NATO, emperyalist-kapitalist sistemin bekçisi ve karşı-devrim aygıtıdır…

  • Arşiv
  • |
  • Gençlik Hareketi
  • |
  • Ekim Gençliği
  • |
  • 30 Ocak 2013
  • 16:11

Kuzey Atlantik Anltaşması Örgütü (North Atlantic Treaty Organization-NATO), üye ülkelerin kendilerini “savunma” iddiasıyla 4 Nisan 1949’da kuruldu. 12 Kuzey Atlantik devleti tarafından Washington Antlaşması ile kurulan NATO, başından beri emperyalist-kapitalist sistemi korumak ve onun adına kirli icraatlar yürütmekle görevli bir örgüttür. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından dünya ölçeğinde çok daha fazla prestij kazanan sosyalist kampa karşı gündeme getirilmiştir. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere, gelişme kaydeden Çin ve Vietnam devrimlerinin dünya proletaryası ve ezilen halklar üzerinde yarattığı moral-motivasyonu kırmak için inşa edilmiştir.

NATO’nun kuruluşu

Üye ülkelerin sosyalist kampa karşı ortak çıkarlarının savunulması için kurulan NATO, kirli icraatlara başlamakta ve birçok ülkeyi emperyalist kampın çıkarlarının peşinden sürüklemekte hızlı adımlar atmıştır. Resmi belgelerinde savunma amaçlı olduğu ve üye ülkeleri Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist kamptaki diğer devletlerin saldırılarından korumayı hedeflediği yazmaktadır. Elbette gerçeği yansıtmayan bir iddiadır bu.

Sovyetlerin ve sosyalizmin kazandığı prestijin etkisiyle tüm dünyada burjuvazi için bir tehdide dönüşen proletarya ve ezilen halkları baskı altına alabilmek amacıyla dünya burjuvazisinin tek vücut olabilmesi ve ortak çıkarlarını savunabilmesi için kurulmuş bir örgüt olan NATO, burjuvaziden bekleneceği gibi ezenlerin çıkarlarını korumakta alabildiğine saldırgan, pervasız ve işgüzardır. Caydırma amaçlı olduğu iddia edilerek dünyanın dört bir yanında üsler kurulmakta, hazır askeri güç muhafaza edilmektedir. Yani her an savaşa ve saldırıya hazır bir örgüttür.

Buna rağmen barıştan bahsedebilmekte, dünya barışını üyelerinin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını garanti ederek sağlayacağını ileri sürmektedir. Bunun içinse ünlü 5. Madde konulmuştur: “Üye ülkelerden birine yapılan tecavüz, tamamına yapılmış kabul edilir.” Bu madde ile NATO, dünyanın dört bir tarafında söz söyleme hakkını kendinde bulabilmektedir. Böylesi esnek ve keyfi bir madde ile saldırganlığa meşru ve yasal zemin aranmaktadır.

NATO denince akla haliyle ABD geliyor. Nitekim bu ikisinin politikalarının birbirinden ayrışmaz bir bütün olduğunu söylemeye gerek yoktur. Kurulduğundan beri ABD’nin emperyalist-kapitalist sistem içerisindeki hegemonyasının bir sonucu olarak bu böyle şekillenmiştir.

Bu yüzdendir ki NATO, ABD’nin Avrupa’daki konvansiyonel ve nükleer askeri varlığını gerekli görmektedir. Temelde bu, NATO üyesi ülkelerin ABD hegemonyasını kabullenişlerinin bir başka ifadesidir. Nükleer silahlanmayı gerekli gören NATO, nükleer silahlanmanın önünü alabilmek için nükleer silah kullanılmasını ve bulundurulmasını zorunlu saydığını, ittifakın güvenliğinin en önemli garantisi olduğunu yaptığı zirvelerde ortaya koymaktadır.

Bir iç savaş örgütü olarak NATO!

NATO, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından “Soğuk Savaş” olarak nitelendirilen uzunca bir dönem boyunca kirli icraatlarıyla ve tezgâhladığı katliamlarla var oldu. CIA eliyle dünyanın dört bir yanında kurulan iç savaş aygıtları üzerinden sınıf hareketini baskı altında tutmaya, sindirmeye çalıştı. Sovyetlerin çöküşüyle iyice açığa çıkan bu aygıtların varlığı artık şüphe götürmezdir. İtalya’da (Gladio), Almanya’da, Belçika’da, Hollanda’da, İngiltere’de, Norveç’te, Danimarka’da, Yunanistan’da, Fransa’da, İsviçre’de kirli iç savaş aygıtları olduğu Sovyetler’in çöküşünün ardından resmen kabul edildi. Devrimcilere yönelik işkencehaneler kuran, “fail-i meçhul” (fail-i devlet) cinayetler tertipleyen, toplu mezarlar oluşturan, proletaryanın öncülerinin sindirilmesi görevini yerine getiren, işçi direnişlerine saldıran, öncülerini katleden, binlerce kaçırılma, kayıp yaratan, katliamlar tezgahlayan, mezhep-din-ırk çekişmeleri tertipleyip, provokasyonlar yaratan bu kirli iç savaş aygıtları birebir NATO ve CIA eliyle örgütlenip, her türlü düşünsel ve lojistik desteği almıştır.

