Polis cinayetlerine ve çürümüş düzene karşı mücadeleye!

  • Arşiv
  • |
  • Siyasal Gündem
  • |
  • Devlet terörü
  • |
  • 15 Ağustos 2012
  • 08:59

(15.08.12) - Polis cinayetlerine her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Sermaye hükümeti AKP'nin verdiği yetkiler ve yargının fiili olarak yarattığı dokunulmazlık zırhı sayesinde her geçen gün daha da pervasızlaşan polis, saldırganlığını sürdürüyor.

Son olarak 13 Ağustos günü İzmir Limontepe'de ve 14 Ağustos günü Ağrı Doğubeyazıt'ta yaşanan örnekler polisin silah kullanımındaki rahatlığını ortaya çıkarıyor. İlk olayda kavga ettiği gençlerin üzerine polis tarafından kurşun yağdırılırken, ikinci olayda ise teslim olan sigara kaçakçısı gencin kafasına özel harekat polisleri tarafından yakın mesafeden ateş açılıyor.

Sermaye devleti katil polisleri koruyor!

“Terörle Mücadele Yasası” ve “Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu” kapsamında yapılan değişikliklerin dolaysız bir sonucu olan bu saldırganlığın sermaye devleti tarafından desteklenmesi yargıda da kendini gösteriyor. Açılan davalar ya yılları bulan zaman dilimi içerisinde aklanıyor ya da mahkeme polisi savunuyor.

İzmir Limontepe'de yaşanan olayın video kayıtları olmasına rağmen katil polis ifadesinde “Arkamdan bir kişi kasayla başıma vurdu. Silah o sırada karşımdaki saldırgana yönelikti. Aldığım darbeyle birlikte silah ateş aldı” diyerek kendini savundu.

Polis cinayetleri sonrası açılan davaların ortak ifadesi olan bu tür savunmalar, görüntülerle, adli tıp ve bilirkişi raporlarının tersini kanıtlamasına karşın düzen mahkemelerinde yeterli görülerek işlenen cinayetler aklanıyor.

Katil polislerin çok sınırlı bir kısmının tutuklu yargılanıyor olması bile sermaye düzeninde işlenen cinayetlerin meşru görüldüğünün kanıtıdır. Baran Tursun davasında polisin kasıtlı ve hedef alarak ateş ettiği kanıtlanmış olmasına karşın yargının verebildiği en yüksek ceza iki yıl olmuştur. Hrant Dink anmasında kitle üzerine ateş açan Muhammet Gişi'nin davasında ise mahkemeye hiç gelmediği halde 17,5 aylık cezası iyi halden indirime gidilerek beş yıllık denetimli serbestliğe çevrildi.

Bu örnekler de polis cinayetlerinin yasal olarak dokunulmazlıkla korunduğunun kanıtıdır.

Adli süreç işlerken idari soruşturmalarda da çok az dosya görevden alma ya da polislikten ihraçla sonuçlanıyor. Polis teşkilatında işlenen cinayetler sonrası görevden alınma bir yana, terfiler bile yaşanıyor. Sedat Selim Ay gibi işkenceci polis şeflerinin savunulmasında Emniyet Genel Müdürlüğü polislikten ihraç verilerini açıklamış ve işkence gibi suçlardan atılmanın olmadığına dikkat çekmişti.

Silah tüm emekçilere çekili!

Sermaye devleti, içerde ve dışarda saldırganlığı tırmandırdığı bir süreçte toplumsal muhalefeti, ilerici devrimci güçleri ve bir bütün olarak emekçileri zor aygıtıyla baskı altına almaya çalışıyor. Düzenin kolluk güçleri yoğun baskı ve şiddetiyle toplumu sindirmek ve kontrol altında tutmak için çalışıyor. Eylemlere biber gazı, plastik mermi, tazyikli su gibi çeşitli silahlarla azgınca saldırmak, en ufak bir tartışmada silah çekmek polis için olağandır. İzmir'deki cinayette katil polis öne çıkarılırken aslında tüm polislerin silahlarının çekili olduğu ve uyarı atışı olmaksızın emekçilere doğrultarak tehdit ettikleri yine cinayeti açığa çıkaran videoda görülüyor.

Polis cinayetlerinin nedeni "egzersiz yetersilği"(!)

Düzen güçleri dört koldan polis cinayetlerini meşrulaştırmak için çalışıyor. Burjuva basın eliyle işlenen haberlerde polis cinayetleri için alınan “uzman” görüşlerinde olay "polislerin egzersiz yetersizliğine” bağlanarak münferit ilan ediliyor.

Polislerin eğitim gördüğü Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nün müdür yardımcısı Prof. Dr. Mesut Bedri Eryılmaz şu sözlerle polis cinayetlerini meşrulaştırılmaya çalıştı: “‘Polise saldırırsanız polis silahını kullanamaz, herkes polise saldırsın düşüncesi’ doğru değil. Silah kullanan bir insanın üzerine gidilmez. Teoriye göre görevini yaparken polis direnişle karşılaşırsa güç kullanır.”

Geçtiğimiz bir ay içerisinde polis 4 ayrı cinayete imza atarken emniyet müdürlerinden devlet sözcülerine kadar tüm devlet erkanı tarafından cinayetler savunularak ya da yok sayılarak yeni saldırganlıkların önü açılıyor.

Burjuva basın cinayetleri meşrulaştırıyor!

Hasan Selim Gönen'in katledilmesinde olduğu gibi haftalar boyunca burjuva basının da eşlik ettiği saldırgan üslubla cinayet meşrulaştırılmaya çalışıyor. Keza Mazlum Akay'ın katledilmesi sonrasında yayınlanan tüm haberlerde “yasadışı eylem sırasında” ibaresi ortak bir vurgu oldu. Ağrı'daki özel harekat polisinin infazı ise günlerce haberlerde yer bulamadı.

Daha sayısız örnekte olduğu gibi burjuva basın polisin sokak ortasında işlediği cinayetleri gazete sayfalarında ya da televizyon ekranlarında meşrulaştırma/savunma rolünü üstleniyor.

Cinayet ve sömürü üzerine kurulu düzeni yıkalım!

Sermaye düzeninin artan baskı ve şiddeti karşısında mücadele etmekten başka yol yoktur. Polisin pervasız terörü işçi sınıfının öncülüğünde yükselen toplumsal muhalefetle durdurulabilir. Keni hukukunu bile hiçe sayrak cinayetleri sürdüren sermaye düzeninin katilleri yargı yoluyla cezalandırılabilmesi bile ancak mücadele ile olur.

Savaş, cinayet, sömürü ve kölelik üzerine kurulu sermaye düzenini yıkmadıkça çok daha ağır koşullarda yaşamaya, yaşam hakkının dahi gasp edilmesine razı olmaya mahkum kalacağız. “Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!” şiarını yükseltmedikçe bu düzenin tüm yıkım ve saldırganlığı sürüp gidecektir.