.
Bu utanmaz-arlanmaz üst kademe asalak yöneticilerini bir kenara koyalım ama DİSK yönetimi ve SGBP de dahil olmak üzere alt kademe sendika yöneticilerinin bu yasanın utanca ortak olduklarını unutmayalım. Bugün bu sendikaların yöneticilerinin ağlamalarına sızlamalarına kimse kanmasın. Göstermelik açıklamalarına, cılız eylemlerine bakıp da aldanmasın. Onların görevi olup biteni izleyip sonra da ağlamak ve yakınmak değildir. O koltuklarda oturmak önde gitmek, onuruna ve iradene yönelik bir girişim karşısında da sırası geldiğinde kendini ateşe atmaktır. Bunu yapmadıktan sonra herkesin bildiğini söylemek, adını koymak, tarifini yapmak sizi kurtarmaz! Onurunuz ve iradeniz çiğnendi, sorumluluklarınızı ortada bıraktınız, görevinizi yapmadınız. Bu durumda yapmanız gereken, bu acı gerçeği kabul etmek, koltuklarınızı bırakmak ve işçi sınıfına özeleştirinizi vermektir.
Bu ara kademelerin bir kısmının zora girdikçe topu işçi sınıfına attığını, “işçilerin eylemlere katılmıyor”, “arkamızdan gelmiyor” bahanelerine sığındığını biliyoruz. Bu tarz yaklaşıma prim verilemez. İşçi sınıfının arkalarından ne kadar geldiğinden önce sorumluluklarına ne kadar sahip çıktıklarının hesabını vermelidirler. Çünkü yöneticiyseniz önden gitmelisiniz. Çünkü ordusu genelkurmayın arkasından gitmiyorsa, demek ki ona güven duymamaktadır. Yönetici koltuklarını tutanlar en önde gitmiş, mücadele etmiş, gerektiğinde kendilerini ateşe atmış olsalardı, işçi sınıfı da arkalarından elbet giderdi. Ama böyle davranmadılar. Satılmış ağalarının arkasında silik bir gölge gibi davrandılar. Kapalı kapılarda onların pazarlıklarına kulak kabartıp olacaklar için fal açtılar. Ancak iş olup bittikten sonra mızmızlanıp yeniden uykuya daldılar.
İşte bu alt kademe sendikacılar mızmızlanıp yakaracaklarına önce bu davranışlarının hesabını vermeli, sonra da sahip oldukları ayrıcalıkları apoletleri bırakıp söz-yetki ve karar hakkını işçilere iade etmelidirler. Bu yapıldıktan sonra oturup bu zor durumdan nasıl çıkılacağı, işçi sınıfına giydirilen deli gömleğinin nasıl parçalanacağı, sermaye ve uşaklarına karşı mücadelenin nasıl yükseltileceği işçi sınıfı bünyesinde tüm işçi sınıfı bileşenlerinin katılabileceği toplantılarda netleştirilmeli, kararlar alınmalı ve gereği yapılmalıdır.
Tüm bunlardan sonra belirtelim ki işçi sınıfı, tüm bu olup bitenlerin gerisinde asıl olarak kendi güçsüzlüğünün yattığı gerçeğini unutmamalıdır. Öyle ya taban örgütlülükleriyle inisiyatif kullanabilen bir işçi sınıfı olsaydı hem hainlerden hesap sorar, hem kaypak yöneticilerin iplerini ellerine alır, hem de zaten sendikalarının efendisi olurdu. İşçi sınıfının sorumluluk duyan-mücadele isteği olan tüm neferleri bu gerçeği unutmamalıdır. Unutmamalı, ama davranışta ve eylemde de gereğini yapmalıdır. Bu da damek oluyor ki yaşanılanlardan ders çıkararak sorumluluk almalı, taban örgütlülüklerini kurmak-sendikaları kazanmak-mücadeleyi yükseltmek üzere kavgaya atılmalıdır.
(Kızıl Bayrak, 1 Şubat 2013, Sayı 05)