Türkiye’de de var olan bu kontrgerilla faaliyetleri Özel Harp Dairesi adıyla sayısız icraatta bulunmuştur. Maraş, Çorum, Sivas, Beyazıt, Bahçelievler, 1 Mayıs 1977 katliamlarındaki CIA ve kontrgerilla parmağı çok açıktır. Binlerce devrimci ve yurtseverin katledilmesi, kaçırılması, kaybedilmesi bu kirli savaş aygıtlarının rutin icraatlarıdır.

Yükselen sınıf ve gençlik hareketinin önünü alabilmek için tertiplenen sayısız provokasyon ve katliam şunu açıkça göstermektedir ki, emperyalist devletler sosyalizm tehlikesini NATO eliyle kirli yollara başvurarak bertaraf etmek derdindedir. Bu saldırgan ittifak, herhangi bir ülkede gelişebilecek mücadeleleri hiç de o ülkenin kendi sorunu olarak görmemektedir. Daha bütünlüklü bir kafa yorma ve müdahalenin peşindedir.

Her ülkedeki siyasal olayları yakinen takip eden, siyasal gidişatı belirleyen, yeri geldiğinde darbeler tezgahlayan CIA ve NATO’nun icraatları arasında 12 Mart ve 12 Eylül askeri faşist darbeleri de vardır. 12 Eylül 1980 gecesi NATO’nun Brüksel karargahında kutlamalar yapılırken, ABD Genelkurmayı “bizim çocuklar başardı” demiştir.

Tüm bunlar NATO’nun bir iç savaş örgütü olarak nasıl çalıştığının dolaysız örnekleridir. Bugün de NATO farklı bir konumda değildir. Özellikle Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da gelişen süreçlere bir iç savaş aygıtı olarak müdahil olması, evrensel barışı ve istikrarı savunurmuşçasına davranıp emperyalist politikalarını sürdürmektedir.

Yugoslavya, Afganistan, Libya, Suriye...
Bir saldırı ve savaş aygıtı olarak NATO!

Sovyetlerin çöküşüyle beraber NATO yönünü kriz ve bunalımlarla sorunlar yaşayan sistemin zayıf halkalarına müdahaleye ve oralarda sistemi güçlendirmeye, kendi çıkarlarına uygun dönüşümleri yapmaya çevirmiştir.

Özellikle Doğu Bloku ülkelerinden başlayarak, ilk olarak Yugoslavya örneğinde olduğu gibi her türlü aracı kullanmıştır. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında gerçekleşen halk devriminden itibaren bir arada yaşamaya başlayan Yugoslav halkları, Sovyetlerin çöküşüyle emperyalist planların kıskacına alınmıştır. Halklar arsında kışkırtıcılıktan katliamlara, böl-parçala-yönet politikasının uygulanmasından halklara yönelik açıktan askeri müdahaleye, emperyalist işgale kadar uzanan bir dizi yöntemle Yugoslavya parçalanarak sisteme ‘kazanılmıştır’.

Yıllar boyunca Yugoslav halkları arasında boğazlaşmalar yaratılmış, tüm NATO üyesi ülkeler ‘barış’ı tesis etmek iddiasıyla işgale ortak olmuşlardır. Bosna-Hersek’teki İstikrar Gücü (SFOR) ile Kosova Gücü (KFOR) gibi sözde barışı koruma güçleri eliyle ‘istikrar’ sağlanmıştır. Bosna-Hersek ve Kosova’ya 60.000 NATO askeri konuşlandırılırken seneleri bulan sıcak çatışmalar yaşanmıştır.

1995 yılında NATO, Akdeniz bölgesindeki altı ülke (Mısır, İsrail, Ürdün, Moritanya, Fas ve Tunus) ile Akdeniz Diyalogu adı altında bir işbirliği mekanizması tesis ederek tüm dünyada etki alanını güçlendirmek gayesinde olmuştur. Emperyalistler NATO-Rusya ve NATO-Ukrayna ilişkilerini güçlendirmek için ikili antlaşmalara girişmişlerdir.

1999’da kurulan Avrupa-Atlantik Afet Yardımı Koordinasyon Merkezi ile doğal afetleri fırsata çevirmeye çalışan NATO, dünyanın neresinde bir afet yaşansa kurtarıcı rolüne soyunup askeri müdahalenin ve konuşlanmanın önünü açmaya çalışmaktadır. Bu yönelim dünya jandarmalığı misyonunun tam bir gereğidir esasında.

Afganistan da NATO’nun 2001 sonrası özel olarak yöneldiği bir ülke oldu. 11 Eylül saldırısını bahane eden ABD tüm dünyaya “ya bizdensinizdir ya da karşı taraftansınız” mesajını vererek, Ortadoğu’ya ve özellikle de Afganistan’a saldırmanın zeminini yaratmıştır. 11 Eylül’ü NATO üyesi bir ülkeye yapılan bir saldırı olarak nitelendirip tüm NATO güçlerini saldırganlığa dahil etmiş, on binlerce NATO askeri Afganistan’daki ‘barış gücü’ne katılmıştır. Ancak öyle bir batağa saplanılmıştır ki, NATO üyesi birçok ülke asker göndermeme eğilimindedir artık.

