Onlar 'taş' değil çalınmış yaşamlar

  • Arşiv
  • |
  • Devlet terörü
  • |
  • 02 Aralık 2012
  • 07:46

Bir beyanname marifetiyle adeta devlet tarafından yağmalanan Ermeni vakıf mallarının tam bir dökümü yayımlandı. Manzara vahim.

“Ermeni vakıflarına ait 661 adet taşınmaza değişik sebeplerle el konulmuş. Bunlardan sadece 143 tanesi, son 10 yıl içerisinde yapılan yasal değişiklikler sonucunda vakfına iade edildi. Bu rakam da 1328 adet vakıf taşınmazının yüzde 10.77’sini oluşturuyor.”

Bu birkaç satırlık cümleyi büyük çoğunluk istatistik bir döküm olarak okuyacak. ‘Taşınmaz’, ‘el konulmak’, ‘vakıf’, ‘iade etmek’… Oysa cümlelerdeki her bir kelime Türkiyeli Ermenilerin yüz yıldır yaşadıkları ‘hak gaspını’ ve buna karşı verdikleri sonu gelmez mücadeleyi ifade ediyor. Örneğin, ‘1936 Beyannamesi’ de konuyu bilenler dışında yine birçok kişi için anlamsız görünebilir. Oysa bu beyanname, Ermenilerin ibadetlerini yaptıkları, yetimlerine baktıkları, çocuklarına eğitim verdikleri mallarına devletçe el konulmasının miladı demek.

7 yıl önce, gazetesi AGOS’un önünde katledilen Hrant Dink ’in en çok kaleme aldığı konulardan biriydi ‘vakıf malları’. ‘36 Beyannamesi’ni, Ermenilere ait mallara nasıl el konulduğunu, vakıfların bu malları nasıl geri alamadığını her fırsatta anlatır, anlatmaya çalışırdı. Hatta birçok gazeteci tarihi çok eskilere dayandığından hâkim olunması zor bu konunun detaylarını, kaçırdıkları noktaları Dink’e sorardı.

Onun öldürülmesinden sonra kurulan ‘Hrant Dink Vakfı’, bu görevi devam ettiren sıkı bir çalışmanın ürünü bir kitap yayımladı geçen hafta. ‘1936 Beyannamesi’ne atıf yapılarak ‘2012 Beyannamesi’ adı konulan kitap 400 sayfadan oluşuyor. Ve şimdiye kadar İstanbul ’daki Ermeni vakıf mallarına dair en geniş envantari koyuyor ortaya.

Tüm bilgiler internette

Prof. Dr. Hüseyin Hatemi’nin ‘önsöz’ yazdığı kitabı Mehmet Polatel, Nora Mildaroğlu, Özgür Leman Eren ve Mehmet Atılgan hazırlamış. Bu ekip, 2 yıl boyunca arşivleri, eski haritaları, devlet envanterini inceleyip, gece gündüz çalışarak araştırmayı tamamlamış. Yararlanılan kaynaklardan biri de Hrant Dink’in arşivi olmuş. Bir diğeri de yaşamını yitiren avukat Diran Bakar’ın dosyaları... Çoğu gizli belgeye de bu dosyalardan ulaşılmış. Araştırma ekibinin anlattığına göre, bazı bilgilere ulaşmak pek de kolay olmamış. Bilgi Edinme Kanunu kapsamında kimi kurumlar yetersiz cevap verirken, kimileri hiç cevap vermemiş. Tek sorun bu değil, bazı Ermeni vakıfları da arşivlerine girilmesine izin vermemiş. Ama sonuçta ortaya çıkan şu: İstanbul’da şu an hangi Ermeni vakfı malı nerede, ne durumda tam olarak saptanmış durumda. www.istanbulermenivakiflari.org adresine tüm bilgiler, haritalar, 200’den fazla fotoğraf yüklenmiş durumda. Kitap Hrant

Dink Vakfı’ndan temin edilebiliyor.

Kitap sadece bir envanter çalışması değil. ‘1936 Beyannamesi’nden günümüze gelen süreç de anlatılıyor. Kitapta 5 vakıf malına nasıl el konulduğunun öyküleri de var. Osmanlı döneminde cemaat vakıfları, edindikleri taşınmazların gelirleriyle ayakta duruyorlardı. 1935’te bir kanun çıkarıldı ve tüm azınlık vakıflarından ‘mallarının dökümü’ istendi. İşte bu belgeye ‘1936 Beyannamesi’ deniyor. Vakıflar bu isteği yerine getirdi. Henüz, başlarına tam olarak neyin geleceğini bilmiyorlardı. Yıllar sonra 1975’te Yargıtay bir karar verdi ve “Azınlık vakıfları 1936’da bildirdikleri dışında mal edinemez” dedi. Vakıfların 1936’dan sonra edindikleri her şeye el kondu. Parasını vererek ya da bağış yoluyla aldıkları tapular iptal edildi. Hatta bazı durumlarda 1936 Beyannamesi’nde yazılı olanlar bile... Birçok vakıf, giderlerini karşılayamadığından atıl duruma geldi. Ermeni okulları birleştirildi, öğrenci sayısı azaldı. 2011’de çıkan ‘Kanun Hükmündeki Kararname’yle bazı taşınmazlar iade edildi.