Keza Irak’ta, Lübnan’da benzer senaryolarla dünya jandarmalığı rolünün gerekleri yapılmaktadır.

Yakın zamana gelecek olursak, Libya’da gelişen sürece bombalarla, askeri yığınakla, içeride paramiliter güçleri örgütleyip destekleyerek dahil olan NATO kendi işlevini bir kez daha ortaya koymuştur. Libya’da gelişen süreçlerin Türkiye’yi ilgilendirmeyeceğini söyleyen Tayyip, bu sözünün üstünden daha 48 saat geçmeden NATO’nun ve ABD’nin direktifleri ve müdahalesi ile “gelişecek süreçlere seyirci kalamayız” demiştir. Bu ‘U dönüşüyle’ ortaya konan bilinç, esasında NATO’nun işlevinin ta kendisidir.

İzmir’deki NATO üssünden kalkan savaş uçakları Libya’yı bombardımana tutmuştur.

Dünyada herhangi bir ülkede gelişecek herhangi bir olaya müdahale etmek NATO’nun görevleri arasındadır. Müdahale edip gerekirse bastırmak, sindirmek, ezmek, gerekirse dönüştürmek, şekillendirmek, ancak her defasında emperyalist güç ilişkilerinin bir sonucu olarak bunu yapmaktır görevi. Kaddafi’yle işi biten emperyalist güçler gelişen halk ayaklanmasının önünü almak için NATO müdahalesinin kararını almakta gecikmemişlerdir.

Son olarak Suriye üzerinden temkinli yaklaşılıyor olsa da NATO önlemlerini almakta, özellikle Türkiye üzerinden savaş hazırlıklarını sürdürmektedir.

Tüm bu olaylar göstermektedir ki, kurulduğunda sosyalist kampın karşısında emperyalist-kapitalist sistemin savunuculuğunu yapan ve özel olarak iç savaş örgütü işlevini yerine getiren NATO, Sovyetler’in çöküşüyle beraber daha saldırgan bir hal almış ve dünyanın dört bir yanında kriz ve bunalımların neticesinde gelişen tüm siyasal olaylara ve ülkelere müdahale misyonuna soyunmuştur.

Emperyalistler arası güç dengeleyicisi olarak NATO!

NATO’nun kurulduğu dönemde tartışmasız tek egemen güç olarak NATO üyesi ülkeler arasından sıyrılan ABD, kendi kampındaki tüm ülkeleri kendi politikaları etrafında toplamak için NATO’yu kullanmıştır. Diğer ülkeler içinse sosyalist kampın karşısında ABD’nin koruyuculuğu bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktaydı. O günden bugüne NATO’nun misyonunda belli değişiklikler olsa da, ABD güç kaybetse de ABD’nin temel belirleyiciliği devam etmektedir. Ancak bu belirleyicilik ABD’nin diğer emperyalist devletlerin çıkarlarını daha çok gözeten bir bakışa sahip olmasıyla, bir takım adımlar atarken iç çelişkileri ve uzlaşmazlıkları giderme yönlü adımlar atmasıyla devam etmektedir. Çıkarların uzlaştırılması, masa başında çözüme kavuşturulması, buradan doğru sistemin iç çelişkilerinin giderilmesi için temel önemde bir kurumdur NATO.

NATO’nun misyonlarından birisi de sistemin doğası gereği çıkarları çatışan burjuva devletlerin asgari müştereklerde, temel olarak da hangisinin borusu ne kadar ötüyorsa o ölçüde uzlaştırılması ve ortak bir paydada -bugünün koşullarında ABD’nin temel belirleyiciliğinde- buluşturulmasıdır. Dünya proletaryasına ve halklarına saldırganlıkta olduğu kadar kendi güç dengelerine hizmet etmesi de manidardır. Bu vesileyle Rusya, Çin ve İran gibi devletlerle girilen çıkar çatışmalarında NATO eliyle ortak tavır alınması, ABD emperyalizminin elini güçlendirmektedir.

NATO’nun kurulduğu günden bugüne genişlemesi, üye ülke sayısının 12’den 28’e çıkması jandarmalık rolünü daha iyi yerine getirmenin yanı sıra emperyalistler arası çelişkilerin ve çatışmaların çözümünde mümkün mertebe ellerini güçlendirmek içindir.

Tüm bu olgular NATO’nun dünya işçi sınıfı ve emekçi hakları karşısındaki en tehlikeli ve acımasız karşı-devrim aygıtı olduğunu gösteriyor. Onu parçalayıp dağıtmak tüm sınıf ve emekçi kitleler ile öğrenci gençliğin güncel ve yakıcı sorunlarından biridir. Devrim ve sosyalizm mücadelesi bu gerçeğin ışığında yürütülmek durumundadır.

(Ekim Gençliği, sayı 142, Ocak 2013)