Taş değil insan hikâyesi

Kitabın girişindeki şu paragraf da durumu özetliyor: “Bu kitapta anlatılan, taştan, betondan yapıların, el konan binaların değil, etten kemikten insanların hikâyesidir. Burada sözü edilen kurumlar, genci ihtiyarı, kadını erkeği, zengini fakiriyle, bu topraklarda yaşayan insanların birlikte var ettikleri değerlerdi. Haksızlığa konu olan mülkler, ibadethanelere, okullara, yetimhanelere, huzurevlerine, bütün bir topluma can veren maddi kaynaklardı. Türkiye Ermenilerinin toplumsal yaşantısı ve kültürü, bu ekonomik zemin üzerinde yükseliyordu. Yok edilen bu yaşantının ve kültürün izleri, ‘neden’ ve ‘nasıl’ sorularıyla birlikte bu kitapta kayda geçsin; benzer adaletsizlikler yarınlara taşınmasın diye...”

Kolera yetimlerinin okulunu ‘yola kattılar’

“1865’teki büyük kolera salgınında çok sayıda çocuk yetim ve öksüz kalır. Rahibe Sırpuhi Nişan Kalfayan, 2 ila 10 yaşlarındaki 17 yetim kızın bakımını üstlenir. Hasköy’deki evinde, hem onları meşgul etmek, hem de geçindirebilmek için, çocuklara el işleri öğretmeye başlar. Bu kişisel çabadan, sonraları İstanbul’un ve Ermeni toplumunun en köklü eğitim kurumlarından biri olacak olan Kalfayan Yetimhanesi doğacaktır.” Böyle insani bir amaçla kurulan yetimhanenin sonu ne mi oldu? Uzun süre, kız çocuklarına yuva olan Halıcıoğlu’ndaki ahşap yetimhane binası 1960’ların sonlarında, Boğaz geçişi ve bağlantı yolları için kamulaştırıldı. İtirazlar sonuç vermedi. Ermeni mülklerine el konulduğu için, düşünülen başka binalara taşınmalarına izin verilmedi. Kalfayan Okulu, yaklaşık 30 yıl, dar ahşap evlerde hizmet verdi. Sonra Üsküdar’daki Semerciyan İlköğretim Okulu’nun binasını, ortak olarak kullandı.

Kendi binasına yıllarca kira ödeyen okul

Surp Ğazar Ermeni Katolik Mıhitarist Rahipleri Cemiyeti’nin 19. yüzyılda kurduğu bir okul, 1958’de, Emine Tevfika Ayaşlı’dan 710 bin liraya satın alınan binaya taşındı ve adı ‘Özel Bomonti Ermeni Katolik İlkokulu’ oldu. Ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü, binanın ‘1936 Beyannamesi’nde olmadığı gerekçesiyle, ‘eski sahibine iade’ talebiyle dava açtı. 1984’te mahkeme bu yönde karar verdi ve bina, Emine Ayaşlı’nın mirası gereği, Ankara Ayaş Belediyesi ile Ayaşlı’nın kardeşlerine geçti. Kardeşler hisselerini Miltaş isimli şirkete satmıştı. 1998’de vakıf, 30 yıl önce satın aldığı binada kiracı oldu. ‘Geçmiş kira borcu’nu da taksitle ödemeye başladı. Ama Miltaş sözleşmeye itiraz edip, vakıf aleyhinde işgal tazminatı talebiyle dava açtı. 2 Şubat 1999’da tahliye kararı alındı ve okul boşaltıldı. Binadan, kitaplıklar, sıralar, anasınıfının oyuncakları ve piyano gibi birçok eşya bahçeye atıldı. Öğrenciler kış ortasında okulsuz kalmıştı. Aileler, Türkiye Ermenileri arasında nadir rastlanan türden bir sivil itaatsizlik eylemi yaptı ve okul bahçesine kamp kurdu. Ardından binaya dönüldü ve vakıf sahibi olduğu binaya yıllarca kira ödedi. Geçen 1 Kasım’da bina nihayet vakfa iade edildi.

Çocuklarımızı okuttuğumuz...

“Her kilisemizin yanında bir okulumuz vardır. Kilise ve okullar, halkın bağışlarıyla ayakta durur. 1936’da çıkan yasayla devlet vakıflarımızdan bir beyanname istemiş, ‘Ne mülkünüz varsa bir liste halinde verin’ demiştir. Aradan 40 sene geçmiştir, 1975’te Yargıtay bir karar vermiş ve ‘Azınlık vakıflarının 1936’da verdikleri beyanname dışında mal edinme hakları yoktur. Bu tarihten sonra edinilmiş mallar eski sahiplerine iade edilecektir’ demiş ve kira gelirleriyle çocuklarımızı okuttuğumuz 40 mülk elimizden alınmıştır.” (Hrant Dink, 2008)

Radikal / 02.12.12